Schopenhauer gelmiş neyime, kan damlar yüreğime..

Benim, dünya durdukça köşesinden kadınlara romantik romantik bakınası Haşmet Babaoğlu ile sağlıklı bir diyalog kuramayacağım artık iyice belli oldu.. Kabahat Haşmet’te değil ama tek başına bende de değil.. O çok derin ben ise kül tablası sığlığındayım. Sorun bu galiba..

Haberin Devamı

Benim, dünya durdukça köşesinden kadınlara romantik romantik bakınası Haşmet Babaoğlu ile sağlıklı bir diyalog kuramayacağım artık iyice belli oldu..
Kabahat Haşmet’te değil ama tek başına bende de değil.. O çok derin ben ise kül tablası sığlığındayım. Sorun bu galiba..

Bu bir gerçek.. Haşmet Babaoğlu ile frekanslarımız tutmuyor.. İletişim kurmamız icap ettiğinde ben ona mors alfabesi ile soru soruyorum.. O da e-mail yollayarak karşılık veriyor.. Odalarımız arasında bir sekreter masası sığacak kadar uzaklık var..
Lakin elinde askeriyenin dört kilo ağırlığındaki, on beş kilometre menzilli yaprak telsizi olsa nafile.. Haşmet’le konuşamazsınız..
“Çok susadım, su içtim..”
Bu hallerinizi anlatan bir cümle.. Aynı eylemi yaptıktan sonra kendinizi şöyle de ifade edebilirsiniz:
“Derunum âteş-i nar ile pünyan idiğünden bir kadehi lebriz abû hoşgüvar nuş iderek teskin-I âteş-I dilfikâr, bu suret ile iktisab-I ferah-I bişumar eyledim..”
Adamım susuzluğunu nasıl giderdiğini anlatırken, aynı işi gören bu cümlelerden ikincisine seçer, olaya bir de kendine dait derin mânâlar taşıyan iki üç ara cümlesi katar..
Dinlerken İSKİ’den fatura gelmiş gibi olursunuz..

***

Konu seçiminde sıkıntıya düştüğüm oluyor.. Bu hallerdeyken arada bir Haşmet’in odasına dalıp, onunla konuşmaya çalışırım..
Renkli, kültürlü insandır.. Bir laf eder adamın zihni açılır.. Ancak o lafı ağzından doğru dürüst alabilmek için insanda bir cinayet masası dedektifinin kararlılığı olması gerekir..
Olsun.. Sabırlı insanımdır..

Ne yazdın baba?
Geçen gün odasına yine bu amaçla girip “Ne yazıyorsun?” diye sordum.. Her zaman ki güleç ifadesiyle cevap verdi..
“Beşiktaş üzerine birşey yazıyordum.. Aslında bu Schopenhauer’in söylediği bir şeyle ilgili.. Adam Schopenhauer’un iyi öğrencisiymiş.. İnsanı şaşırtıyor.. Okay da Schopenhauer hakkında birşey yazıyor zaten..”
Aha!! Başımıza tuğlayı yedik işte..
Schopenhauer kim? Adam dediği yani öğrencisi kim? Beşiktaş’la ilgisi ne? Okay niye konuya maydanoz oldu?
On beş dakikalık bir sorgulamadan sonra çıkardım ki uzun cümlesinde “adam” diye söz ettiği Beşiktaş’ın hocası Lucescu..
Hemen spor servisinin paşası İbrahim Seten’i aradım.. “Sana atlatma bir haberim var..” deyip müjdeyi verdim.. “Beşiktaş galiba Schopenhauer adında birini transfer ediyor.. Sağlam bir yerden duydum..”

