Kaybedenler Kulübü, Kırmızı Çizmeli Kız!

Haberin Devamı

Başlık biraz alâkasız gibi durdu ama gizli mânâlar var içinde.. (Promosyon cümlesidir, yer doldurur, dikkate almayın.) Bu arada sinema oyuncusu Ahu Türkpençe hanımı da uyarmış olayım.. Bir düşmanı var ki.. Aman diyeyim, kendini kollasın..

Kaybedenler Kulübü çok güzelmiş..”

Tebligatı şöyle aldım.. Hüküm verilmiş bir kere.. İnfazı için plân bile yapılmış.. Çare yok gidilecek..

Erkek kısmının bir kadın tarafından yapılan plânı bozabildiği görülmüş şey değildir..

Hiç mi bozulmaz? Haaa! Arada bir bozulur elbet.. O zaman da üçüncü sayfaya haber olur..

“Ayrılmak için gittiği sevgilisini boynundan vurdu..”
Adam kadından ayrılacak.. Onu söylemeye gidiyor.. Ama kadının kafasında böyle bir kurgu olmadığından “Sana saçımı süpürge ettim..” nizası çıkıyor..

Adam da yaradılış olarak “Tabiat-ül Bakara..” yani öküz tabiatlı..

Ben bunu yıllarca çekeceğime o süreyi cezaevinde geçiririm, kafam dinç olur, deyip vuruyor kadını..

Onaylamıyoruz, durum tespiti yapıyoruz..

***

Adam barda tek başına içiyormuş.. Bir viski, iki viski, beş viski.. Dipsiz kova gibi.. Barmenin dikkatini çekmiş.. Derdin nedir, diye sormuş..

Adam “Evliyim..” cevabını vermiş.. Barmen “Şimdi derdini anladım..” mealinde kafa sallayınca adam “Bir şey anladığın yok..” diye itiraz etmiş..

“Karımı yirmi yıl önce öldürecektim, arkadaşlar vazgeçirdiler..”

“Öyle mi?”
“Evet.. En az yirmi yıl yatarsın..” dediler..
“Haksız değillermiş..”

“Evet ama kafama koyduğumu yapsaydım bugün tahliye olmuştum.. İşte ona içiyorum..”

SIRA KÜLTÜRÜ..

“Kaybedenler Kulübü” tebligatını alınca Kanyon’un yolunu tuttuk.. En üst katta sekiz mi dokuz mu ne sinema var..
Gişeler de bir bankoda yan yana.. Arkalarındaki ekrandan seans saatlerini görüyorsun.. Yer var mı yok mu onu da anlıyorsun..

Biletini alırken, bilgisayar ekranındaki salon krokisinden koltuklarını da seçebiliyorsun.. Sıraya girmek istemeyen için ekranlı bilet otomatı da var..

Buraya kadar her şey güzel.. Tek kötülük bizim ahalinin meşrebinde..

Bir coğrafyanın üzerinde yaşayanlar için sıraya girmek bu kadar mı zordur? Gideceksin, sıranın en arkasında duranın dibine konuşlanacaksın..

Bizimkiler mutlaka en arkadakinin sırtına şahadet parmağı ile dürtüp “Sıranın sonu bu mu?” diye sorarlar da.. Bu türden zekice (!) bir soruya verilecek tek cevap vardır..
“Hayır sıralın başı ama hepimiz ters duruyoruz..”

Bizim insanımız kuyruğa giremez.. Arı kovanının oğul vermesi gibi salkım oluşturur..

Gişe ile muhatap oluşuna bakıp sıranın başında kim var, çözebilirsin ama ondan sonra sıra kimde asla bilemezsin..
Üç kişilik bir öbek solda, dört kişilik bir öbek de sağında bekler..

Onun arkasındaki iki kişi varsa öbeklerden birini kendine kerteriz yapmıştır.. Sırası sonra gelen de inadına diğer öbeği kerteriz alır..

Salkım böyle saçaklanır..

