Uzun saçlıların ahı.. Yoldan çıkarır Şahı!

Haberin Devamı

Kastamonu Yazıları - 5

Sen bir medeniyet adamısın Bay Selahattin! Ne işin var Küre dağının tepesinde? Ormanların içinde? Daha evvel ayıların açtığı, kurdun iz sürdüğü yollarda.. Gittin geldin, bin altı yüz metrelik bir menzil “sporcu” namımızı yerle bir etti..

Kadın kısmının aklına uyduk..

Daha doğrusu onlardan çıkan bir akla “tam yerinde bir müdahale” ile itiraz edemeyip, kendimizi cangılın içinde kayıp bir seyyah gibi bulduk ki vah başımıza!

Afyon Lisesi eski mezunlar etkinliklerini güzelce bitirmiştik..

Toplu fotoğraf çektirmeler, gelecek yıl için tutulmayacak sözleri vermeler, ağdalı vedalaşmalar derken herkes İzbeli Konağı’ndaki “son kahvaltıdan” sonra yoluna gitti..

Beş altı oda sakini geride kaldık..

Kastamonu’yu pek beğendik ya! Hesapça bir gün daha kalacağız.. Tadını çıkaracağız..

Erkeklerin kafalarındaki plan Daday’daki İksir Otel’e dönmek.. Çay içip sohbete takılmak.. En fazla orman içinde bir yürüyüş..

Bilemedin meraklısı beygire binsin.. “O’nun Süvarisi” formatında bir iki tur atsın..

***


Bay Hasan’ın eşi El Hac Nilgün Hanım tutturdu dolaşalım.. O dolaşma diyor, biz çarşıda pazarda tur atma anlıyoruz.. Pekâlâ! Nereye gidelim?

“Ilgaz dağına..”

Bismillah! Ilgaz Dağı dediğin dikildiğimiz yerden yetmiş kilometre mesafede.. Ayrıca niye dağa çıkıyoruz? Orası da yeşil, burası da..

Köroğlu eşkıyasına asker mi yazılacağız? El Hac Nilgün Hanım ister de benim kardeşim, özellikle “Hanımefendi” artık zaptolunur mu?

Her biri kendi başlarına “Cepte Durmaz Perihan..”

Erkek lobisi olarak elbirliği yapıp, bunları zor bela Ilgaz’dan vazgeçirdik.. Bu kez başka bir hedef koydular..

“Kanyon’a gidelim..”

NE’TCEZ ORDA?

“Neresidir, ne var orada?” demeye kalmadı, kadın meclisi kararı aldı.. Yola çıkmak üzere otele döndük..

El Hac Nilgün Hanım bir mutlu bir mutlu..

Kadın el kadar ama dağ, tepe dedin mi Çakırcalı eşkıyasının birinci kızanından beter..

Geçen yıl hacca gitti, geldi..

Sevabını nereden topladı bilmiyorum ama Riyad’dan Cidde’ye, Mekke’den Medine’ye girmediği çarşı, bedesten, pazar yeri kalmadı.. Tespihten cep telefonuna kadar ne bulduysa yüklenip geldi..

Bu yıl hacca gidecekler onun yüzünden ne satın alırlarsa yüzde on fazla para verecekler..

Hasta da Beşiktaşlı’dır.. Bir ara tutturdu “Bana İbrahim Üzülmez forması getir..” diye..

Formayı tedarik edip getirdik.. Getirmez olaydık!

Şampiyon Beşiktaş’a ne olduysa o saatten sonra oldu.. Önce İbrahim Üzülmez’in futbol hayatı bitti.. Derken takım dökülmeye başladı..

Onca teknik direktörü boşuna koydular, asıl sebep bu kadındır..

Tek umudumuz otelde vazgeçirmekti bunları.. Otelin müdürü Mehmet Korkmaz hepsinden gayretli çıktı.. Müşteriyi memnun edecek ya!

“Kızlar aya gitmek istiyor..” desek bulutlara merdiven dayayacak..

Ne ara minibüsü tedarik ettin, ne ara rehber Ayhan’ı, gazeteci-kaptan Murat’ı evinden aldırdın? Bir baktık ki kanyon yolundayız..

