Belgesel seyretmenin dayanılmaz hafifliği!

Haberin Devamı

Okurlara tavsiyemdir.. “Ben sadece belgesel seyrederim..” lafını duyduğunda ya oradan kaçacaksın ya da o lafı edene “Seni de Allah yaratmış olabilir..” demeden girişeceksin.. Şiddet ile kültür birleşti mi sonuç harika oluyor..

“Televizyon seyretmiyorum.. Sadece haber programlarını bir de belgeselleri..”

Komedi dizilerinin gaglarından mizah hikâyelerine kadar her yere giren bu replik bir klasiktir..

“Size baba diyebilir miyim?” veya “Senin annen bir melekti..” türünden kültleşmiş Yeşilçam filmlerinin repliklerinden beter bir basma kalıptır..

“Sadece belgesel seyrediyorum..” lafı statü tarif ediyor gibi gelir karşıdakine ancak etmez..

Çünkü o lafa yapışanın statüsü, göstermek istediğinden aşağıdadır.. O özlediği statüye ulaşmış gibi görünmek istediğinden bu beylik deyişe yapışır..

Ne hazin?

***


Alain de Botton bizim okumuşların eline yapışan “Statü Endişesi” kitabını İstanbul, Ankara ve İzmir’de yaşayan memur çocukları sebeplensin diye yazmadı..

Veya Anadolu kasabalarından çıkıp da paranın gözüne vuranlar kendilerini iyi hissetsin diye de yazmadı..

Belli bir düzeye ulaşmış, zihinsel kapasitesi geniş insanlar için yazdı..

Tezlerini kaleme alırken de rönesansın üzerinde dört asır geçirmiş, aydınlanma çağını yüz yıl geride bırakmış; felsefe, edebiyat, sosyoloji alanında yüzlerce dünya devini çıkarıp yarıştıran Fransız ahalisinin hallerine baktı..

Bizim hallerimize bakıp buna benzer bir kitap yazsaydı adı “Statü Endişesi” değil “Ayak postal, baş püskül.. Sonradan görmelik ne müşkül?” gibi bir şey olurdu..

ÖLÜMDEN ÖTESİ

Gerçek statü endişesi, hayatı sorgulamak ve onun içinde kendi yerine bakmakla başlar..

İşin özü “ölüme” meydan okumaktır.. Bir şey başararak, adını unutulmazların arasına yazdırmak için..

Hem sağlığında sevilecek, takdir edileceksin.. Hem de öldükten sonra ismin sık sık olmasa bile arada bir hatırlanmak üzere toplumsal bellekte bulunacak..

Batıdakinin derdi bu..

Para kazanmaktan başka bir şey yapamamışsa, kendini sanata ve edebiyata vuruyor.. Resim koleksiyonları yapıyor.. Kitap topluyor..

Bina restore edip topluma hediye ediyor.. Üniversiteler, hastaneler kuruyor..

Birinden birinin aklına “Bir helikopter tutayım.. Milletin tepesine çuval çuval gül yaprağı dökeyim de namım yürüsün..” türünden icraat gelmiyor..

O yüzdendir ki “Ben sadece belgesel seyrediyorum..” dizesi bizim ahaliye her daim lazımdır..

Ahalinin kendini tarif ediş hallerine kanan nice televizyon kanalı battı yahut batmanın eşiğinden döndü..

Bu naciz köşecinin bile kariyerinde “edebiyat merakı yüzünden” çok satan bir gazetenin batma noktasına gelişini seyretmişliği vardır..

Neyine gerek okura “Nobel ödüllü yazarların romanlarını..” bedava dağıtmak? (O gazetenin eski yöneticilerine söylüyorum bu lafı..)

Biz mis gibi plastik servis kaşığı, çorba kepçesi veriyorduk.. Gerçi kepçe, kaynama noktasına ulaşan bir çorba tenceresinde biraz fazla kaldı mı eriyip çorbaya karışıyordu ama varsın olsun..

Kuponunu tamamlayan bayiye o kepçe için koşuyordu..

***


Televizyonlardan “Muhteşem masa örtüleri..” diye bağıra bağıra bir kampanya yaptık..

Bizim muhteşem masa örtülerinin kışlık olduğunu söylemedik okura..

Çünkü o örtü güneşte bir saat kaldı mı masaya yapışıyor, çekip aldığında da motifleri masada kalıyordu.. “Belgesel meraklısı..” okur onun da kuyruğuna girdi..

Öbür gazete mi?

Daha birinci sıradaki Nobel Ödüllü Yazar’ın bedava kitabı yüzünden yüz binin altına düştü.. Üçüncüyü verdiğinde seksen bine inmişti..

Büyüklerimiz müdahale etti de kımıl zararlısından beter Nobelli Yazarlar’ın hakkından gelindi..

KİMSE SEVMİYOR..

Altı bölümlük bir Ankara Belgeseli, dört bölümlük “Son Halife” belgeseli yapmış; şu sıralarda bir de Âşık Veysel’e dair belgeseli bitirme noktasında olan belgeselci bir grubun akıldanesi olarak iddialı konuşuyorum..

Bizim ahali belgeseli sevmiyor..

Özel televizyon kanalları ise belgeselden nefret ediyor..

Ahalinin suçu yok.. Tek kanallı günlerin refleksi yüzünden belgeseli “yatıştırıcı” türünden bir şey sanıyor..

Uyku hapı ya da morfin gibi..

Kamera bir caminin veya tarihi yapının cephesine ağır ağır yaklaşırken, baygın bir metni okuyan dış sesin destekçisi “ney sesi” onu uykuya götürüyor..

O belgeselleri sanki “Seyretme arkadaş, inat edersen seni pişman ederim..” mesajını vermek için yapmışlar.. Ahali de tepkisini koyuyor haliyle..

Özel televizyonlar ise iyisini, kötüsünü ayırmadan her türlü belgeseli “reklam kaçırıcı” muamelesi yapıyorlar..

Geceden sabaha kadar boş yayın saatlerin var, değil mi? Bari oralara koy..

Hayır.. Cıgaranın zararı veya trafik canavarı kliplerini saatlerce döndürürüm, yine de belgesel koymam..

İyi de bizim “Sadece belgesel seyrederimci..” kullarımız, her günü dolduracak belgeseli nerelerden bulup, seyrediyorlar? Cevabı kimsede yok..

***


Kesin olan bir şey varsa yerli dizilerin her türlü yayını ezip geçtiğidir.. Onlara belgesel mi karşı koyacak?

Üstelik dizilerin hikâyeleri birbirlerine yaklaştığı halde..

Hep imkânsız bir aşk.. Âşık ile maşuktan birinin “ameliyat olmazsa ölecek” bir yakını..

Nedense âşık veya maşuktan birinin yakını ölecekse onların bitmek bilmez parasızlığı.. Derken akla gelen tek çare, silahlı çözüm ve mafyanın işe karışması..

Üç beş çapraz aşk daha ekleştirdin mi cebi delik ahalinin ağzı üç beş sezon açık kalıyor..

Parası çok olan da dizi ya da belgesel konularına hiç girmeden “statüsünü” başka yollardan parlatıyor..

Cemiyet haberi veren sayfalara bakın.. Hayata sırıtarak bakanların sayfalarına..

Bizim ahalinin sıkılmadan, gözünü kırpmadan ve hiç bıkmadan seyrettiği tek belgesel budur..

Kare kare fotoğraflarla, mevcutların hepsinden daha yavaş ilerleyen “Cemiyet Haberleri” belgeseli..

DİĞER YENİ YAZILAR