Deprem üzerine hesaplı Kitaplı boş konuşmalar..

Haberin Devamı

Hayata dair bir teorem.. “Bir musibet, eşittir, bin nasihat” Bu teoremin sonucu dünyanın her tarafında işler.. Sadece bizde işlemez.. Misal, iki kere iki dünyanın her yerinde dörttür.. Bize gelindiğinde bu sonuç beş de olabilir yirmi beş de..

Spotu okurken “abartmış!” diye düşüneceksiniz ama abartmıyorum..

Bizim ahalinin aklının nasıl işlediğini bildiğimden “Az bile söyledim..” fikrindeyim..

Aklı erenlere sorun bakalım..

Dünyanın hangi memleketinde, bir araziden geçen fay hattının rotası “Belediye Meclisi..” veya “Vilayet Encümeni..” kararı ile değiştirilmiştir?

Biz yaptık..

Jeologların “Altından fay hattı geçiyor..” diye işaretleyip, topografik haritasını çıkardığı araziyi imara açmak için yaptık..

Bilim adamları; buraya ev yapılmaz, çünkü fay hattı geçiyor.. Deprem olduğunda o evler hem ileri geri sallanır hem de dipten gelen dalga vurur, diyor..

Meali taş üzerinde taş kalmaz..

***


Toplumsal aklımız bu bilimsel gerçeğe, kuru kafadan çıkan akılla laf yetiştiriyor;

“Bize bir şey olmaz!”

Bundan sonrası mı? İşi kitabına uydurmak.. Evvel Allah, orada kimse bizimle rekabet edemez..

Şeytan bile stajyerlerini eğitmek için bizim bürokrasiye emanet ediyor.. Üstüne üstlük “Ben ne öğrendimse onlarda fazlası var..” deyip sıkılıyor..

Altından fay hattı geçen araziyi bu akılla imara açtık.. İmara açmadan evvel de bürokratik bir kararla o fay hattını, geçtiği yerin sekiz kilometre doğusuna taşıdık..

Nerede mi? Hem de defalarca “deprem tokadı” yemiş Erzincan’da..

Artık fay hattı hâlâ oradan geçmiyorsa kendisi bilir.. Bizim bürokrasi yakasına yapışır..

NE FORMÜLÜ?

Bizim coğrafyada Erzincan’dan başka “Bir musibet bin nasihat eder..” formülünün daha iyi işleyebileceği bir yeri bilen varsa beri gelsin..

Erzincan dediğin şanssız ilimiz yetmiş iki yılda üç kez depremle yıkılıp, yeniden yapılmış..

Neresinden bakarsan bak kaza belâ rekortmeni..

1939 depreminde otuz sekiz bin can gitti Erzincan’da..

Bütün ailesini o depremde kaybedip seksenli yaşlarında yapayalnız kalan bir köylü kadın vardı..

Buruş buruş yüzünde acısı; bölgeye gelen Cumhurbaşkanı İnönü’ye sarılmış, ağlıyordu.. O fotoğraf 1939 Depremi’nin simgesidir..

O fotoğrafı pul üzerine bastırdık.. Mektupların üzerinde elden ele gezindi.. Yani toplumsal hafızamıza kazındı..

Bir işe yaramadı..

Haydi birinci depremde acemiydik, kalfalığı ikinci depremde yaptık diyelim.. Üçüncü Erzincan depreminde acının ustası olmuştuk..

Bir akıllı iş çıksaydı elimizden.. Üç felaketten sonra çıka çıka “Fay hattının yerinin kararname ile değiştiren..” fıkra gibi karar çıktı..

Akıl ve izan sahiplerinin susakaldığı yerdeyiz..

Şüpheniz olmasın, Van Depremi’nden sonra da böyle olacak.. Önce zaman acıyı azaltacak.. Sonra gündeme düşen başka konular olayı tavsatacak..

