Dört yüz yıllık tımarlı arazi içinde kahvaltı!

Haberin Devamı

Kastamonu yazıları - 4

Vedat Milor Bey, taaa Amerikalardan gelip İzbeli Konağı’nda kahvaltı edecek.. Bunu hem gazetesinde hem de televizyon programında anlatacak.. Ben de taaa oralara kadar gideceğim, konağı görmeyeceğim.. Bir yanlarım duluk gibi şişer..

Memleketimizin, kendi kendisini yetiştiren tek gurmesi Vedat Milor Bey de olmasa Kastamonu Mutfağı denen şeyden de İzbeli Çiftliği’nin meşhur kahvaltısından da haberimiz olmayacaktı..

Bu aymazlık bizim gibi orta sınıf ahalisinin işi..

Yoksa zengin takımı işin çoktan farkına vardı.. Koç’tan Sabancı’sına, Eczacıbaşı’ndan Boyner’ine kadar buraya koşturup o lezzetleri taam etmeyen kalmadı..

Bunlar lezzet kovalayıcıları..

Bir de “Moda nerede, ben orada..” takımı var ki bunların para keseleri de heybetlidir lakin ağız tadı dedin mi orada nasipsizdirler..

Bu saydıklarım bir yere gitti mi onlar da iki vakte kalmadan arkalarından seyirtirler..

***


Şöyle açıklayayım..

Cope Luvac diye bir kahve var.. Dünyanın en seçkin kahvesi olarak bilinir, onun için de en pahalısıdır..

Bu kahvenin çekirdeği diğer yerlerde yetişen çekirdeklere üç aşağı beş yukarı benzer..

Ancak Sumatra gibi, tropik iklime yakın kimi yerlerde o kahve çekirdeğine bir haller olur.. Çünkü oraların kedileri bu kahve çekirdeklerini yerler.. Daha doğrusu yutarlar..

Sindiremedikleri için de gerisin geri çıkarırlar.. Köylüler o şeyleri eşeleyip çekirdekleri toplarlar..

Kedinin midesinde uğradığı asit saldırısı yüzünden o kahve çekirdekleri, eşi benzeri olmayan bir aromaya kavuşur..

O sebepten dolayı da Cope Luvac kahvesi hem üstün lezzettedir hem de fiyatı el yakar..

ARADAKİ FARK

Zenginin üç beş kuşak geçirmiş olanı, yani evrimleşeni bu farkı da gerçeği de bilir.. İçtiği kahvenin tadını buna göre çıkarır..

Şebek gibi her şeye heveslenen “yeni zengin” takımı da bu kahveyi mutlaka bir yerlerden duyar.. Onlar da tadar..

Ne var ki içtikleri kahvenin kedinin kıçından çıktığını bilmezler..

İzbeli Çiftliği’ni duyup koşturanların çoğu da bu hâller içindedir..

Kahvaltıda masaya her ne konmuşsa bu çiftliğe ait 860 dönümlük araziden çıkma olup; insanın etine et yağına yağ katar..

Hele kadınlar kendilerini hiç tutamaz..

Orta sınıf için sorun yoktur ancak zengin karıları yediğini içtiğini “Steatopoji” denilen bölgede stoklarlar..

Ondan sonra araya estetik cerrahları girer..

Estetikçi dilindeki “Steatopoji”nin (steatopyga) bizim gibilerin ağzındaki karşılığı “kıç yağı” olup, çekilebilen bir şeydir..

Boğazını tutamayan zengin karısı o yağı eninde sonunda bir cerraha çektirir fakat o nahiye de “yeni sürülmüş arazi” görünümünü kazanır.. Tadı yoktur..

Tövbe estağfurullah! Lafı İzbeli Konağı’ndan alıp nerelere getirdik..

Demek bizim kafa da kendi başına kaldığında seyirtiyor, ağzımızdan çıkan da “Seyrek bıyıklı asabi şahsiyetinki..” gibi zaptedilmez oluyor..

Allah ikimizi de ıslah etsin!

