Gündem buysa fikir âleminin kralı da bu..

Haberin Devamı

Memlekette gündemin dörtte üçünü yüksek perdeden çıkarılan Haaayt! Huuuyt! Var mı bana yan çıkaran..” sayhaları oluşturuyor.. Kalan son çeyreğini de dünyanın gidişatı arasında kaynayıp gidin cılız itirazlar.. Ben tribündeyim..

Hele şükür, Libya üzerinden gelen sıcak hava dalgası başımıza musallat olan karlı günlerin hakkından geldi, iklim yumuşadı..

Yine Libya’dan gördük hayrı..

İsviçre polisinin Devrimci Kaddafi’nin zampara oğluna kötü muamele etmesi.. Kaddafi’nin İsviçre’ye kızması..

İsviçre’de tuttuğu on iki buçuk milyar dolarını (cep harçlığından biriktirdi) çekip Türkiye’deki bir bankaya aktarması..

Buna karşılık “Seyrek bıyıklı asabi şahsiyetin” kavgacı Kaddafi adına konulan “Barış Ödülünü..” alması.. Sonra tutup Kaddafi muhaliflerine arka çıkması..

Oydu buydu derken, hepsi unutuldu.. Çölden gelen sıcak hava dalgası vesile oldu da hatırlayıverdik..

***


Şu sıralarda dış politikada “sıfır sorunlu komşuluk..” politikasını bizim Halis’ten başka sallayan yok..

Onun merakı da “diplomatik” ölçülere bağlı değil kendi algısına uygun “delikanlılık..” kuralları üzerine..

Bizim ahalinin okumamışı evvelemir dış politikaya meraklıdır.. Bu âlemin siyasal figürlerini “pehlivan” gibi algılar, kimin kimi haklayacağını merak eder..

Koca altı yıllık İkinci Dünya Savaşı’nı İsmet Paşa ve çevresi başka şeyler konuşarak geçirdi..

Geriye kalanı da “Hitler gizli Müslüman mı değil mi?” tartışmasında kaldı..

Çarşı hamamında yunarken peştamalı düşüverince sünnetli maslahatı ortaya çıkıvermiş..

KANKALIK BİTTİ

Eğer ki Avusturya ordusunda onbaşıyken Hitler’i hamamda çıplak gören Türk askerinin kimliği belirlense belki bu konu aydınlığa kavuşacaktı.. Dış politika algılarımız da yeni boyut kazanacaktı.. Kısmet değilmiş..

Halis’in televizyon haberlerindeki çatışma görüntülerini seyrettikten sonra bana dönüp “Abey bu Esad bizim kankamız değil miydi?” diye sorması da bu kısmetsizliğin başka bir sonucu..

Tıpkı Talat’ın Kahvesi’nin şanlı meydancısı, eski İkinci Şube işçisi, büyük Türk düşünürü “Hapçı Şaban” merhumun Kenan Evren’in hallerini merak etmesi gibi..

Pakistan lideri Ziya Ül Hak’ın konvoyu Sultanahmet’ten geçerken Şaban görmüş..

Sormuş ne oluyor diye..

Tombalacı Yaşar da “Evren Paşa’nın yemeğine gidiyormuş..” bilgisini vermiş..

Bu kadarı Şaban için yetmiş..

Koştura koştura bana gelmiş “Abi..” demişti..

“Evren Pakistan’ın Arap Paşasını yemeğe çağırmış, Özel’e söylememiş..”

O yıllarda Günaydın Gazetesi’nde çalışan bana sözlü olarak geçtiği kriptonun tercümesi şöyle:

“Evren ile Özel (Özal) kankaydı hani? Bak avanta kayıntı var.. Arap Paşa’yı çağırıyor ama Özel’i ekiyor..”

Diplomatik delikanlılığa aykırı bir durum..

***


Bizim Halis’in şahsi gözlemlerinden çıkardığı diplomatik tespit böyle..

