Deve kuşu ile dost olmak akıl işi mi?

Haberin Devamı

Dış dostlarımızdan bize pek hayır yok.. Çünkü cümlesi deve kuşu gibi.. İnsan ile deve kuşu arkadaş olursa kimin işine yarar? “Gel yük taşıyalım” dersin deve kuşuna.. Ayağını gösterir.. “Gel uçalım..” dersin, ayaklarını uzatır..

Milliyet Gazetesi güzel bir habercilik yaptı..

2006 yılında Uşak Arkeoloji Müzesi’nden “Kanatlı Denizatı Broşu’nun..” çalındığı haberini yine Milliyet duyurmuştu..

Haberin peşini bırakmadı..

Tarihi broşun Almanya’da ortaya çıktığını, yakında iade edileceğini yine Milliyet’ten okuduk..

Almanlar şimdi sanırım havalara bakıyordur..

Almanya’daki film şenliğine davetli iki sinemacımızı, vize vermeyerek ülkelerine sokmamışlardı..

Onların memleketi çok kıymetlidir! Sınır kapıları, öte dünyanın Araf Kapısı gibi.. Herkes geçemez.. Turist olarak bile..

Bizim memleket ise yol geçen hanı..

Burada tarihi bir eser “marketten yumurta çalınır” gibi çalınacak.. İzi oradan çıkacak.. Alman dostlarımız da havaya bakacak..

Tıpkı iki sanatçısı refüze edilirken bizim Dışişleri’nin havalara baktığı gibi.. Nasıl oluyor bunlar?

***


Dışarıya dair işlerin başına dikilen hükümet adamı Küçük Enver Bey de çok hassas bir zat.. Gazze’deki harabelere bakıp ağlıyor..

Ülkesinin en itibarlı iki sinemacısının elindeki pasaport Almanya’da geçmiyor, ona ağlamıyor..

Gel de ayıkla pirincin taşını..

“Kanatlı Denizatı’nın..” taaa oralardan çıkması bana hiç tuhaf gelmedi..

Hiç de sıradan bir hırsızlık olduğunu düşünmüyorum.. Derin bir organizasyon bu.. Birilerinin “havalara bakar duruma gelmesi..” bana göre normal..

Bu işler daha önce de başımıza geldiğinden alışığız..

Bergama Medeniyeti’nin koca koca yapıları nasıl gitti de Berlin’deki müzeye kondu?

ESKİ BİR KAZIK

1890’yı yılların sonu veya 1900’lü yılların başı.. Kesin tarih kaymış kafamdan..

Alman Elçisi, yanında arkeolojik bir heyetle geliyor Sultan Abdülhamid’in huzuruna..

Sebeb-i ziyaretleri teşekkür etmek.. Sultan Abdülhamid, Alman arkeoloji heyetine, talepleri üzere Musul ve çevresinde bilimsel kazı yapma izni vermiş..

Ona teşekkür ediyorlar..

Ellerinde bir de murassa kılıç var.. Kazılar sırasında bulmuşlar, onu da Padişah’a şükran ifadesi olarak hediye ediyorlar..

Sultan Hamid cin gibi bir adam ancak hiç renk vermiyor, kılıcı alıp teşekkür ediyor..

Ertesi gün hediye edilen kılıcı İstanbul’un antikalarla da uğraşan ünlü bir Ermeni kuyumcusuna gönderiyor.. İncelesin diye..

Ermeni kuyumcu, kılıcı evirip çevirip dikkatle inceledikten sonra Padişah’a mabeyincisi aracılığıyla bilgi veriyor..

“Bu kılıç altı ay önce yapılmış.. Çakma!”

Haaa! Demek öyle?

Koca Alman Elçisi bu dalaverenin içindeyse işin aslı ne ola ki? Sultan Abdülhamid, gizemi çözmeye kararlı..

Asker içinde arayıp tarıyor, en uygun zabiti buluyor.. Almanca da bilen Yüzbaşı Selahattin Efendi’yi..

