Öyle bir laf etti ki yıkılmıştır Auster..

Haberin Devamı


Paul Auster çekişmesine katılıp, özgürlük yorumuyla düşünce hayatına yeni bir boyut getiren İçişleri Adamı’nı şahsen alkışlamak istiyorum.. O muhteşem özgürlük tarifi ile tartışmayı sürdürmek niyetindeki muhalifleri şokladığı için..

Beylik sorudur, tembel gazeteci klişesidir..

Yakaladıkları kişiye “En çok neye gülersiniz?” diye sorarlar.. Sonra vereceği cevabı peşin peşin komik kabul edip yüzüne sırıtarak bakarlar..

İlle bekledikleri türden bir cevap bulacaksın ki soru sahibinin kafasındaki “komik düğmesine” de basmış olasın..

“Maymunun kıçını kaşımasına gülerim..” dersen ezberi bozulacağından şaşırır..

Benim de başıma geldi..

Röportajdı neyimdi derken bana da sık sık aynı şeyi sormuşlardır.. Her birine ruh halime uygun bir cevap vermişimdir..

Şu sıralarda ise en çok “kendini zekice laf etmiş sayan..” siyaset adamlarına gülüyorum..

ŞAMPİYON KİM?

Haftadan haftaya favorilerim değişiyor..

Misal “Seyrek Bıyıklı Asabi Şahsiyet..” geçen haftanın birincisiydi..

Brooklyn’de mukim yazar Paul Auster ile giriştiği laf kavgası nefesleri kesti..

Adam, tutuklu gazeteciler yüzünden iki ülkeyi ziyaret etmeyi düşünmediğini söyleyip bizim memleketin adını da Çin ile birlikte telaffuz etmişti hani!

Vaaay! Sen misin konuşan..

“Seyrek Bıyıklı Asabi Şahsiyetin..” cevabı anında geldi..

“Gelsen ne oluuur? Gelmesen ne oluuur?”

Tabii bu lafları günlük iletişim ihtiyacını dört, beş yüz kelime ile idare edenlere karşı ettiğinde çok etkili oluyor..

Ağızları açık dinleyip, alkışı basıyorlar..

Devir “ileri demokrasi” devri olduğundan, kelime haznesi yüksek olanlarda bile, itiraz edecek hâl yok..

Eminim, bir iki kişinin aklından Davos Vak’ası geçmiştir..

Hani “Seyrek Bıyıklı Asabi Şahsiyetin..” hesaplı kitaplı celâllendiği televizyon oturumu..

Davos’u kastederek “Daha da gelmem..” demişti..

Kurban olmuşum Türkçenin böyle güzel kullanılışına.. Ö yüzdendir ki futbol maçlarını “Yaparaktan.. Ederekten..” diye zamlandırıp, anlatanlara hayranımdır..

Hele bir de kadından “bayan” diye söz ediyorsa..

“Daha da gelmem..” ifadesi bu yüzden benim gönül tellerimi titretmiştir..

Yine de ahalinin kimi aklı erenleri gibi bu laftan sonra nefesimi tutup beklemiştim..

Ya postayı yiyen kişi başka bir yerde, kendi ahalisinden dinleyenlerin önüne çıkıp da “Davos’a gelsen ne oluuur? Gelmesen ne oluuur?” lafını yetiştirirse diye..

***


Bu gelsen ne olur gelmesen ne olur, sorusu tehlikelidir.. “Bel kemerimden aşağısı Kasımpaşa..” tarifi gibidir..

Lafın muhatabı bir eyyam şoklanır.. Kendi kendine “Hakkat yav! Gitsem n’olur gitmesem n’olur?” diye sorar.. Kendi de işin içinden çıkamaz..

Gol, lafı söyleyenin hanesine yazılır..

Gerçi dağarcığımızda bundan ağırları da vardır ama “Diplomatik nezakete..” uymadığından uluslararası meselelerde pek kullanılmaz..

“Köprü altı cam cam.. Öpsün seni amcam..” dersin, karşındakinin dili içine kaçar..

