Bizim sinema, İran sinemasını yener mi?

Haberin Devamı

Valla konu pehlivanlık

olsaydı “iman gücümüz” kavi olduğundan “yener..” derdim.. Ne var ki işin içinde başka ayrıntılar ve beklentiler var.. Oscar ödüllü İran filmi “Ayrılık” bu konuda gözümüzü açarsa, ödülü biz almış gibi oluruz..

Seksen dördüncü Oscar Törenleri üzerinden bir hafta geçti.. Memleketimizdeki fikir tarlasının “yarıcıları” bekliyoruz ki sinemamız üzerine doğru dürüst bir şeyler yazsın..

Bu konudaki hassasiyetim “En İyi Yabancı Film” dalında İran sinemasının zaferi üzerine daha bir depreşmişti..

Umduğumu bulamadım..

İran Sineması’nın elinden çıkma “Ayrılık” filminin kazandığı ödül bizimkilerde en fazla “Aaaa! Onlar aldıysa Nuri Bilge’nin filmi de birgün alır..” çağrışımı yapmıştır..

Lafının edildiği yerde de mutlaka “O meşhur hırkasını Oscar Törenleri’nde de giyer mi?” sohbetleri dönmüştür..

Alır mı alamaz mı?

***


Son Oscar Törenleri’nde adı geçen filmleri ve aday oyuncuların performansını, daha önceki törenlerde olduğu gibi, korsan piyasasından temin ettiği kopyalardan izleyen yerli kamuoyunun bu konuda kuşkusu yok..

Oscar Ödülleri, bizim kaderci anlayışımıza göre, hayatın armağan ettiği diğer zenginlikler gibi şans işi, baht işi.. Sayısal’ı tutturma gibi talih işi..

Kaderimizde varsa kazanırız..

Nuri Bilge Ceylan olmazsa, Zeki Demirkubuz.. O da olmazsa Semih Kaplanoğlu alır..

İslam ülkesi olduğumuzdan bizi şey etmeselerdi Mahsun kardeşimizin New York’a diktiği minarelerin birinden zaferimizi ilan edebilirdik..

ON ADAY OLSA..

Bir de müjdeli haber..

Oscar Ödülleri’nin statüsünde bazı değişiklikler yapılıyormuş.. Özellikle de “En İyi Yabancı Film” dalında.. Bu sene sayı bu statü yüzünden dokuzda kalmış..

On olsa bizim “Bir Zamanlar Anadolu” da aday olacakmış.. Lakin ödülü verirler miydi? Bana göre hayır..

Bir kere İran adına yarışan “Ayrılık” çok çarpıcı ve değişik bir filmdi.. İkincisi bizim “gişe kaygısı taşımayan” gamsız filmlerin akışı çok yavaş bulunuyor..

Türk sineması üzerine görüş belirten sinema üzerine otorite bir Amerikalı’nın fikri böyle..

(Not: Radikal’den Emre Korkmaz’ın Amerikalı Mark Johnson ile yaptığı bu röportajı Medyatava yayınlamıştı..)

“Hikâyeleriniz çok düz..” diyor adam..

“Karakterlerin çizgileri çok belli..” diye ekleyip darbeyi vuruyor:

“Sinemanızda sürpriz yok..”

Demek ki karakter üretme işinde; iyilerin mutlak iyi, kötülerin de dövülesiye kötü olduğu Yeşilçam Sineması ile aynı yerdeyiz..

Tek fark şimdiki sinemamızın, hikâye anlatmada, eskinin Yeşilçam’ından da yavaş olması..

Ben bu tespiti şöyle okuyorum..

“Sinemanızda akıl oyunları yok..”

Sinemada sürpriz üretmek, üstelik bunun bin türlüsünü görmüş olan, seyirciyi her seferinde şaşırtmak akıl oyunları gerektiriyor..

Yani işlek, keskin ve yaratıcı zekâ.. (Yine geldik aynı yere..)

Başı sonu belli olan bir hikâyeyi önüne çekeceksin.. Biraz karıştırıp, bir şeyleri sona saklayacaksın.. Sonra seyredene cırtım cırtım vereceksin..