***


Sekiz yüz altmış dönüm arazinin orta yerinde dikilen İzbeli Konağı, memleketin bilinen en eski tımarlı arazisi..

“Tımar” dediğimizin meali şu..

Osmanlı’da mülkün tamamı padişah efendimizin malı olduğundan, arazi ihtiyaç sahibine belli yöntemlerle bedava verilir..

Misal tımarlı araziye sahip olanlar bunun karşılığında belli sayıda “Sipahi” dediğimiz atlı askeri besler, barındırırlar.. Cenk vakti tam teçhizat orduya gönderirler..

İşte İzbeli Konağı taaa Dördüncü Mehmet zamanında verilmiş bir tımarlı arazi.. Özelliği de dört yüz yıldır aynı ailenin elinde olması..

Son sahibesi de Sakine Hanım..

KEYİF ERBABI

Cumhuriyet’in ciddi ihmaline uğrayan eskinin Kastamonu sancağı yeni vilayeti, gelen ziyaretçisini barındırma konusunda biraz yetersiz kalmış..

Temsil, memleketin koskoca valisi geliyor buraya, doğru dürüst otel yok..

Eşrafın, yerel yöneticilerin ricasıyla Sakine Hanım gelenleri misafir etmeye başlamış.. Biriken tecrübe ondaki turizm potansiyelini ortaya çıkarmış..

Şimdi konağında kahvaltı düzeni içinde misafir ağırlıyor.. Kendisinin parayla pulla alâkası yok.. Yeterince zengin.. Öte yandan bu iş ona keyif veriyor..

Resmen hobisi olmuş.. Gelinleri, torunları mutfakta.. Oğlu Burak ortada.. Hep birlikte çalışıp her gün misafir ağırlamaktan kaynaklanan bir hengâmeyi yaşıyorlar..

Utana sıkıla kişi başı on beş liraya çıkardıkları kahvaltıda yok diye bir şey yok..

İçi pastırmalı “etli ekmek” burada çeşitlenmiş, yanına otlusu hatta yoğurtlusu eklenmiş..

Herşey organik ve akıl almaz lezzette..

Vedat Milor, buraları anlatırken Kastamonuspor’dan girmiş konuya.. Bir türlü üst lige çıkamayan takımı şehrin harika mutfağıyla kıyaslamış.. Lafının kuyruğuna da düğümü şöyle atmış:

“Her vilayetin mutfağına bakılıp bir süper lig kurulsa Kastamonu mutfağı ilk üçte olup, şampiyonluk için yarışır..”

El Hâk doğru..

Konağın duvarlarında Sakine Hanım’ın gençlik fotoğrafları var.. 57 model bir Amerikan arabasına dayanıp verdiği poz Sophia Loren’i kıskandırır..

Bir başka fotoğrafta Cumhuriyet Balosu’nda eşiyle dans ediyor..

Şimdi başını kapatmış, mütevazı bir köylü kadını görüntüsünde ama oğlunun şaka yollu sataşmalarından kurtulamıyor..

***


Kastamonu’nun simgesinin ayı olmasını savunan da o..

Kompleksiz, neş’eli bir adam..

Kendisini bana tanıtırken lafa “Abi ayı gibi göründüğüme bakma ben sanatçı ruhlu bir insanım..” diye başladı..

Kastamonu yerlisinin ayıyla bir problemi olmadığını da bir fıkrayla anlattı..

Kastamonulu ilk kez İstanbul’a gitmiş.. Eminönü kalabalığında yürürken, şaşkınlıktan birine sertçe çarpmış..

Canı yanan adam “Yuh ulan ayııı! Kör müsün? Önüne baksana..” diye bağırarak tepkisi göstermiş..

Kastamonulu cevabı oturtmuş..

“Valla senin ağzını burnunu şuracıkta kırardım ama ayı dedin gönlümü aldın..”

Konaktan ayrılırken Burak’a yeniden gelme sözünü verdim, evvel- allah tutacağım da!

DİĞER YENİ YAZILAR