İstikbâl göklerde

Pazar pazar sofistik takılacağız ama yukarıdaki başlığa bakıp, aşağıdan bir eleştiri beklemeyin.. Kendime soruyorum bu soruyu.. Atatürk'ün bu lafının yazıldığı her yerde kafayı havaya dikip bakman ahalimizin aklına inat kendimi cezalandırıyorum..

Haberin Devamı

İleride inşallah çok para kazanan bir köşe yazarı olduğumda, yani parayı koyacak yer bulamadığımda yapacağımı biliyorum..

(Buradan gazeteye güvendiğim mânâsı çıkmaz.. Bir sistem buldum, düzenli Sayısal Loto oynuyorum.. Bir gün mutlaka!)

"Ne yapacağımı biliyorum.." dememle aklınıza hemen "Yat alacak.. Yok Yok kat alacak.." tercihleri gelmesin.. Onlar benim işim değil.. Hayal gücünden nasipsizlerin tercihleri olabilir..

Benim yapacağım şu:

Kocaman bir TIR alırım.. Kasasını kütüphane gibi düzenletirim.. İçine de iyisinden iki eleman tıkar, arkamdan gezdiririm..

Faydası?

"Yahu şu neydi? Nasıl olmuştu? Hangi yıllardaydı?" gibi zekâ tıkanmasından kaynaklanan sorulanına cevapları çıkarıp önüme koyarlardı..

Şu son iki günde başıma iki iş geldi.. Babamın ikinci ameliyatını yapan Doçent Dr. Uğur Mungan'ı hem birinci ameliyata soktuk hem de üniversitede ana bilim dalı başkanı yaptık..

Kız kardeşim "Uğur Bey hastanenin üroloji bölümü başkanı.." diye fırçayı atınca bir de ona diklendik..

"Sana ne? İstersem Tıp Fakültesi'ne dekan yaparım.." diye..

Dün de başka bir unutkanlık duvarına tosladık.. Hani Kırşehir'den çıkma "Efendi verdiğin maya işe yaramadı.. Mayan maya bozuk çıktı.. Hayır teyze senin sütün bozuk.." atışması vardı ya! O'nu okuduğum derginin adını bir türlü çıkaramadım..

Balık hafızası
"Gün" sözcüğü ile başalyan birşey ama benim dilimin ucuna ille de Gündoğan geliyor.. Bodrum'un beldesi.. Sevgili arkadaşım Yavuz Donat oranın fahri cumhurbaşkanıdır..

Orayı geçince Yalıkavak gelir ki oranın cumhurbaşkanlığını da Kenan Evren'den Ali Şen devralmıştır..

Halbuki çok da güzel notlar almış, yazıya evde hazırlanmıştım.. Sen tut derginin adını yazmayı unut.. Oradaki emeğe saygısızlık etmek de istemiyorum..

Çaresiz "yuvarlamaca" yapıp ismi kaynattık.. Şimdi özürlerimle beyan ediyorum.. Dergi'nin adı "Günışığı" idi.. İçeriği de çok da hoşuma gitmişti..

***

Yazdığın yazılarda, alenen değilse bile satır aralarında "ahalinin aklı ile uğraşıp" iki de bir "balık hafızası.." benzetmesi yaparken kendi hafızamızın da "istavrit kapasitesinde" olduğunu yazmazsak olmaz.. Okura haksızlıktır..

Bu arada baştan sona dikkatle okuduğum "Günışığı" dergisinde Hacıbektaş Şenlikleri'nin programını gördüm.. Etkinlikleri gün gün, saat saat sıralamışlar..

Bakın yine dergi yanımda olmadığından elifi elifine yazamıyorum ama günlerden birinde yapılacak etkinliklerden birinin adresi olarak Cacabey Parkı gösterilmiş..

Alın size bir "balıkçıl hafıza" tartışması daha!

