İç donu ile entarinin önlenemez saltanatı

Haberin Devamı

Yerli cinsten bütün modacılara, tasarımcılara, stilistlere sesleniyorum.. Elinizden geliyorsa “moda” dediğiniz şeyi getirip Ege’nin diğer sahillerine de sokun.. Cumhuriyet hükümetlerinin yapamadığını siz yapın, biz de alkışlayalım..

Göz kestirimi söylüyorum.. Chaneli’nden Armanisi’ne, Missonisi’nden Ferresi’ne kadar bildik bilmedik ne kadar marka varsa; hatta İvana Sert’in tasarımlarına kadar hiçbir ürün Ege’nin taşrasına girmemiş..

Ahali denize meraklı..

Denizde çimmeye müthiş meraklı.. Lakin bırakın Avrupa’nın Amerika’nın sıkı markalarını, yerli ürünlerin de gazete ilânlarından bildiğimiz kalın firmalarından iz yok..

Cumhuriyetin kulları denizde çimerken otantik takılıyor..

Ergenlerden delikanlıya; oğlan çocuklarının kısm-ı umumisi siyah don benzeri bir şeyle giriyor denize..

Bu siyah don Yeşilçam jönlerinden Eşref Kolçak abimizin “Yayla Kartalı” filminde Neriman Köksal ablamızı su kenarında kucaklarken giydiği “don görünümlü” mayonun aynısı..

***


Filmin adı “Yayla Kartalı” ise suyun orada ne işi var.. Özellikle de mayolu artistlerin, diye merak edenler için ayrıntı vereyim..

“Yayla Kartalı” filmi ülkemizin kültür ve sanat merkezi Haymana’nın eski adıyla Sındıran Köyü, yeni adıyla Yenice Beldesi yakınlarında çekildiğinden böyle icap etmiş..

Senaristin “Yayla Kartalı” adını taşıyan konusu kırsalda geçen bir filmde neden “plaj sahnesi..” yazmaya ihtiyaç duyduğu ise belli değil..

Belki yapımcı parayı takıyordu, o da intikamını böyle aldı..

Neticede meseleyi Haymana bağlarının altından geçen Hasan Ağa deresinde halletmişler..

Siyah renkli, uzun paçalı keten don mayosu ile Neriman Köksal hanımı kucaklayan Eşref Kolçak abimiz de bu görünümü ile “çimmek isteyen” cümle yiğitlere rol modeli olmuş..

UMUMİ RESİM

Ege’nin kırsalında denize girilebilecek hangi kıyıya gitsem gördüğüm manzara bana Eşref Kolçak abimi hatırlatıyor..

Az ilerimde kırk yaşlarında, kebabın yağlandırdığı gövdesi ile yağlı güreş efsanelerinden Katrancı Mehmet Pehlivan’ı andıran, saçı dökük bir abimiz genişçe bir simide binmiş ellerini vurarak denizi köpürtmeye çalışıyor..

Deniz simidi, değirmen taşı heybetindeki mabadının altında “fistül yastığı” gibi kalmış..

Üç metre ilerisinde dikilen, deniz simidi gasp edildiği için zırıl zırıl ağlayan daha doğrusu ağlama efekti kullanıp şirretçe bağıran bir oğlan çocuğu var..

Anaları ise başında beyaz yazmadan çatması, üzerinde mavi entarisi ile beline kadar denizde, kocasına hayran hayran bakıyor..

Suda otuza yakın kız veya kadın var..

Kızların tamamı bikinili.. Kadınların bir kısmı tek parça mayolu, çoğunluk entarili..

Bir haftadan beri “Haşema” dedikleri deniz kıyafetinden eni topu bir tane gördüm..

Genel manzara bu..

Manzaranın tek aykırısı, adının Makbule olduğunu öğrendiğim bir teyze..

Eskiden denize entarisi ile girermiş.. Hacca gidip geldikten sonra bünyesine bir uhreviyet çökmüş, o günlerden beri de denizi kendine haram kılmış..

Şu anda saat akşam üstü beş.. Biraz evvel koyduğum derece sapıtmadıysa, sıcaklık kırk bir dereceyi gösteriyor..

Hacı Makbule Hanım da haklı olarak kendine koyduğu “deniz yasağını” gevşetiyor..

Denize inmiş.. Üzerinde ayak bileklerine kadar uzanan elbisesi, başında sıkı bağlanmış bir eşarp.. Oturmuş kumlara.. Elindeki plastik maşrapayı denizden doldurup doldurup tepesinden aşağı döküyor..

Oley be! Sonunda deniz kıyısına “hamam kurnası” muamelesi çekeni de gördük bu memlekette..

***


Lafı markadan açıp, yazının peşrevini buna göre yaptık ama bizim ahali, evvel emir, mayo denen nesneye içi ısınmamıştır..

Erkekliğin tarihinde, kısa paçalı donların yeri İkinci Dünya Savaşı sonrasındadır...

Amerikan Savunma Bakanlığı, kendi askerine dağıttığı uzun paçalı donları tasarruf amacıyla şort gibi kısaltmasaydı hâlâ iki kat pantolon giymiş gibi dolaşacaktık..

Kısa paçalı donlarla, bizim ahalinin denize açılma hevesi aynı tarihlere denk geldiğinden bu kaos yaşandı..

Vatandan don ile mayo arasındaki farkı bir türlü anlamadı.. “O da kısa bu da kısa.. Niye donla yüzülmesin?” deyip nerede su gördüyse “Ya Allah!” çekip içine daldı..

MAYO SAVAŞI

Denize, havuza donla girilmesi yeni cumhuriyeti kuran kadroların sinirine çok dokunan bir şeydir..

Özellikle de Ankara başkent ilân edilip, yöneticileri İstanbul’la rekabete girdikten sonra..

Gençlik Parkı’nın devasa havuzu Ankara’nın deniz özlemidir.. Havuzun ilk halinde kıyısında taşıma kumla yapılmış plajı bile vardı..

Çağdaş cumhuriyetin öncüsü olan Ankara çocuklarından çoğu o havuza donla girerdi..

Onun da evveliyatı var..

Atatürk Orman Çiftliği’nin içinde inşa edilen Karadeniz Havuzu.. Anlattığım havuz 1920’li yılların yatırımı..

Daha şehir plânları ortada yokken havuz tamamlanıp denize hasretlik çekenlerin hizmetine sunulmuş ama “iç donunun mayo muamelesi görmesi..” engellenememiş..

Devlet uyarmış.. Havuza iç donuyla girmeyin..

Vatandaş “Ne farkı var..” diye inat etmiş.. Vatandaş inatsa devlet ondan inat!

1932’de devlet kararlılığını göstermiş.. Havuzlarda mayosuz, iç donuyla çimmeyi yasaklamış..

***


Tek partininkiler dahil, gelmiş geçmiş hükümetlerin ahaliye koyduğu yasaklardan sadece “iç donu” ile alâkalı olanı sökmemiştir..

Devletin eli nereye uzanıyor ve iç donu taraması yapıyorsa ahali oraları ıssızlığa veya bir avuç elite terk edip; kendi keşfi sularda dilediği gibi çimmiştir..

Vatandaşın iç donu hep özgür kalmıştır..

Tabii kadınların da mayo niyetine kullandıkları entariler..

Bodrum, Çeşme, Marmaris gibi Ege’nin İstanbul istilasındaki sayfiye şehirlerini geç, coğrafyanın geri kalanında manzara-i umumiye budur..

Vatandaşı iç donu ile onlardan nisa taifesinin giydiği allı güllü entariler, bildik bütün markalara galiptir..

DİĞER YENİ YAZILAR