Anan erik, baban koruk! Nerden çıktın a teberik?

Haberin Devamı


Başlıktaki “Teberik” lafına takmayın.. Silifke yörelerinde yağsız, yavan yufkaya teberik derler.. Temsili olarak, tıbbın veya modanın çaresizlikte bir şey yapamayacağı kadın kısmının hâllerini bu beylik sözle tarif ederler.. Allah günah yazmasın..

Güzellik ve zayıflamanın söz konusu olduğu hâllerde kadının lügatında “umutsuzluk..” sözcüğü anlamını tamamen kaybeder..

Hatta lügate inat, umutsuzluk halleri “mucize beklentilere..” dönüşür..

Milattan üç bin yıl önce eski Mısır’ın zengin kadınları yüzlerini daha canlı, daha çekici göstermek için kafalarında bir koni ile dolaşırmış..

Huni değil, koni..

Akli durumu gösterme bakımından ikisi de aynı kapıya çıkar ancak eski Mısır’daki saraylıların veya zengin kadınların niyeti bu olamaz..

Beklenti? Daha canlı ve genç gösteren bir yüz cildine sahipmiş gibi görünmek..

Aynen yüz yıl öncesinin veya bugünün toplumlarında olduğu gibi..

***


Uygulama şöyle..

Saçınızın taşıyabildiği ölçekte bir metal koni yaptırıyorsunuz.. İçine hayvani donmuş yağ koyuyorsunuz..

(Meraklısına benden not: Merinos cinsi koyunun kuyruk yağı bu benzetmede Chanel’in 5 Numara diye bilinen parfümünün yerini tutar..)

Sonra o yağ dolu huniyi geniş kısmı aşağı gelecek şekilde başınızın üzerine yerleştiriyorsunuz.. Saçlarınız ile huniyi kapatan bir şekil yapıyorsunuz..

Etiler’deki “Ali, Mahmut, Abdullah, Osman” kuaförü bu işi mükemmel halleder..

(Kendime soru: Niye dört isim? Sanki Dalton biraderler Müslümanlığı kabul etmiş de..)

Siz Nişantaşı’nda, İstinye Park’ta gezinip salınırken, inceden inceye eriyen yağ, saçlarınızın arasından süzülüp önce alnınıza ulaşıyor.. Oradan yüzünüze yayılıyor..

ÇOK MANTIKLI..

Tabii siz de her işi devletten beklemeyip, olaya katkıda bulunacaksınız.. Yüzünüze süzülen o yağı arada bir ovalayıp teninize yayacaksınız..

Böylece cildiniz pırıl pırıl olup parlayacak.. Yüzünüze bir gençlik, bir taravet, bir başkalık gelecek..

Lafı buraya “Tabii yerseniz..” sözcükleriyle bağlayacaktım ama şimdi size iş çıkarmayayım diye vazgeçtim..

Neme lazım? Google’a girip Merinos cinsi koyunun kuyruk yağında ne kadar kalori var diye bakar, aklınız keserse o yağı tadarsınız..

Anlattığım bu teknik, beş bin sene önceki eski Mısır’ın kadınlarının “Ne var yani, ben kendim de güzelleşirim..” mantığının pratikteki hâlidir..

Zaman her şeyi değiştirir.. Günümüze kadar gelin.. Göreceksiniz ki kadın kısmının “güzellik umutları” hiç değişmez..

“Sekiz günde güzelleşti..”

Bu başlık, bundan seksen yıl önce İstanbul gazetelerine verilen bir krem reklamının tepesindeydi..

Biri fotoğrafçı, diğeri ressam elinden çıkma iki portre koymuşlar reklamın içine..

Temsili olarak ikisi de aynı kadın.. Yalnız fotoğraftakinin göz altında torbaları var.. Alnı da “Ya güzelleşemezsem?” endişesiyle kırışmış..

Sekiz günde güzelleşen kadın, nasıl güzelleştiğini anlatıyor..