Biletleri alacak olan kişi tek başına girse iyi değil mi? Hayır! Belki gişe elemanıyla arada tartışma çıkar.. Kavgada adamı yalnız bırakmak olmaz.. Hep birlikte yüklenelim arkadaşlar..

***

İki bilet otuz iki lira.. Biletlerin yanında birer de patlamış mısır kuponu veriyorlar..

Böylece canın ziftlenmek isterse, orta boy fiyatına büyük boy mısır alıyorsun ki temizlik kovası gibi bir şey..
Özellikle minyon kızların elinde “O kadar şeyi neresine sığdıracak?” sorusunu akla getirdiğinden tuhaf duruyor..
Diyelim 21.45 seansına gittin..

Oturup da film başlayacak diye heveslenme.. Reklam seyrettirme adında genel bir eziyet var.. En kısası on beş yirmi dakika..

Üstelik de amaç hedef kitleyi sersemletmek, hastayı yatağında öpmek olduğundan sesi de faryap ediyorlar.. Bu ahlak dışı cürüme tüm işletmeciler ortak..

Yapacak tek şey sinemaya yirmi, yirmi beş dakika geç girmek.. Zaten herkes öyle yapıyor..

GİZLİ DÜŞMAN

Tolga Örnek’in senaryo yazımını paylaşıp, bizzat yönettiği filmi beğendim.. Konu orijinal ve değişikti..

Güzeldi.. Değişik bir konu..

İstanbul’da bohem hayatı yaşayan ancak yüzdeye bile gelmeyen bir kitle var..

Galata’yı kerteriz al, çizgiyi Asmalımescit, Beyoğlu, Cihangir üzerinden dolaştır, tekrar Galata’ya getir.. “Kaybedenler Kulübü” filminin karakterleri o dairenin içinde kalanlardan..

Kaan (Nejat İşler) ile Mete (Yiğit Özşener) hobi olarak radyoda sohbet programı yapan iki kafadar.. Spontane sohbet yapıyor, dillerine ne doladılarsa kafalarına göre cıncıklıyorlar..

Her kesimden ahali; ister bohem olsun, ister sigortasız çalışan biri bunlara bayılıyor.. Derken Kaan’ın hayatına Zeynep adında (Ahu Türkpençe) bir genç kadın giriyor, hikâye çiçek açıyor..

Murat (Rıza Kocaoğlu) televizyon karşısından kalkmayan miskin ev arkadaşı, Aslı (İdil Fırat) ise radyonun patronu..

Hikâye bir iki yerde sarksa da film başarılı.. Lakin gel de bunu sen arkamda oturan iki kıza anlat..

Kızlardan biri ayağına kırmızı bir kes ayakkabı giymiş ama konçları dize kadar gelen, çizmeye benzeyenlerden..

Saçlarına nasıl bir boya çekmişse doğada böyle bir renk yok..
Öbürü normal görünümlü..

Kırmızı çizmeli kız “Ahu Türkpençe çıktıktan itibaren bu film benim için bitmiştir..” dedi.. Arkadaşı sessiz.. Hızını alamadı:

“Bu filmden iğrendim..” diye konuştu..

***

Sorun film değil.. Filmi bal gibi beğeniyor, ikide bir kıkırdamasından anlıyorum.. Ancak perdede Ahu Türkpençe göründüğü anda kırmızı çizmeli kızın kimyası değişiyor..
Kızcağızın bütün repliklerini ağzını yaya yaya tekrarlayıp, taklidini yapıyor..

Ahu Hanım perdede göründüğünde daha dikkatli bakıyorum, bir de kızı dinliyorum..

Neden hasım olduğu sorusunun içinden çıkamıyorum.. Salondan filmi beğenmiş bir müşteri olarak çıktım ama aklım kırmızı çizmeli kızın hallerinde kaldı..

Al sana kadınlığın içinden çıkılmaz hallerinden biri daha.. Yok arkadaş, ben bu şifreyi kıramayacağım..


DİĞER YENİ YAZILAR