Ilık bir bahar sabahı “son nefese” tanıklık..

Haberin Devamı

Şairin biri hayatı anlatırken ömür için “iki nefes arasına sıkıştırılmış..” benzetmesini yapmış.. İlk nefes bir doğum çığlığından sonra başlar ve hemen herkes için aynıdır.. “Son nefes..” ise kendine hastır; hâlden hâle, kuldan kula değişir..

Kuşca canını teslim etmemek için amansızca çırpınan, başını biteviye bir sağa bir sola çevirerek ağızdan sık nefes alan yüzünü seyrediyordum..

Yanı başına kadar çektiğim koltukta çaresizce oturmuş, onun yaşama inadından medet umuyordum..

Tıbbın yapabileceği her şey yapılmıştı..

“Umut” adına söylenebilecek her şey söylenmişti.. O söylenenleri en küçük bir şansın kalmadığını bile bile dinleyip, günlerdir kendimizi kandırıyorduk..

Mantık çıkış olmadığını söylüyordu, duygularımız ise onu inkâr etme hâlindeydi..

“Olur mu canım? Aslan gibi Raşit şuracıkta ölür mü?”

Dayımın oğlu ama kardeşten ileri.. En eski çocukluk arkadaşım.. Ömür boyu dostum.. “Kart” soyadı ile tescilli ailevi inadı da cabası.. Ölebilir miydi?

***


Kader beni ölümle mi imtihan ediyor acaba? Normal bir insanın ömür boyu göreceğinden fazlasını yaşattı.. Sadece gözümün önünde, tanık olduğum cinayet sayısı dörttür..

Ani gelen bir krizle yıkılma, hasta yatağında sessizce gitme, kaza bela sürprizleri dâhil her türlüsünü yaşattı bana..

Ancak “son nefesin” nasıl verildiğini hiç görmemiştim..

Benim için “Son nefes” deyimi; şairlerin, edebiyatçıların kullandığı bir benzetmeydi..

Ömrün son noktasını tarif etmekte olup yerleri de şiirler ve romanlardı..

“Enfâs-ı ma’dzde-i hayat” derler hani..

Tercümesi “Sayılı nefeslere bağlı hayat..” şeklindedir ve insan kısmına “ömür” adıyla verilen armağanı tarif eder..

O tarifteki son soluğun nasıl verildiği benim havsalam için gözle görülebilecek bir şey değildi..

“GÖRDÜM SENİ..”

Son aşamasını bile günler önce geride bırakmış bir hastalığın perişan ettiği beden uzanmış yatıyordu..

“Vücut ağırlığının yüzde altmışı kemiktir..” bilgisi bir kez daha doğrulanmış, yüz küsur kilolu; boylu boslu, pehlivan kalıplı adamdan kala kala bir avuç kemik kalmıştı..

İncecik, solgun bir derinin saklamaya çalıştığı bitap beden ise hızlı ve sesli nefeslerle “ben hayattayım..” mesajı veriyordu..

Acısının müthiş olduğu, her solukta sağa sola devirdiği başından belliydi..

Şuuru yerinde miydi, karısı ve iki kızıyla birlikte konuştuklarımızı duyuyor muydu, bilmiyorduk..

Ben eşine “Beni fark etmiyor, şuuru kapalı galiba..” diyecek oldum..

Acıyı kovmak ister gibi sürekli sağa sola devirdiği başını bu kez yukarıdan aşağıya iki kez salladı..

“Gördüm seni.. Gördüm seni..”

Sonra son bir çabayla elini uzattı.. Yatağın kenarına dayadığım elimin üzerine koyup, ne kadar gücü varsa, o kadar sıktı.. Beş on saniye sonra bıraktı..

Ölümün eşiğinde bu kadar sevinilir mi? Sanki “yaşayacak” müjdesi almış gibi oldum..

Ağzından tek kelime çıkmıyordu, çıkmadı da.. Son sözünü, son bir takatle uzandığı elimi sıkarken söylemişti..