Biz bundan çok daha hafifini kullanmıştık.. Sabah tayfası olarak Hürriyet’le polemiğe girdiğimizde..

AL SANA CEVAP

Polemik de polemikti haaa! Laflar havada mermi gibi uçuşuyordu.. Karşılıklı olarak birbirimizi laf manyağı yapmaya çalışıyorduk..

Bizim “cevabi polemik risalemizde” kullandığımız bir laf işi bitirdi.. “Onu öyle demezler, peynir ekmek yemezler..”

Edebimizdendir ki “Eğer seni öpmezsem..” şeklindeki devamını yazmadık..

Koca Hürriyet o saat lâl oldu..

Şu sıralarda fötr şapka ile fotoğraf çektirip, şapka devrimini yeniden canlandırma gayretine giren Ertuğrul Özkök Bey o zaman yöneticiydi..

Lafın ağırlığı ezberini bozduğundan, karşılık veremedi.. Boynu bükük kaldı..

Bunları yaşayıp, bildiğimden “Gelsen ne oluuur? Gelmesen ne oluuur?” cevabını diplomatik kazançlar hanemize yazıyorum..

Bakın Paul Auster’da hâlâ çıt yok..

Bu geçen haftanın olayıydı.. Şu sıralarda Zaptiye Teşkilatımız’ın başına dikilen hükümet adamının lafıyla yatıp kalkıyorum..

Durduk yerde Paul Auster’a gönderme yaptı..

“Sıkıntımız nedir?” diye sorup cevabı kendisi verdi: “Özgürlük..”

Televizyon başında nefesimi tutmuş, dinliyorum..

Hükümet adamı gözlerini şöyle muzipçe kıstı, yüzünde “Şimdi size öyle zekice bir laf edeceğim ki..” gülümsemesi belirdi..

O gülümseme lafın muhatabına “Sen beyinsizin tekisin.. Sıfatımdaki gülücükten anla ki seni küçümsüyorum..” mesajını verir..

Orada kalmadı.. Kimilerinin jestten, mimikten anlamayacağını varsayarak meseleyi dillendirdi..

“Hangi özgürlükten bahsediyorsun.? O zaman tutuklanınca da şikâyet etme..”

Vurucu kısmı hemen geliyor:

“Dışarıda özgürlük yoksa, dışarıyla içerinin bir farkı yoktur demek ki?”

Lafım baskı var, özgürlük yok deyip ağlaşanlara. Aldınız mı arabadan hıyarı?

Bu benzetmenin zekice (!) tarafı şu..

Sayın hükümet adamı ya günlük hayatta sahip olduğun her türlü konforu kaybetmenin “hürriyetsizlik” olduğunu kabul etmiyor..

Veya bizim cezaevleri öyle konforlu ki senin evinde ne varsa orada da o var, demeye getiriyor..

“İçerisiyle dışarısının farkı yoksa yat aşağı.. Hapisliğin tadını çıkar..”

Dağılmıştır Paul Auster tayfası..

***


Benim niye güldüğüme gelince.. Kasıt yok.. Ben bu lafın söylendiği sırada kameraların tespit ettiği “alaycı gülümsemeye” takıldım..

Sayın hükümet adamının bu lafları ettikten sonra salondakilere bakıp “Bu dediklerim aklınıza hiç gelmemişti di mi?” tebessümüne..

Son iki yüz yıllık tarihimizde bunu geçecek tek lafı divan toplantısına katılan bir Harem Ağası etmişti..

Paşaların arasındaki konuşmadan düşman donanmasının Çanakkale Boğazı’ndan geçebileceğini öğrenmişti..

Harem Ağası birden masaya serili haritaya abanıp, iki eliyle boğazı örtmüş, sonra Padişah’ın gözlerine bakarak “Kapadiiii..” diye bağırmıştı..

Aklıma devamlı bu sahne ile hükümet adamının lafları geliyor..

Gülüp duruyorum.. Belki de sinirlerim bozuldu..

DİĞER YENİ YAZILAR