Hacıbektaş ve yöresi Anadolu Türklüğü'nün kalesiydi.. Arap, Fars etkisindeki Selçuklu ve Osmanlı'dan farklı olarak kendi geleneklerine, törelerine sarılan bu insanlar; sırf bu nedenle yüzyıllar boyu kıyıma uğradılar.

Bağlılıklarının bedelini kılıç altında can vererek ödediler..

Kafam karıştı..
Adı, Türkmen kıyımının yapıldığı bu şehirlerde parklara verilen Cacabey de "Türkler'i kesme politikasının" uygulayıcısı olarak Kırşehir'e yönetici olarak atanmıştı..

İşi Türkleri yıldırmaktı.. Bunun için de onların en güvenilir örgütlenmesi olan Ahilik kurumuna savaş açtı..

Şeklen, Anadolu'yu istila edip Türkmenler'i kılıçtan geçiren Moğollar'a boyun eğen Selçuklu Sultanı'nın valisiydi ama kılıcına kuvveti istilacılar veriyordu..

Mevleviler de Seçluklu-Moğol işbirliğinde Türkmenler'in karşısındaydı.. Bütün dini makam ve imkânlar onlardan alınıp Mevleviler'e veriliyordu..

Hal böyleyken Cacabey adının bu yörede bir parka nasıl verildiğini anlamış değilim.. Allah bilir kılıç altında can veren Ahi Evran'ın heykelini de bu parka dikmişlerdir veya yenisini dikmeyi düşünüyorlardır..

Haydi bakalım, biri gelsin bunu bana açıklasın..

***

Kendi adıma çıkardığım sonuç şu.. Demek ki "balık hafızalı" olmak sadece genetik bir sonuç değil aynı zamanda bulaşıcı birşey..

Ahalinin balık hafızasından ben besleniyorum, sonra oturup yazdıklarımla onları ben besliyorum..

Ortada bir ticaret var ama benim kârım yok..

Mafya yenilmez..
Bir esnaf örgütlenmesi olan "Ahilik"te dört evre vardır.. Yamaklık, çıraklık, kalfalık ve ustalık.. Birbirine yüzde yüz itaatle bağlı bir beraberlik ve üretim anlayışı..

Çocukluk ve delikanlılık yıllarında bunların etkilerini görüp yaşadım.. Şimdi kalmadı.. Bütün işlerden izleri silinip gitti.. Sadece iki sektörde ayakta duruyor..

Biri futbol sektöründe.. (Ama sadece futbolu oynayanlar ve oynatanlar için geçerli..) diğeri de mafyada..

İkisinde de yüksek kazanç var..

Özellikle mafyanın kendi iç örgütlenmesi Ahilik geleneklerine çok benzer. O yüzden de kolay kolay yenilmiyorlar..

***

Osmanlı düzeni kapı kulluğuna dayanırdı.. Cumhuriyet de giderek ona benzedi.. Memuriyetin bir geleneği vardı mesela, yok oldu.. Siyasiler onlan kapıkulu haline getirdiler..

Eeee! O zaman o memur sana kapıkulluğu yapacaksa daha fazla ödeyen mafyaya niye yapmasın?

Geleceği mafyada görmem bu yüzdendir..

Kendi payıma treni kaçırdım.. Vaktiyle iyi bir mafya şirketine leşker kaydı yaptırsaydık, televizyondan Gaziantep-Fenerbahçe maçını seyretmek varken şimdi burada hıyar gibi oturup bu yazıyı yazmak durumunda kalmazdık..

Zaten kabiliyetim de yok..

Eski yazılarımdan birinde itiraf ettiğim gibi..

Heves ettik.. Ruhsatlı silahımızı belimize takıp bir davete gitmeye kalktık, onu da donumuza düşürüp aleme rezil olduk.. Demek ki kısmetimizde yokmuş.. Belki bir sonraki hayatta..

DİĞER YENİ YAZILAR