Defedin gitsin şu hipofiz cücesini..

Haberin Devamı

Lafım Formula’nın sahibine.. Kimsenin ilgi göstermediği üç günlük yarışı bünyemize sokup, milyonlarımızı piste gömdürdü.. Bir de “Yüzde yüz zam yoksa Formula’yı götürürüm” diye tehdit ediyor.. Götürmezsen boyun daha da kısalsın e mi?..

Formula 1 denilen şoförlük mucizesi can çekişiyor.. Zaten gelişine aklımız yatmamıştı.. Gidişine de o sebepten kayıtsız haldeyiz..

Niye mi geldi?

İstanbul’un dünya şehri olmasına katkıda bulunmak için.. Sosyal hayatını daha da renklendirmek için.. Turizmi hoplatmak için.. Yatırımcısına ve yanlamacılarına milyonlar kazandırmak için..

Niye mi gidiyor?

Yukarıda saydıklarımızdan hiçbirini yapamadığı için.. Üstüne üstlük yıllık 13.6 milyon dolarlık ücretini 26 milyona çıkaramadığı için..

Özetle bu işe para yatıran memleket büyüklerini bir kez daha kazıklayamadığı için..

***


Gelelim ana fikrimizin “Ben demiştim..” faslına..

Yazar kısmının en keyif aldığı yer burasıdır.. Yazar çizer, atar tutar..

O yazıların kuyruğuna “Benden söylemesi..” cümlesiyle düğümünü atar.. Kırk yılda bir dediği çıktığında da oturup “Ben dememiş miydim?” yazısı yazar..

İşte bugün o gündür..

Yıllarca E5 otoyolunda; minibüsünden şehir otobüsüne, taksisinden özel otosuna kadar her çeşit araçla kapışmış bir sürücü olarak Formula 1’e en başından karşı çıkmıştım..

“Elin Formula pilotunun bizim minibüsçülere ne üstünlüğü var da millet gidip seyrine dursun?” diye sormuştum..

HAKLI ÇIKTIK

İstanbul ahalisi çok yaşasın, bizi yanıltmadı..

Orta yerinde Boğaz köprüleri bulunan iki otobandan birine çıktıklarında, yarış keyfinin en hormonsuzunu günde iki kez yaşayan insanımıza Formula 1 hafif geldi..

1970’li yıllardan kalma Serçe’nin, trafik akışının yavaşladığı bir yerde yolun sol şeridine geçip bir Ferrari ile tampon tampona gittiğini görmüşüz..

Üstelik o Serçe’nin sürücüsünün, dünyadaki hiçbir yarış pilotunda olmayan bir özgüvenle “asabi selektörler yaparak” önündeki Ferrari’den yol istediğine tanık olmuşuz..

Uzaya, modifiye edilmiş Zeytinburnu minibüsü ile çıkıp Apollo ile kapışmak gibi bir sahne.. Bunu görenleri Formula yarışı keser mi?

Yöntemleri de para etmemiş besbelli..

Formulacılar bir ülkeye girdiler mi önce bu işe zihnen yatkın bir meraklı kitlesini taraftar yapmak için gayret ediyorlar..

Kim bunlar? Gençler..

Birinciler, baba parası ile altlarına çektikleri lüks araçlarla piyasa yapıp hava atanlar..

Üniversite yollarında arabalarını kapıştırıp arada bir kendilerini telef edenler..

Baba parası yiyen çok.. İçlerinden Formula’ya yatkın olanları piyasa yaparken arabalarından çıkan gürültülü müzikle teşhis edebilirsin..

Nişantaşı, Ulus, Etiler yollarında piyasa yaparken bangır bangır “cis tak” müziğine vuruyorlarsa, bunlar Formulacı bebelerdir..

***


Eskiden müzik çala çala dolaşanların niyeti başka olurdu..

Haydi açıkça söyleyeyim..

Sadece “Pezevenk taifesi” arabalarında bağırta çağırta müzik çalarak dolaşırlardı.. (Bunlara kibarca “Seksüel prodüktör” de denir..)

Sokağa taşan müziği duyan, bir kadın satıcısının çevreden müşteri aradığını anlardı.. El ettin mi yanına yaklaşan arabanın camından çıkan bir kelle “Arkadaş mı lazım abi?” diye sorardı..

Zengin bebeleri bunları nereden bilsin? Şan olsun diye basıyorlar müziği.. “Seksüel prodüktör”e muhtaç olan düz vatandaşın da kafasını karıştırıyorlar.. Kınıyoruz..

ÇOK KORKTUK!

Formula yarışlarına düşkün gençlerin ikinci türü ise genellikle orta halli ailelerin çocukları.. Çoğu memur bebesi..

Bunlar bu işe televizyondaki yarışları seyrederek sardırırlar ve “Çok param olsaydı var ya! Şu arabayı alırım..” hayalini kurarlar..

Genelde üniversite öğrencisidirler..

Diplomayı aldıktan sonra “Master yapasım geldi..” numarası ile iki üç sene daha evden geçinirler..

Şanslı olanları sonunda zor zahmet bir iş bulurlar.. Aldıkları ilk maaş onları Formula olayından soğutur..

Ayrıca olayın doğası da taraftar toplamaya müsait değil.. Hayatta gördüklerimize benzemeyen araçlar..

Son sürat, fıldır fıldır dönülen bir beton pist ki üzerine çıkanlardan “Kim kazandı, kim kaybetti?” sorusunun cevabını biri bize söylemezse katiyen bulamadığımız bir yarış..

İnsanın böyle bir şeyden zevk Alması için otistik olması lazım..

Evlerden ırak olsun, otizm talihsizleri bir çamaşır makinesinin dönen merdanesine saatlerce bakıp kendi dünyalarına dalıp gidiyorlar..

Canlısına veya televizyondan naklen yayınına bakıp dalmak da böyle bir şey..

Açın, Formula 1 İstanbul’un internet sitesine.. Gelen on yorumdan dokuzunda yarışlarla kafa bulunuyor..

Hayal kırıklığına uğrayanlardan Sibel Şimşek hanım kızımız da o pistten çılgın proje (!) üretmiş..

“Kanal projesinin hafriyatından çıkacak toprakla o pisti gömün gitsin..” diyor..

Yorumcuların çoğu “Her sene aynı şey.. Nesini seyrederler ki?” sorusuna yüklemiş tepkisini..

Görülen o ki çıkarılan Formula 1 tantanası sinir bozuyor.. Güya on binlerce turist gelecekti, otellerimiz dolup taşacaktı.. O da yok..

Bir de zam istiyorlar bizden..

***


Formula 1’in sahibi seksen iki yaşındaki “Hipofiz Cücesi” Bay Ecclestone..

Memleket büyüklerini yüzde yüz zam yapmazsanız Formula’yı bir daha getirmem, diye makasa almaya çalışan o..

Bir kırk beş boyunda, beyaz saçlı; yanında her daim bir seksenlik iki mankenle gezinen Bay Ecclestone büyüklerimizi böyle korkutuyor..

Benim cevabım bellidir: “Al malını koy çuvala.. Salla salla vur duvara..”

Peki pist ne mi olacak?

Kendi yarışlarımızı organize ederiz.. Minibüsçüler, taksiciler kendi aralarında yarışır.. Başka bir organizasyonda halk otobüsçüleri kapışır..

Hem daha çok ilgi çekerler hem de potansiyel trafik canavarlarının gazını almış oluruz..

Akıl için yol birse o da Formula pistinden geçer..

DİĞER YENİ YAZILAR