Bakalım bu kalbur dereden ne getirir?

Haberin Devamı

Çocuk yetiştirme işinden söz ediyorum.. “Kalbur” dediğin iri gözenekli elek, bizim çocuk yetiştirme işimizin remzidir.. Niye mi girdim bu konuya? Hayatta üç şey hiç çekilmez.. “Su tıpırtısı, alacaklı lakırdısı, bir de çocuk zırıltısı..

İstanbul’un tatilci ahalisi “Deniz Otobüsü’nde kafayı çocuklara şey ettirmek..” kaçınılmaz bir ritüeldir..
İstanbul dışına mı çıkıyorsun?

Bursa’yı by-pass edeceksen illa ki Deniz Otobüsü’ne bineceksin..

Bindin mi? Sırada katlanmak zorunda olduğun yaklaşık iki saatlik azap var demektir ki bu işlem; azıp, ipini koparmış çocuklar tarafından yerine getirilir..

Tövbe diyeyim, İDO işletmesinin bu işte en küçük bir kabahati yok..

Bugüne kadar ellerinden gelen herşeyi yaptılar, her yöntemi denediler.. Ne çocuk azgınlığını ne de onları peydahlayan ana babalarının gamsızlığını aşabildiler..

***

Ne yapsın İDO’nun paşaları?

Her sefer sırasında gereken anonsu yapıp büyükleri uyarıyorlar..

“Sayın yolcularımız..” diye başlarlar anonslarına..
Kelimesi kelimesini aklımda değil ama mealen “Çocuklarınızı yolculuk boyunca yanınızdan ayırmamanız..” diye devam ederler..

Bunun manası “Çocuklarınızı yolcu koltuklarının arasına salmayın.. Sürüler halinde koşuşup çığlık atıyorlar” demektir..

“Seyir güvenliği açısından..” sözcükleri ile başlayan gerekçenin aslı “Uyumak isteyen yolcularımızın kafası ütüleniyor..” şeklindedir..

ÇOCUK TERÖRÜ

Uyumadan bindim feribota.. Tek ümidim iki saati uyuyarak geçirip, yola devam edecek güç toplamakta..
Ne mümkün?

Şair Ahmet Arif bir şiirinde “Dört yanım p..t zulası..” diyor hani.. Benim dört yanımda ise anaları, babaları tarafından zulalanmış çocuklar..

Hani ben ki “çocuk delisi” tarifesine girerim.. O kadar çok severim çocukları.. Her feribot seferinden sonra içimi; tabii geçici olarak; insani olmayan, vahşi hisler doldurur..
Feribot çıkışı kahvaltımı Susurluk Outlet’te yapayım dedim.. Ulusoy’un çok güzel bir tesisi var..

İçinde bir sürü yiyecek içecek mekânı.. Klima ile ısısı o günün havasına ayarlanmış geniş bir lobisi.. Harika bir tuvalet düzeni..

İşletmeci yöneticisine bravo!

Gel gör ki feribotu teslim alan “Kuduruk Çocuklar Çetesi”nin en seçkin elemanları da ilk molayı burada veriyor..

Feribot müşterisine “Yandım Allah” dedirten gürültü terörünü burada da yaşatıyorlar..

Üç yaşındaki bir kız çocuğu.. Hafif tombul.. Sürekli kendi etrafında dönüp çığlık atıyor.. Başı yeterince döndüğünde kıç üstü düşüyor..

Sonra kalkıp kaldığı yerden başlıyor..

Otuzlu yaşların biraz üstündeki anasından babasından tık yok.. Kızın gözü de bana takık.. Bekliyor ki ona sırıtayıp, ne şeker şeysin, gibisinden kompliman yapayım..

Ben de tınmıyorum..

İnatçı çocuk döne döne, çığlık ata ata yanıma geldi.. Durdu.. Gözlerini bana dikti.. Niyeti beklediği iltifatı zorla almak sanki..