Uzun arkadaşlıklar, o uzun zaman dilimi içinde geliştirilen dostluklar hep böyledir.. Fazla söze gerek bırakmaz..

İki dost göz göze gelir.. Sessiz bir bakışmadan bir araba yükü laftan daha manalı şeyler çıkar.. Bu da öyle bir el tutmaydı işte..

***


O çırpındı.. Teslim olmamak için inatla çırpındı.. Biz seyrederken bitap düştük..

Son zamanlarında karanlığı sevmiyordu.. Gece ışıklar hep açıktı.. Gün doğunca perdeleri açtık ki bahar sabahının ilk güneşleri ile odası şenlensin..

Apaydınlık, pırıl pırıl, ılık bir havada başında karısı oturuyordu.. Vazgeçmeyeceğine, bırakmayacağına o kadar inanmıştık ki bize daha günleri varmış gibi geliyordu..

Arka odada şöyle bir uzanmıştım.. Kızı Dilan seslendi.. Başına gittim.. Nefes almıyordu..

Dört çift göz, yüzüne odaklanmıştık.. Birden yeniden nefes aldı..

SON BİR NEFES..

Bir tıkanma hâlini giderir gibi derince çekilen sesli bir nefes.. Yine durdu.. Belki bir dakikaya yaklaşmıştı.. Bittiğine kani olduk.. Dillendiremedik..

Sadece küçük kızı Dilan’den itiraz geldi.. Nefes alıyor.. Yeniden dikkat kesildik.. O haklı çıktı..

Önce keskin ve kısa bir nefesi yorgun ciğerlerine çekti.. Zorlanma alameti olarak küçük bir sayha çıktı ağzından.. İki yaş damlası belirdi gözlerinde..

Biri gözün pınarında kaldı, diğeri aşağı süzüldü..

En nihayetinde sonuncu nefesini çekti, birkaç saniye tutup, sesli olarak bıraktı.. Hitam!

Enfâs-ı ma’dzde-i hayat’ın nefes-i hitamı..

Eşi Serpil’e, kızları Berfin ile Dilan’a, bir de baş belası arkadaşı bana sessizce ağlamak kaldı..

Hâlâ bittiğine inanamıyor yine de ağlıyorduk..

Gerisi çoğumuzun yaşayıp, öğrendiği şeyler..

Önce dost canlısı, fedakâr komşuların “dar gün” gayreti ki bu da bize mahsus bir şeydir.. Acısıyla yaşayanların canına derman olur..

Sonra yakın, uzak akrabaların birer ikişer koşup gelmeleriyle başlayan bize özgü bir destek kaosu..

Anadolu topraklarında, her ailenin acısından bir “Fellini filmi” plânları çıkar..

O acıyla söylenen sözler kimi zaman gönülleri yumuşatır, kimi zaman da saçmalamaya varır.. Teselli adına herkes kendi aklına uygun laflar eder..

Ölü evinde kusur aranmaz..

Bu kendi örfümüze göre gelişen bir ritüeldir ki saçma sapanlıkları da dâhil olmak üzere bir bütün olarak “iyileştirici özelliği” vardır..

***


Sevgili can dostum Raşit, ılık bir bahar sabahı gönüllerimizde birer kandil yakarak çekip gitti..

Her can kendi fanusundan çıkıp gittiğinde en sevdiği kırk yakınının gönlünde birer kandil yakarmış..

Zaman içinde o kandiller birer birer sönermiş..

O gönüllerdeki kırk kandilinden sadece biri hiç sönmezmiş, can bedende durdukça hep yanarmış..

Gönül penceresi önüne konan kandillere de yanma işaretini “son nefes” verirmiş..

Acımı siz dost okurlarla paylaşmak istediğimden elimden böyle bir yazı çıktı.. Haddimi aştımsa affola..

DİĞER YENİ YAZILAR