El birliği ile denizi kuruttuk çok şükür!

Haberin Devamı

El birliği ile denizi kuruttuk çok şükür!

Denizlerimiz eski deniz ama içleri boş.. Bu kadar balık nereye gitti, hangi sulara çekildi bilinmiyor.. Eğer kaçıp, başka sulara sığınmadılarsa katledilmişlerdir ki bize yakışan bir eylemdir bu..

Ben bu yok edişin görgü tanıklarındanım..

Adam her sabah, ezanın okunduğu sularda pancar motorunu pata küte çalıştırarak geliyor..

Avrupa Birliği’nin çevrecilik adına kullanılmasını yasakladığı bu motorun yarattığı gürültü kirliliği umurunda bile değil..

Çevredeki evlerde uykuya teslim olan, çoğu emekli yazlıkçılar o gürültüyle havalara fırlıyormuş o da umurunda değil..

Çünkü adam “Suret-ül beşer, tabiat-ül bakara..” sınıfından.. Yani öküzlükten insanlığa yatay geçiş yapmış..

Pancar motorunun patırtısı eşliğinde ağını yavaş yavaş suya bırakıyor.. Ağı attığı yer, birkaç saat sonra insanların denize gireceği, gençlerin yüzme yarışı yapacağı yer..

Onun denize döşediği ağ ile kara arasında üç metrelik boşluk ya var veya o da yok.. Anlayacağınız balıkçı arkadaş bir tür “ölüm tuzağı” kuruyor..

Hem insana hem balığa.. Hem av yasağı varken hem av yasağı kalktıktan sonra..

H H H

“Ölüm tuzağı..” niyetine döşenen ağın öte yakası açık deniz ama her gün onlarca tekne gelip geçiyor..

O hayvanın deniz trafiği de umurunda değil.. Deniz yolunu da işgâl eden ağına şamandıra niyetine mavi bir bidon bağlamış ki gece görülmesi imkânsız..

Gündüz bile ancak çok keskin gözler fark edebilir..

Bre namert! O bidonun beyazı, yenisi, biraz daha büyüğü pazar yerlerinde bir lira.. İlle birinin artığı mavisini mi kullanman lazım?

Birkaç kez yüzerek yanına gittiğimde gördüm ki ağının kenar mantarları da beyaz değil siyah.. Aha bende laf bitti.. İstekli olan benim yerime sövsün..

Ben bugüne kadar Sahil Koruma’nın gelip de bu balıkçıların hâllerine baktığına tanık olmadım..

DENETİM SIFIR

İftar yemeği verip “Seyrek Bıyıklı Asabi Şahsiyetin” gönlünü hoş eden askeriyenin paşası, her gün beş on şehidi bayrağa sarıp memleketlerine uğurlamaktan bu işlere bakamıyor..

Emri tahtındaki jandarmanın zaten denizle ilgisi yok.. Onlar Suudi Arabistan’ın din polisi gibi kıyıya yakın sitelerin kafelerini dolanıp “İçki satılıyor mu?” sorunsalına takılmışlar..

O zaman deniz sahipsiz arkadaş!

Lakin gördüğüm o ki sahipsizlik balıkların da işine yaramamış.. Her gün muntazam gelip hem insan hayatını tehlikeye atan hem de gürültü kirliliği yaratan balıkçılara yaramadığı gibi..

“Fadıl” gibi çok dikkatli takipteyim..

Ağını her gün seren o balıkçının bir gün dahi üç dört balık çektiğine tanık olmadım.. Ya bir ya da iki balık, onlar da tezekli sarpa cinsinden..

Halikarnas Balıkçısı benim her gün seyrine durduğum bu denizi Mavi Sürgün kitabında anlatırken deryadaki “büyük balığın küçük balığı yemesi..” düzenine şükreder..

Sarpayı, sardalyayı levrek yer.. Levrek milletinin belası da turna balığıdır.. Turna balığını ise köpekbalığı tüketir, der ve ekler..