Yapamadığımız bu..

***


Her türlü polisiye kategoriden bir iki dizi çıkaranların yaptığı bu.. Bizim yaptığımızın en iyisi de Pazar akşamları seyrettiğimiz Behzat Ç..

En ufak bir incelik, bir akıl oyunu yok içinde.. Birbirinden basit cinayetler ve birbirleriyle “Haaa.. Hııı.. Ne diyon laa! Sen mal mısın oğlum?” türünden kısa sayhalara iletişim kuran dedektiflerin o cinayetleri çözme gayretleri..

Tabii ki birinciye gelen etmen yine karakol zorbalığı, tokat, yumruk, küfür..

Haplanmış gibi bakan, bir profesörün makamına gittiğinde bile sorusunu “Lan!” hitabıyla bitiren “Suret-ül Beşer, Tabiat-zl Bakara..” türünden bir karakter..

Ahalimiz hayran.. Ağzı açık seyrediyor..

Diziyi yazanların IQ değerleri ile ahalinin ondan beş on puan eksik değerleri ekranda örtüştüğünden, reyting problemi yok maşallah..

FAZLACA DÜZ

Her sezon üç yüzden fazla cinayet çözümlemeli polisiye dizisi geliyor ekranlara..

Hem de ahalinin hiç seyretmediği diziler..

Hiç değilse bunlardan bir ikisini uyarla da Behzat Ç ve zır cahil ekibinin uğraştığı cinayetler bir şeye benzesin..

Mark Johnson bizim sinema karakterleri ve hikâyelerimiz için “Fazlaca düz..” derken, sinemada işlenen senaryoların IQ eksikliğini kibarca ifade ediyor..

Bekle ki yıkılsın bu duvar..

Oysa komşu İran’da inanılmaz güzel filmler yapılıyor ve çok güzel hikâyeler anlatılıyor..

Oscar’ı kazanan “Ayrılık” filminden çok daha güzellerini seyrettim İran Sineması’nda..

Dile kolay.. Beş bin yıllık bir kültür ve hikâye anlatma geleneği var arkalarında.. Üstelik sözlü değil yazılı..

Hükümet adamı Bülent Arınç’ın “medeniyet dili” diye tarif ettiği Türkçemiz’in ise yazıya geçmesi bin üç yüz senelik iş.. O da Orhun Kitabeleri dediğimiz taşın üzerine..

Sinema dediğimiz bir tür “hikâye anlatma” sanatıysa avantaj kimin görülüyor..

Bizim sinemayı keşfetmemiz ise (o vakitler bu işe sinematografi gösterisi deniyordu..) 1896’da bir büyükelçimizin Osmanlı Sarayı’na yazdığı mektup sayesindedir..

***


Saray bu zevki sekiz yıl sonra ahaliyle paylaştı..

29 Mart 1903’de hazırlanan bir nizamname ile Osmanlı’da sinema filmi çekme ve gösterme faaliyetleri zapt-u rapta alındı..

O da İkinci Abdülhamid’in özel merakı ve dikkati sayesinde.. Padişahın bu özellikleri olmasa bizim sinema ile tanışmamız 1930’lu yıllara kalırdı..

Televizyonla Irak ve Suriye’den bile yirmi beş yıl sonra tanıştığımızı hatırlayın..

Bu yüzden “Allah razı olsun Abdülhamid’ten..” deyip devam edelim..

İran da sinemayı bizimle aynı tarihlerde keşfetti.. 1896’da ilk sinema salonu açıldı ve yeni Şah Muzafferiddin o sene elli kadar İranlı genci, sinema öğrensinler diye Avrupa’ya gönderdi..

Bu bilgilerin ışığında, ilerideki yıllarda bir Oscar’ımız olur mu İran Sineması’nın yaptığını biz de yapabilir miyiz sorularına siz cevap verin..

Kıssadan Hisse: Komşunun t.....ı şişer.. Sefası bize düşer..

DİĞER YENİ YAZILAR