Van Depremi Haberleri gazetelerin birinci sayfaları şurada dursun, iç sayfalarına bile giremeyecek..

Meşrebimiz malûm..

Mide bulandıran starlardan (!) birinin evlenmesi, boşanması, karı dövmesi, çocuk düşürmesi bu memleketi depremden beter sallar..

***


Deprem gibi afetlerle başa çıkmanın iki şartı var.. Akıl ve bilim..

İkisi yan yana geldiğinde, bunları yan yana getiren sabır ettiğinde çare bulunuyor..

Sual: Peki bunun bizim ahaliye bir faydası var mı? El cevap: Kesinlikle yok..

Neden derseniz önce bilim sonra akıl, bizim insanımızın midesinin kaldırmadığı iki şeydir..

Hele ki bilim.. Hele ki akademisyenler.. Ortak aklımızın birinciye gelen düşmanı (!) bunlardır..

Kendimizi Avrupalı sanıyoruz ya! Ölçüyü oradan vereyim.. Avrupa’da akademisyenlere, yani bilim adamlarına bizim kadar düşmanlık yapan bir ülke yoktur..

Bırakın Avrupa’yı küçümsediğimiz Orta Doğu’da bile yoktur..

HASMIMIZ BİLİM

Bir ahalinin birinciye gelen hasmı “bilim” oldu mu o memlekette akıl varsa bile hayır bekleme..

Bilim ne derse tersini yapar, yerel siyasetin oyuncağı olarak hayatın maskarası olursun..

17 Ağustos’taki Marmara Depremi diye bilinen afetten sonra güncellenen imar yasasına göre yapılan kamu binaları, her sallantıda sapır sapır dökülüyor..

Bilim, ahalinin hayrına bir akıl üretip tedbir öneriyor.. Kendine yontan başka bir akıl o tedbiri bozuyor..

Sonuçta imar yasaları ne kadar güncellenirse güncellensin kaderimiz hep aynı..

Kendimizi depreme karşı güncelleme işi 17 Ağustos Depremi’nden sonra başladı..

Başımızda da Bülent Bey vardı.. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı o depremi en son duydu..

Yakın çalışma arkadaşlarının ağzından dinledim..

Gecenin üçünde yaşanan depremi ona haber vermemişler.. “Öğrenip de ne yapacak?” demişler.. “Adam yaşlı, bırakalım uykusu bölünmesin..”

Sabahın dokuzunda aldı haberi başbakan..

Afet bölgesine gitti..

Dünyanın “iridyumlu telefon” diye bilinen, uydu aracılığı ile kutuplarda bile konuşmaya imkân veren bir alet kullandığından haberi yoktu..

Bütün bakanlarının elinde birer adet “iridyumlu telefon” olduğundan bile habersiz Başbakan, TRT kameramanının karşısına geçti..

Acil yardım çağrılarını TRT kamerası üzerinden memlekete yaptı.. Ankara’ya da talimatlarını yolladı..

Herkese “illallah” dedirten imara dair son güncellemeler onun devr-i iktidarında başlamıştı..

***


Bu gidişatta vatandaşın dahli yüzde yüzlüktür..

Nasıl bir sağduyumuz (!) varsa, adamı gençliğinde değil de en kibar haliyle “demans” dediğimiz ileri yaşlılık illetinin başladığı devirde, getirip tepemize oturttuk..

Bu toplu icraatımız.. Bireysel olanı da var..

İki kat izinli binaya iki kaçak kat çıkıp, iki kez affa uğrayan; beşinci katı çıkmasına izin vermeyen belediyeyi hükümet adamına şikâyet eden deprem bölgesi sakini gibi..

“İyi ki vermemiş, kendi mezarını elinle kazıyorsun..” diyen siyasiye verdiği cevap deprem kadar tehlikelidir..

“Ölürsek ölürüz.. Versin ruhsatımı..”

DİĞER YENİ YAZILAR