***

Belli ki İbrahim’in başı kalabalık.. “Tamam abi..” diye cevap verdi.. “Ben toplantıdayım.. Telefonu bizim Gökmen’e vereyim.. O notunu alsın..”
Notunu alsın dediği bizim Gökmen Özdemir.. Bir doksana yakın boyu var.. Genç spor yazarlarından.. İşinde hem yetenekli hem ısrarcı.. Israrcılığını yazılarından biliyorum..
Dövüşe dövüşe gazetede eli kalem tutanların çoğuna “dahi” anlamına gelen “de/da” eklerine “ile / ve / ise / ama..” gibi ayıraçlara virgül atılmayacağını öğrettik..
Bir tek Gökmen direniyor.. Bir de Senem Altan..
İkincisine diyecek lafım yok.. Şefin karısı.. Ayrıca Altan ailesinin çocuğu.. Koskoca Çetin Altan’ın torunu..
Yazarlık konusunda gayet velûd olan “Altanlar..” noktalama işaretleri söz konusu olduğunda yazı dünyamızın “Daltonları..” gibidir.. Katiyen kural tanımazlar.. Virgüldü, noktalı virgüldü veya başka bir işaret. Tavuk yemi gibi yazının içine rastgele serpiştirirler..
O yüzden Senem Altan’a bulaşamam..
Gökmen’in virgül ısrarındaki sebep başka.. Boyu aşırı uzun olduğundan kan dolaşımı yavaş.. Beynine normalden daha az kan gidiyor.. O sebepten yazı yazarken sıkıntı çekiyor.. Es vermesi gereken her yere bir virgül atıp kendini bir saniye için de olsa rahatlatıyor..
Her neyse.. Schopenhauer notumuzu o aldı.. “Hangi mevkide oynuyormuş?” diye sordu.. “At işte kafadan..” dedim.. “Kaleci hariç her yerde oynuyor, dersin..”
Nerede oynuyormuş, diye sorarken kıkırdamasından biraz kıllandım ama üzerinde durmadım..

Haşmet savaşa karşı..
Haşmet’le o gün Irak savaşı üzerine de tartıştık.. Şahsen hiçbir şekilde “yan toplara” çıkmıyorum.. Dikkat etmişsinizdir, Irak savaşına dair hiç fikir beyan etmedim.. Benim dikkatim daha çok bizim entel, dantel takımının üzerinde..
Bizim enteller “savaş..” lafından nefret ederler.. Doğrudur, savaş sevilecek birşey değil.. Lakin savaş kıvamındaki eylemlere de aldırış etmezler.. Git, bir memleket ahalisi tekmil kılıçtan geçir.. Eğer bunu yapmadan önce savaş ilan etmemişlerse mesele yoktur..
Temsil, Saddam tutup Halepçe’ye kimyasal bomba attı.. Elin zavallı Kürtleri oracıkta topyekûn can verdi.. Beş bin mi yoksa on bin mi? Sayısını bilen yok.. Bizim Ramazan Öztürk’ün dünyayı şok eden müthiş fotoğrafı orada çekilmedir..
Hani dizlerinin üzerine çökmüş, korumak güdüsüyle sarıldığı torunu ile birlikte can vermiş dedenin fotoğrafı.. Bizim şiddet karşıtı entellerden çıt çıkmamıştı.. Çünkü o cinayetin başında “savaş” sözcüğü yoktu..
Bir de bunlara “Samdam fobisi..” gelmiş..
Sanki atacağı Scut füzesinin Bebek Café’ye düşme ihtimali varmış gibi telaştalar..

***

Haşmet’le savaşı da konuştuk.. Doyurucu bir sohbet oldu.. Tek bir cümle içinde “parçalı bulutlu..” onbeş ayrı cümle daha yerleştirdiği için dediklerini elifi elifine anlamış değilim..
Çıkarabildiklerim şunlar..
“Savaş iyi birşey değildir.. Bazı durumlarda savaşa kötü de diyemeyiz ama olmasını da kabul edemeyiz..”
“Saddam kötü biri ama kötülüğü acaba bizim anladığımız gibi mi yoksa lider olarak yapması icap edenleri yaptığı için mi kötü görünüyor? Yoksa ülkesini kontrol altında tutmak istediğinden kötü olmadığı halde kötü adamı mı oynuyor?”
“Amerika bu savaşı istiyordu ama Amerikan halkı istediği için değil, halk adına anket yapıp savaşı halk istiyormuş gibi gösterenlerin savaş isteyip istemediklerini anlamak için bir de ülkeyi yönlendirenler bazında anket yapmak lazım..”
“Ben espesso’yu şekersiz severim.. Schopenhauer’u ise sade.. ”

Not: Haşmet’in savaş hakkındaki gerçek fikirlerini çözmek için mücadelemi sürdüreceğim..

DİĞER YENİ YAZILAR