“Denizde bu düzen olmasa insan kısmı yüzmez, suları balıkların üzerine basa basa geçerdi..” diye yazar.. Elifi elifine değil ama mealen böyle..

H H H


Halikarnas Balıkçısı’nın anlattığı bu sularda, koca Manastır Adası çevresinde neredeyse balık kalmadı..

Ada ile kara arasındaki iki yüz metrelik deniz, Rio Grande gibi akıntılı olduğundan bereketliydi.. Bodrum Yarımadası sularında en çok canlı türü buradaydı..

2002 yazında tam otuz sekiz çeşit balığı gözümle görüp, hafızamdaki listeye kaydetmişim..

Gezindiğim bu sularda, beş altı sene evveline kadar iki yüz, üç yüz levreği barındıran sürüler karşıma çıkardı.. Kıyılardaki taşların üzerinde de yüzlerce Kefal, insan görüp oradan oraya kaçışırdı..

Kıyıdan yirmi otuz metre içerisi ise birbirleriyle oynaşan melanurlarla, karagözlerle doluydu.

AFERİN BİZE!

Gece karanlığı çökerken yırtıcılardan korunmak için kıyılara sığınan on binlerce kıraça, enlemesine iki üç metre çapında, boylamasına belki yüz metrelik hortum oluştururdu.

Bizim yazı yavaştan yavaşa “Buraları eskiden dutluktu..” kıvamına gelmeye başladı ama sözünü ettiğim bolluk, beş altı yıl öncesinin bolluğu..

Tarihten bir yaprak açmıyoruz, dünden bahsediyoruz..

Kıyıdan ağ atıp bir seferde dört yüz kilosunu birden çektiğimiz kıraça nüfusu “tehcire uğramadıysa” bile kırıldı.. Şimdi en fazla birkaç yüz tanesini sığınmacı olarak görebiliyorum.

Levrek ve çipura hemen hemen sıfırlandı.. Sardalya sürüleri gelmiyor artık.. Melanur, barbun, mırmır, minekop, zargana, akya, turna balığı eğer turist olarak gelmemişlerse karşınıza çıkmaz..

İki dilim ekmek attığında, başına yüzlercesinin üşüştüğü aç gözlü kefaller de yok..

Bizim deniz, on yıl içinde, resmen gözümüzün önünde kurudu.. Hükümet adamlarından bu işlere bakanların şuuru yeni yeni uyandı, akıllar başlara taksit taksit geldi..

Av yönetmeliği ancak değişti..

Denizi kurutanlar şimdi onlara kızıyor.. Ağların boyu yirmi dört metre derinlikten on sekiz metreye çekilmiş, buna isyandalar..

İlla ki trolleri ile denizin dibine kadar ulaşıp, hayatta kalan üç beş mahlukun bıraktığını, yumurtasına kadar kazıyacaklar.. Yönetmeliği değiştirenlere hırsla sövüp saymaları bu sebeptendir..

***


Ne kızıyorsun be adam!

Yönetmenliği değiştiren seni denetliyor mu ki “canın yanmış gibi” bağırıyorsun?

Ben av yasağı günlerinde Boğaz’a açılan dev teknelerin Sahil Koruma botlarının burnunun dibinden geçtiklerini, yine aynı şekilde döndüklerini de görmüşüm..

Kendi tanıklığıma güvenip bir “Bunlar ortak mı acaba?” risalesi bile patlattım.. O zaman bahriye paşalarının çoğu Hasdal’da değil, görev başındaydı..

Öfkelenip cevap veren bile çıkmadı.. Başa geleni kabullenen anlamlı bir suskunluktu..

Aynı suskunluk ve kayıtsızlık bugün de devam ediyor.. Ancak küçük bir farkla.. Bu kez kurutulmuş deryanın üzerinde..

DİĞER YENİ YAZILAR