Anası babası benim masaya bakmıyordu.. Feribot seyahatlerinde içimde oluşan canavar eyleme geçti..

Çocuğa “Sen ne çirkin şeysin öyle..” dedim..

“Buradaki en çirkin çocuk sensin..”

Deminden beni kudurup, terör yaratan kızın özgüveni yerle bir oldu.. Döndü, kös kös annesinin babasının yanına gitti..
Oh bee! Dünya varmış..

Küçük bir kalp kırıldı ama içim huzur doldu..

***

Diğer çocukların kudurma eyleminde bir kesinti yok.. Analarına babalarına bakıyorum..

Ya sırıtarak çocuklarının hiçbir tarife girmeyen azgınlığını, yüzlerinde “Bu mucizeyi biz yarattık..” ifadesiyle seyrediyorlar..

Veya önlerindeki yemeğe odaklanıp çocuğa hiç bakmıyorlar.. Böylece çevreye “Bu Allah’ın cezası yaratıkla bizim hiç alakamız yok..” havası basıyorlar..

İkinci kategori anne ve babaları daha iyi anlıyorum.. Tabii benim hissettiğim gibi hissediyorlarsa..

O FARK KALICI

Yolculuk bir disiplindir..

Çocuğa yolculukta bu disiplin duygusunun verilmesi ve adap öğretilmesi onun eğitiminin kaçınılmaz bir parçasıdır..
Çocuğa; umuma açık yerlerde nasıl davranacağını böyle böyle öğretirsin.. Baharda çayıra saldığın sıpaya yaptığın muameleyi yolculuklarında çocuğuna yapmazsın..

Yaparsan o çocuk sana benzer.. Onun çocuğu da kendisine benzer..

Bizim bebelerle yabancı bebeler arasındaki fark işte böyle yolculuklarda ortaya çıkar.. Özellikle dış hattan uçuşlarda..

Elin adamı da çocuk taşır.. Bakarsın o çocuk annesinin babasının çevresinden ayrılmaz.. Kendi kendine oynarken de sesiyle, patırtısıyla kimseyi rahatsız etmez..

Bizimkiler ise dopingli yarış beygiri gibi zaptedilmez..
Bizim bebeleri hep oyalamak zorundasın.. Kendi kendilerine oyalanamazlar çünkü.. Bıkıp da yakasını bıraktın mı çevrenin başına bela olurlar..

Bu kademe kademe hayata yansır..

Batılı babanın yüz milyonlarca doları vardır.. Üniversite çağındaki çocuğuna o yaz elli bin dolar harcar, ona tenis dersi aldırır..

Öte yandan aynı çocuğun altına bir araba çekmez..
Çocuk üniversite harçlığından arttırdığı para ile bir döküntü alıp gezer..

***

İsim vermeyeceğim.. Adamın zengin bebesi Avrupa’nın bir merkezinde okuyor ve on sekizini bitirince kendine bir otomobil alıyor..

Baba İstanbul’dan arabanın markasını soruyor.. Orta sınıf modellerden biri olduğunu öğrenince küplere binip, Görgüsüzlük Anayasası’nın ilgili maddesini yürürlüğe koyuyor:

“Hemen git, kendine bir Aston Martin al..”

Baş üstüne.. Çocuk da ilk kazasını bir hafta sonra Aston Martin ile yapıyor..

Araba parça parça.. Çocuk şimdi yarı sakat..
Memleketimizin ne kadar ilerlediğini göstermeye yarayan rakamlar var hani.. Kulak asmayın onlara..

“Çocuk yetiştirmekteki..” farkı gösteren bir rakam yok elimizde..

O fark kapanmadıkça da Türkiye ihracatta Avrupa Şampiyonu olmuş hatta Ay’a gitmiş kaç para?

Eldeki bu çocuk malzemesi hayattaki firesini illa ki verir.. Lafa gelince hepimiz dik duruyoruz ama unutmayın..
“Boş başak da dik durur..”
Başını eğen dolu başaktır..

DİĞER YENİ YAZILAR