Huzura çağırtıyor.. Görevi bizzat veriyor..

“Üniformanı çıkartacaksın.. Sivil giyineceksin.. Musul’a tüccar gibi gideceksin.. Orada gözün bu Alman arkeologlarda olacak.. Bak bakalım ne yapıyorlar? Topladığın bilgiyi, gördüklerini gelip bizzat bana anlatacaksın..”

***


Kolağası (Yüzbaşı) Selahattin Efendi, sözlü İrade-i Hümayûn’u aklına kaydedip yola çıkıyor..

Sultan’ın emrettiği gibi, kimliğini gizleyerek Musul ve yöresinde üç aydan fazla kalıp, dolaşıyor.. Arkeolog olarak orada bulunanları gözetliyor..

Ne yaptıklarına dair yeterince fikir sahibi olup, bilgi topladıktan sonra İstanbul’a dönüyor.. İstikamet doğruca Yıldız Sarayı..

Sultan Abdülhamid hiç beklemeden Selahattin Efendi’yi huzuruna kabul ediyor ve anlattıklarını dinliyor..

Dinledikçe de hayretler içinde kalıyor..

TARİHİ MERAK..

Kendisinden “Arkeolojik kazı” izni isteyen ve bu izni kopardıktan sonra Musul’a giden heyetin asıl niyeti böylece anlaşılıyor..

Niyet, toprak altında kalmış tarihi kalıntıları bulup gün ışığına çıkarmak değildir.. Bölgede var olduğu bilinen petrol için ön çalışma yapmaktır..

Almanlar, Sultan Hamid’i kazıkladıklarına öyle inanmışlar ki gözlerini karartıp kuyuyu vurmuşlar bile..

Sultan Abdülhamid şimdi ne yapacak?

Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm’i ülkesinde iki kez misafir etmiş..

İki ülke arasındaki ilişkileri geliştirip, Alman İmparatorluğu’nun gücünü İngiliz ve Fransızlar’a özellikle de Ruslar’a karşı başarıyla kullanmış..

Böyle sıradan bir dolandırıcılık olayı ortayı çıkarıldı diye yılların emeğini, nakış gibi işlediği uzun siyaseti feda mı edecek?

Günlerce inceden inceye düşünüp taşındıktan sonra çareyi buluyor..

Musul vilayeti ve çevresindeki arazilerin tamamını “Padişah Mülkü” ilân ediyor..

Böylece kendisinden sonraki saltanat sahipleri zamanındaki hükümetler dahi, bir oldubitti ile bu topraklardaki petrol haklarını bir devlete devredemeyecek..

Oyun böyle boşa çıkarılıyor..

O devirde Memalik’i Osmani ondan sorulurdu.. Rastgele bir Fransa veya Belçika gazetesinde çıkan Osmanlı aleyhtarı bir haberin bile karşılığı dahi mutlaka verilirdi..

Şimdikiler gibi yapmazdı..

Arap toprağında elin adamına ağlanırken, kendi insanının elin adamlarınca itilip kakılmasına seyirci kalınmazdı.. Vay başımıza!

***


Aslında bu “Kanatlı Denizatı” broşunun ikinci çalınması.. İlk 1960’lı yıllarda çalınmıştı.. On yıllık takip ve harcanan kırk milyon dolardan sonra Özal döneminde New York’ta bulunup ülkemize getirilmişti..

Broşun Almanya’ya kaçırılması, başına gelen ikinci hırsızlık vak’ası..

Kültür işlerinin başın dikilen hükümet adamının gayretini bu yüzden dikkate değer buluyorum..

“Kanatlı Denizatı..” hırsızlığı patlak verdiğinden beri işin peşini bırakmadı.. Neye mâl oldu bilmiyorum ama Almanya’dan iadesini sağladı..

Son vize rezilliğinden sonra içimi soğutan da budur..

DİĞER YENİ YAZILAR