***


Tokalon Kremleri’nden satın almış.. Sabahları beyaz kremi, geceleri de pembe kremi yüzüne sürmeye başlamış..

“Kendim bile inanamıyorum..” diyor reklamdaki metinde..

“Daha sekiz gün önce ağzımın kenarında kırışıklık vardı, gözlerim torbalıydı.. Alnımda çizgiler oluşmuştu..

Şimdi yüzümün geldiği hâl bütün arkadaşlarımı kıskandırmaya başladı.. Ben de onlara Tokalon Kremleri’ni tavsiye ettim..”

İşin aslı “Güzellik gazı vermek..” olduğunda kadınların beyin hücreleri kısa devre yapar.. O yüzden de bir kadın bile iki görüntü arasındaki farkı sorgulamamıştır..

Biri fotoğraf, diğeri ressam elinde çıkma tablo.. Bu ne iş, dememişlerdir.. Kimbilir Tokalon Kremleri ne satmıştır o günlerde..

HESABA BAK..

Moda dünyasının cinleri bu durumda ne yapsın?

Veya sağlık sektöründe “Yetti gayri hasta bakmak..” deyip niyeti kadınlık üzerinde bozanlar..

Tıp bilimi adına kadınlığa ne dayatılırsa kabul görüyor.. İnsan bedeni denen muammayı gerçek bilim adamları daha çözememiş..

Hele şimdi bunun bir de genetik dalı çıktı ki..

İnsanın bir milimetre küp hacmindeki kanında (Bir pirinç tanesinin yedi, sekizde biri..) altı milyon adet kırmızı kan hücresi var..

İnsan bedenindeki bir hücrenin yapısında “gen” diye bildiğimiz yazılı kodların sayısı on bin ile yüz bin arasında değişiyor..

Bunların şifrelerini alt alta yazdığınız zaman, “On bin ciltlik” kocaman bir Britannica Ansiklopedisi hacmine ulaşıyor.. Akıl alacak gibi değil..

Öte yandan kadınlık âlemine dön..

“Her gün yüz gram brokoli yemelisiniz..” de.. Açıklamasını da şöyle yap..

“Brokoli, zayıflamaya yol açan genleri güçlendiriyormuş..”

Bunu sabah programlarının bilmiş kızlarına bir söylettin mi “Brokoli esnafını” kimse tutamaz gayri..

Marketlere hücum olur..

O saatten sonra hiçbir kadına da “gen” dediğin şöyle bir şey, “bilim” dediğin böyle bir şey gerçeğini anlatamazsın..

Belki de kadın cinsinde, kendi görünümlerine dair bir “saflık geni” vardır..

O genin tetiklemesi ile güzelliğe, zayıflamaya dair önlerine ne koyarsan onu kapışıyorlardır..

***


Zaman moda anlayışını da güzellik anlayışını da değiştirip atıyor..

Büyük İskender’in rüzgârının estiği zamanlarda (Milattan önce yaklaşık üç yüz altmış sene..) o toprakların kadınlarını bir sarışınlık merakı sarmış..

Kadınlar potasyum hidroksit başta olmak üzere, saç rengi ağartan ne kadar bitki özü varsa kafalarına boca ediyorlarmış..

Mısır püskülü gibi saçlarla salınıp, erkeklerin akıllarını başlarından aldıklarını düşünüyorlarmış..

Tıpkı bugün kendine botoks tatbik ettirip, güzelliğini ikiye katladığını sanan kadınlar gibi..

Kadınlar erkeklerin bu konularda ne düşündüğünü kolay kolay bilemez.. Hele erkek evliyse..

Benim gibi gözü kara bir yiğit çıkacak da bunları anlatacak.. Erkekler için için gülecek.. Kadınlar hiç inanmayacak..

Varsın inanmayıp “Güzelin bahtı otun kökünde.. Çirkinin bahtı alın çatında..” desinler.. Uğraşsınlar bakalım!

DİĞER YENİ YAZILAR