Yırtıcının dişleri, kaba etimizi fena kırttırmış..

Haberin Devamı


Afrika’nın her türlü yırtıcısının ekmek çıkardığı vahşi Serengetisi’nde yaşamaya çalışan antiloplar, zebralar, büyük başlar gibiyiz.. Kuralları güçlü olanlar koyuyor biz bir gün daha otlayıp, o günü de sağ geçirmeyi kazanç sayıyoruz..

Celâl Bayar “Küçük Amerika olacağız..” lafını 1950’lerde etmişti..

Solculuk, 1961 Anayasası ile bünyeye on yıl gecikmeli girdiğinden “Küçük Amerika olma hedefini..” müjde gibi algılamıştık..

Tabii sonra o lafı sahibinin cebine soktuk ama koyunlara bir faydası olmadı..

O gündür bu gündür “Küçük Amerika” olma yolunda “gecikmeden dolayı” meydana halen hasarla itişe boğuşa ilerliyoruz..

Sosyal bilimciler “Vahşi Kapitalizm” tespitini asrın başında literatüre geçirdiler.. Onu da yetmişli yıllarda kullanmaya başladık..

“Vahşi Kapitalizm” denen şeyi kafa karıştırmadan, literatür paralamadan şöyle açıklayayım..

Güçlünün her zaman kazandığı, zayıfın her zaman ezildiği kuralsızlık zamanları..

Daha doğrusu “kuralları güçlünün koyduğu..” zamanlar..

***


Aaaa!! Aynen şimdiki halimiz gibiymiş..

Tabii rötarlı olarak.. Misal Amerika, mafyanın günlük hayattaki etkilerini 1920’li yıllarda yoğun olarak yaşadı..

Sistem haydutluğa karşı kurallar geliştirdi..

Çeteleşmenin sokakta adam tarayan hali otuzlu yılların sonunda bitti.. Şimdi de mafya var ama en azından sisteme entegre..

Bizde evvel emir “kabadayılık..” vardı..

Mafya tarzı çeteleşme seksenli yılların sonunda başladı.. Çeteler önce kabadayıların hakkından geldi.. Şimdi bizim canımıza okuyor..

Yasal olarak hâlâ şaşkınız..

Üç kişi öldüreni on sene yatırıp salan sistem, bir tepsi baklava çalana “Toros Canavarı” muamelesi yapıp on altı yılı yapıştırıyorsa, bu da “hukuki şaşkınlığımızın..” delilidir..

SERENGETİ GİBİ..

Amerika’nın 1940’lı yıllarda tamamen atlattığı “Vahşi Kapitalizm” hali, bizim topraklara gecikmeli geldiğinden buradaki şaşkınlığımız da devam etmekte..

Bir misal daha!

“Seyrek Bıyıklı Asabi Şahsiyet” metropollerde yolların araba işgâli altında olduğunu daha önceki gün keşfetti.. O da eski mahallesine gidince..

Kısıklı’dan çıkmayıp eski mahallesine gitmese aradaki farkı göremeyecekti..

Doğal olarak aklına bina yapanlara getirilen otoparkı da yapma mecburiyeti geldi.. Mülk sahiplerini bu yasal emri yerine getirmedikleri için çok ayıpladı..

İşleri çok olduğu için bu metropole beş yıl belediye başkanlığı yaptığını hatırlamadı..

“Vahşi Kapitalizm” denen şeyin beslendiği ortam Afrika’nın Serengetisi gibidir.. Dikkatli olan, savaşan yaşar.. Açık veren, kendini unutan kaybeder..

Sen kural koyarsın.. Apartman yapıyorsan, içindeki daire sayısı kadar araç alacak otoparkı da altına yapacaksın.. Yaptırımını da ilân edersin.. “Otopark yoksa altmış bin lira ceza..”

İşte seni Serengeti’nin geviş getiren gariban antilopu gibi yapan budur..