“Esad ile kanka değil miydik?” derken lafın ucunu “Seyrek bıyıklı asabi şahsiyete..” getirmek istiyor..

Ben şimdi ne cevap vereyim?

Evet, yedikleri içtikleri ayrı gitmiyordu.. Ne olduysa oldu.. Birden Esad’ın memleketinde çarşıyı karıştırdık.. Muhaliflerini azdırdık..

Sonra kenara çekiliverdik..

Ne Esad gitti ne de muhalifleri onun elinde kırılmaktan kurtuldu..

Kasımpaşalılık ile açıklanamayacak bir durum.. Açıklamasını burada yapsam bir öfkeli demeç de bizim için patlatır.. En iyisi kanal değiştirip Lig TV’ye zıplamak..

YOL ALMASIN..

Sonuncu Eğitim Reformu(!) üzerine iki laf etmeye kalkışan TÜSİAD Başkanı Ümit Hanım’ın kafasına bir saksı vurmadıkları kaldı..

Üstelik ilk gelen eleştiriler üzerine (4+4+4) reformuna kendileri iki kez ayar çektikleri halde..

Demek ki ilk çıkan hâliyle bir şeye benzemiyormuş.. Eeee? O zaman eleştirene öfkelenmek niye?

“Başkalarına yol olmasın..” hesabı mı?

“Ben patronların değil, halkımızın..” diye başlayan sözlü şiddet, kesin hedefi on ikiden vurmuştur..

“Patron” dedikleri makbzl insanlar değildir.. Elimizde bunun yeterince kanıtı zaten var.. (Bakınız: 1950-60 dönemi Yeşilçam filmleri..)

İki cebi kevgir gibi delik gezenler nezdinde “patronlar” genellemesi ile sırtı kalınlara vurmak iyi bir şeydir..

“Bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı..” repliğine sahip çıkan ne kadar SSK emeklisi, Bağ-Kur emeklisi varsa gururlarını okşar..

Kimse neyin tartışıldığını fark etmez.. Kendisini hükümet adamının şahsında; kızını kendinden esirgeyen zalim patrona tokat çakmış Kadir İnanır gibi hisseder..

Asıl mesele de kaynar gider..

Gerçi ümüğü sıkılan Ümit Hanım pes etmiş değil..

Çıkardığı “viiiyyk!” sesinin karşılığı “Benim lügatımda korku yok..” şeklinde gazete başlıklarına geçti..

Bu cılız “viiiyyk!” nidası yine de iş dünyamızın erkek kanadının da yüreğini ağzına getirdi..

O saatten beri iş dünyamızın şanlı erkeklerinden minicik bir destek lafı bekliyorum.. Gazeteleri bültenleri didikliyorum.. Tık yok..

Cümlesi kendilerini temsilen “Başkan” sıfatı taşıyan el kadar bir kızın eteğinin ardına sinmiş..

Delikanlılıkları, saçları civciv sarısı bir küçük burjuva kızına emanet edilmiş..

En azından Hüseyin Peyda’nın başrolünü oynadığı, cümlemizin anasını ağlatan “Mezarımı Taştan Oyun” filminin finali kadar hazin bir sahne..

***


Nereden takıldım bu konuya?

Oysa ben Mica Ertegün’in kocası adına Oxford’a bağışladığı kırk bir milyon doların geyiğini yapmaya niyetliydim..

Bünyedeki “Sıradanlık Geninden..” ilham alınarak yazılan yazılarda bu paranın niye İngilizleregittiği sorusu var..

“Bizde bir tane bile bağımsız üniversite var mı ki bağışı hak etsin?” sorusunu soran ise hiç yok..

Bir torba çimento ve bir sap demir ile temelini attığı fabrikanın “Yılda yüz bin tank, yüz bin top..” üreteceğine milleti inandırmaya çalışan siyasetçi mühendisin adını bir üniversiteye veriyorlar..

Mica Hanım’a laf sallayanlar bu üniversite için etek arkasına saklanan yiğitlerden bağış istesinler..

DİĞER YENİ YAZILAR