Kanyon dedikleri Muratbaşı köyü sınırları içinde bir yer.. Yirmi üç kilometre uzunluğunda olup, dünyanın ikinci uzun kanyonuymuş..

Adı da “Ölüm kanyonu..” Turistin gözü korkmasın diye adını “Valla kanyonu”na çevirmişler..

***


Londra’da yaşayan Nil Porkare adında bir arkadaşım var ki yürüyüş fanatiğidir..

“Nil Hanım..” dedin mi aşina olanlar hemen “Şu durmadan yürüyen kadın mı?” sorusuyla araya girerler.. Ona “Yürüyüş var” de, oğlunun düğününden kaçıp gelsin..

Başıma bu işler geldikten sonra ona sordum..

“Yirmi üç kilometrelik bir kanyonu ne kadar zamanda geçersin?”

Biraz düşündü, hesabı geniş tutup “Sekiz, dokuz saatte..” cevabını verdi..

Bu soru bilgi yarışmasında çıksa, elenmişti.. Çünkü doğru cevap “sekiz günde..” olacaktı..

Evet o kanyon normal şartlarda sekiz günde geçiliyor..

Aha benim yolumun düştüğü yer de o kanyonun tam başlangıç noktası.. Sebep olanlar Allah’tan bulsun..

ÖLÜM KANYONU

Doksan kilometre yol gittik.. Son on beş kilometresi kıvrış kıvrış.. Bir yanımız orman örtüsüne saklanmış uçurum, öte yanımız sarp yamaç..

Yollarda telef olmadıysak Nilgün Hanım’ın hac turizmine harcadığı dolarlardan kazandığı sevap sayesindedir..

Sonunda kanyonun eşiğine geldik..

Daha ormanın içinden sekiz yüz metre yürüyeceğiz.. Orada bir platform kurulmuş üzerine çıkıp, kanyonun seyrine “kuş bakışı..” duracağız..

O sekiz yüz metreyi bir saatte aldık.. Yol daracık.. Adımını ya sivri taşlar kesiyor, ya patikaya sarkan dallar.. Her üç beş metrede bir de sığır dışkısından sini genişliğinde yer süsü..

Bir bastın mı ayakkabıyı at gitsin..

Karşına aniden çıkacak yaban hayvanları da olayın sürprizli tarafı..

Nefes nefese platformun eşiğine geldik..

Kızlarda bir neş’e, bir neş’e.. Kırk elli basamak dik merdivenleri, yeni baştan koca bulmuşlar da kına gecesine yetişiyorlarmış gibi tırmanıverdiler..

Başları göğe erdi..

Meğer eziyet daha bitmemiş.. Aynı yolu, bu kez yokuş yukarı olarak geri döndük ki nefes tükenmiş, kıçımızdaki yağları yakıp oksijeni oradan üretiyoruz..

Bunlar bu kez de tutturmasınlar mı “İlle de şelale göreceğiz..” diye..

***


O da milli park ilan edilen arazinin öte yakasında..

“Ulan bu akan bir sudur.. Nesini göreceksiniz? Açın musluğu seyrine bakın.. O da kendi çapında bir şelale..” diyorum ama ne fayda?

“Ilıca Şelalesi’nin..” yolunu tuttuk.. Tutmasan ne yapacaksın? Ev kadını kılığına girmiş bildiğin eşkıyanın elinde rehinsin..

Onu da gördüler, rahatladılar..

Otele gecenin on buçuğunda döndük..

Kanyonun seyri beş dakika, şelalenin seyri on dakika tuttu.. İki yüz kilometreden fazla yol yaptık.. Kendimize “boş gün” olarak ayırdığımız koca Pazar’ın yaklaşık dokuz saati minibüsün içinde geçti..

En uzunu bir elli yedi boyundaki üç kadın hepimizi telef etti.. Yazıklar olsun kalıbımıza!

Bu yaşadıklarımız Kastamonu’ya kadınlarıyla birlikte gidecek cümle yiğitlerin kulağına küpe olsun..

DİĞER YENİ YAZILAR