Meğer bendekiler bir çift temsili gözmüş..

Haberin Devamı



“Şükür her şeyi görüyorum..” deyip kendimi “görme engelli” vatandaşlardan ayırmam; akla ve bilime direnmem üç sene sürdü.. Sonunda pes ettim.. İşbu göz hikâyesini hepinizin başına gelme ihtimali olduğundan “ders çıkarasınız” diye anlatıyorum..

1950’lerden kalma çocuk eğlencesidir..

Seyyar tezgâhın üzerinde tek mercekli, dürbüne benzer bir alet.. Fotoğraf makinesinin gövdesine benzeyen haznesinin içinde bir çark..

Çarkın üzerinde on iki adet resim..

Altmışlı yıllarda o resimlerin yerini renkli dialar alacak.. Düğmeye bastıkça çark dönüyor, senin tek gözün hizasına bir resim denk geliyor..

Artık Kâbe’nin hac zamanı çekilmiş fotoğrafı mı olur? Kayanın üzerine tünemiş altı balık üstü insan, yarı üryan, deniz kızı mı olur?

Arizona’nın çölünde at gezdiren kovboylar mı.. New York’un gökdelenleri mi artık senin bahtına..

***


O resimleri beş kuruşa, on kuruşa seyrettiren adam bir yandan fotoğrafın yerleştirildiği bir çarkı kare kare yürütür, bir yandan da potansiyel müşterilere “gel gel..” yapmak için bağırırdı..

“Al gözüm, seyreyle dünyayı..”

Tek gözünün dayandığı dürbün bozması mercek, resmi kocaman büyütür, seyredenin algısını sinema salonuna taşımış gibi olurdu..

Kendi gözünün merceği..

Üzerine aletin dürbününkine benzeyen merceği.. Tek bir kare resimden veya fotoğraftan türeyen hayalleri büyütür Allah büyütürdü..

Şimdi “Al gözüm, seyreyle dünyayı..” ticaretinin hasını Steve Jobs yaptı.. Herkesin elinde, cebinde, kıçında bir minik alet.. Bir tuşla dünyayı seyrettiriyor..

KATARAKT NE Kİ?

Eğer ki oturduğun yerden dünyanın seyrine duracaksan illa ki bir çift göz lazım.. Şahsen sağlam olduğu taktirde tekine de razıyım..

Bizim iki göz zaman içinde almış başını gitmiş..

Vaktiyle lazer operasyonu geçirip ikisini de onar numara miyoptan sıfırlatmıştık.. Yirmi sene içinde eskisinden beter hale gelmiş..

Üstelik her iki gözün iki merceği de katarak illetinden mustarip..

“Katarakt” ne mi?

Hani temizlenmiş levreği “buğulama..” yapmak üzere yayvan tencereye atarsın.. Soğanını, biberini, domatesini (kereviz de yakışır) yanına ekleştirirsin..

Tane karabiberi de kattıktan sonra kısık ateşte kendi suyuna pişmeye bırakırsın ya!

Balık pişip de sofraya konacak kıvama geldiğinde gözleri beyazlaşır.. Çünkü göz mercekleri haşlanıp mum gibi olmuştur..

Aha “katarakt” da öyle bir şey..

İnsan kısmının göz merceği zaman içinde, onun ısısıyla sanki pişiyor.. Giderek saydamlıktan çıkıp mumlaşıyor.. Gözünün önünde perdeyle geziniyorsun..

Benimki tam mumlaşmamış ama eli kulağında.. O yüzden sağ gözün miyopisi üç buçuk dereceye çıktığı halde “On bir derece miyop” gibi görüyorum..

Sol gözün arızası bir buçukluk olduğu halde oradan da dünyaya beş buçuk derece miyop bakıyorum..

Üstelik görüyormuş gibi yapıyorum..

Eve yüz altmış iki ekran televizyon getirdik ki yazlık sinemaların perdesinden iki karış daha kısa..

Saltanat koltuğum da o dev ekrana iki metre mesafede.. Yine de filmlerin alt yazısını okuyamıyorum..

***


Bir de futbol merakımız var.. Maçı topu görmeden seyrediyorum.. Adamlar ne yöne koşarsa hangi kalecinin başının belâda olduğunu öyle anlıyorum..

Futbol merakın varsa doğuştan teknik direktör sayılırsın..

O gözle ne görüyorsam artık, basıyorum eleştiriyi.. Basıyorum suçlamayı..

En çok bulaştığım da hakemler..

Ben ne görüyorsam tam tersine karar verip beni çıldırtıyorlar.. Yeğenim hakemlerden yana çıkınca bir de ona sinirleniyorum..

“Yahu dayı..” diyor.. “Hem görmüyorsun hem de herkesten daha kesin konuşuyorsun..”

İşin orası, yani iddia faslı yiğitliğin şanındandır.. Yanılırken gebersen de kuyruk tava sapı gibi dik duracak..

KÖR UÇUŞU GİBİ

Gece görüşü tamamen bitmiş.. Ben trafikteyim..

Son olarak yolu ikiye ayırmak için ortaya dikilen kısa, kırmızı direkleri altıma alıvermişim..

Yanımda oturan kız arkadaşım “Görmüyorsun..” tutturmasında.. “İlle de gözlerini kontrol ettir..” diyor..

Ben üzerlerine çıkıp saydıra saydıra gittiğim direklerin hesabını “dalgınlıkla..” açıklıyorum..

El kadar kız haklı çıksın da yiğitliği şanı yerlerde mi sürünsün?

Kendime numaralı gözlük de yaptırmıştım.. O da işe yaramayınca bu kez gözlüğü yaptırdığım firmaya bulaştım..

Elimde gözlükle gittim mekânlarına..

“Buna hatalı cam takmışsınız, gözüm görmüyor..” dedim..

Adamlar camları cihaz yardımıyla incelediler.. Reçete değerlerine baktılar.. Bir kusur yok.. Nezaketlerinden “Senin gözler iptâl” de diyemiyorlar..

Benim tüketici hakları, işini iyi yapma, müşteriye saygı konularında verdiğim öğretici vaazı dinliyorlar..

Yazlıktan komşum Cengiz Sezer’in karısı Ayşe’nin gözlüklerini denemiştim.. İyi gibi gelmişti.. Gittim reçetesiz olarak aynısını yaptırdım..

“Katarakt” olayından habersiz olduğumuzdan başlarda iyi gibi gelmişti.. Artık o da işe yaramaz oldu..

Akşamları dışarı çıkacağız diyelim.. Ben arabaya doğru yürüyorum.. Kız arkadaşım, çocuklar “Taksiyle gidelim..” diye tutturuyorlar..

Güvensizlik beyanının kibarcası..

***


Sonunda pes ettim..

Gözlerimi sıkı bir kontrolden geçireceğim.. İstanbul Cerrahi’den Doktor Sinan Göker ilk ameliyatımı yapmıştı.. Son derece güvendiğim bir doktor..

Lakin ara ki telefonunu bulasın.. Benim ikinci elden yetmiş beş liraya aldığım ilkel alet bir konuşmaya bir de kaydettiğim numaraları kafasına göre yok etmeye yarıyor..

Dünya Göz Hastanesi ise evin yakınında..

“Bahtımızı bir de orada deneyelim..” deyip kapısına yürüdüm..

Doktor Pervin Hanım’ın karşısına oturdum.. “Ver gözüm, seyreyleyelim dünyayı..” derken aklımdaki basit bir göz kontrolü ve gözlük için doğru numaraydı..

Katarakt aklıma bile gelmiyordu..

YARIN: “Seni ameliyat paklar..”

DİĞER YENİ YAZILAR