Mal sahibi bakar.. Otopark diye ayırdığı alana üç daire sığdırıyor, tanesi yüz elli binden dört yüz elli bin lira.. Çıkar para cezasını.. Net üç yüz doksan bin lira..

Niye yapsın otoparkı? Salak mı?

***


“Vahşi Kapitalizm” denen şeyin kreatifleşmiş hali de bizi vuruyor.. Yazıdan çiziden geçinenler, sahneden ekmek çıkaranlar. Teknolojiyi sanatsal üretim adına kullananlar..

Eser bırakıyorsun, ölüp gidiyorsun..

Çocukların, torunların dahi ona sahip çıkamıyor.. Sanki Reşat Nuri Güntekin’in “Yaprak Dökümü” romanı, Serengeti’de ölmüş bir Afrika mandasının leşidir..

Bütün yırtıcılar tepesinde..

Romanın her sayfasından bir bölüm dizi çıkardılar.. Roman tanınmaz hale geldi.. Dizinin bölüm sayısı, romanın sayfa sayısını geçti, kimse utanmadı..

UTANAN GİDER

“Vahşi Kapitalizmde..” utanma gerektiren şeyler çabuk telafi edilir..

Yazardan başlayıp, adını kullandığın esere emeği geçen kim varsa sömürürsün.. Eseri rezil edersin..

Sonra bir panel, bir konferans veya bilmem ne düzenlendiği zaman “Marifet (!) sahibi olarak” mikrofona çıkar iri laflar edersin..

“Vizyon sahipliği.. Dijital gelecek.. Aydınlık nesiller..”

Fazladan alkış alırsın.. Çünkü bizim ahmaklarımızın dilinden düşüremediği bir “Ama..” sözcüğü vardır ki kıçına ne taksan ahalimiz yer..

Yüzsüzlük eşittir dinamizm..

Haberi gazetede gördüm, sevinir gibi oldum.. Kültür işlerinin başına dikilen Hükümet Adamı’nın gayreti ile “Telif Yasası” değişiyormuş..

Birinciye gelen amaç da eserin bütünlüğünü korumak..

Yani Halide Edip’in Sinekli Bakkal’ını dizi yaptığında o diziye at sineklerini üşüştürmeyecekler.. Dizinin üstüne sinek ilaçlı bant reklamları ekleştiremeyecekler..

Dizi uzunluğunda “özet” yayınlayıp “Prime Time” denen kıymetli zaman dilimini beleşe getiremeyecekler.. Eser üzerinde tahrifat yapamayacaklar..

Hele durun.. “Yapamayacaklar..” derken bunların şarta bağlanacağını da hatırlatalım.. Eser sahibinden izin alırlarsa yapabilecekler..

İşte aynen “Apartman dikene otopark şartı..” gibi bir yaptırım düşünmüşler..

Burada eser korunmuyor..

Çünkü bir romanın telif hakkı devam ediyorsa, eser sahibine zaten bir para veriyorlardı.. Bunu ikiye, üçe, hatta dörde beşe çarpar aynı parayı yine verirler..

İstedikleri gibi oynarlar o eserle.. Bunun bir yaptırımı var mı? Bilmiyoruz..

***


Bir de miras yoluyla varislerine kalan ve süre açısından “telif hakkı..” özelliğini kaybeden eserler var..

Reşat Nuri’den Hüseyin Rahmi’ye, Suat Derviş’ten Ahmet Hamdi Tanpınar’a kadar.. Yüzlerce isim ve eser..

Hepsi artık kamunun ortak malı sayılıyor..

Bunların eser bütünlüğüne kim sahip çıkacak? Hükümet adamı lütfedip bunları kamu ile paylaşsa da biz de yandan kenardan bir katkıda bulunsak..

Unutmasın.. Vahşi Serengeti’nin tam ortasındayız.. Yırtıcılardan korunmanın tek şartı “sürü gibi” bir arada yaşamak ve tehlikeye karşı birbirimizi kollamak..

Dalgaya düşenin kabasını dişlerler..

DİĞER YENİ YAZILAR