Tarihin temele karıştığı yer: Demirören Pasajı

Haberin Devamı

İstiklâl Caddesi üstündeki örtü kalktı.. Meşhur Demirören Pasajı ortaya çıktı.. Önünden geçen binlerce insanın bir kısmı bu pasajın altına gömülen tarihten habersiz.. Onlar için mesele yok.. Asıl dertlenenler bu kaybedilen geçmişten haberli olanlar..

Beyoğlu’na çıkıp İstiklâl Caddesi’nde piyasa yapanların alıştığı görüntüydü..

Ağa Camii’ni geçtikten sonra, yolun sağında kalan inşaat herkesin merak konusuydu.. Sargılanmış devasa bir ur gibi duruyordu..

Söylentisi yapının kendisinden de büyüktü..

“Kaçak kat çıkılmış.. Belediye bu katları yıktıracakmış, inşaat o yüzden bitmiyor..”

Bir baktık ki bitti.. 17 Mart’ta açılışı da yapıldı ancak nedense açılış günü, şöyle gazetelerde tam sayfa ilanlı, mal sahibinin şanına uygun bir tantana koparılmadı..

İstanbul’un tarihini, geçmişini, geleneklerini umursayanların tepkisinden mi çekinildi ne?

***


Yolum düştüğünde, sargılarından kurtulmuş binayı görünce şaşırdım.. Açılışını duymamıştım.. Beş on gündür de Beyoğlu’na çıkmıyordum..

Baktım ki Demirören Pasajı adı verilmiş devasa alışveriş merkezinin kapıları ardına kadar açılmış.. Bir insan kalabalığı içeri girerken, bir başka kalabalık dışarıya çıkmaya uğraşıyor..

Bina dış görünüş olarak 1800’lü yılların sonunda görülen eklektik “Sultani Mimari”ye uydurulmuş..

O dönemin mimarları bütün geleneksel akımları harmanlayıp, inşaatlarda uyguluyordu.. Art Nouvea, Neo Klasik, Koloniyal, Rokoko..

Beyoğlu’nda yok yoktu.. Ya tek tek.. Ya birbirine karışmış olarak..

MABUT N’APSIN?

Bu saydığım mimari akımlar; tek parti dayatması “Çay Kutusu Modeli” cumhuriyet mimarisinin müteahhitlerin keyfine göre değişen işlerine uymaz..

Demirören ailesi, belli ki bu tarihi mekânın üzerine konuşlandırdıkları pasajlarını inşa ederken bir “gelenek türküsü” tutturmayı denemiş..

Bina sanki yeniden restore edilmiş gibi pırıl pırıl ve eskinin izlerini taşıyor.. Lakin dış cephe süslemeleri, işlemeleri öyle fukara kalmış ki..

Vermeyince Mahmut, neylesin mabut?

Cumhuriyet’in tek parti aklı “Osmanlı’yı dibini bulana kadar kazıyacağım..” aklıyla gittiğinden o eski, görkemli inşaatları kotaranların izi bile kalmamış..

Devr-i sultanide en geleneksek yapılarda bile ithal malzeme bolluğu vardı, aynı şekilde teknikleri de yaygın olarak kullanılırdı..

Çünkü “Biz Osmanlıyız, bizde her nevi insan bulunur..” diyen Ziya Paşa’nın hakkı inşaatlarda teslim edilirdi..

İtalyan, Macar, Ermeni, Rum mimar ve ustalar “Korent sütunu” dikmeyi “varil tonozu” kullanmayı bilirdi..

Tuğla Marsilya’dan gelirdi..

Mobilya ve aksesuar yapımında İngiliz Meşesi, inşaatta Romen Kerestesi, aydınlatmada Bohemya Kristali kullanılırdı..

Bunlar geleneksel Osmanlı konutlarının vazgeçilmez malzemesiydi..

Taş işçiliğinden, panjur doğramasına; kapı tokmağından, su tesisatına kadar herşeyin sayısız ithal alternatifi ve inceliği vardı..

***


Eskiyi taklit hevesindeki Demirören Pasajı, bu saydığımız inceliklerin tamamından uzak hantal bir yapı..

Kendisine pasaj süsü veren Alışveriş Merkezi’nin kapladığı alan bir zamanlar Pera Caddesi’nin en şık ve en eğlenceli merkeziymiş..

Yüzyılın sonunda şimdiki binanın sol köşesine denk gelen yerde Verdi Tiyatrosu varmış.. Sonra yenine Odeon Tiyatrosu açılmış..

O da sonraları Şimşek Sineması olmuş..

Sinemayı işleten Vasiliki Papadopulos adındaki zat-ı muhteremin eli çok açıkmış..

Sinemaya gelen müşteriye Tokatlıyan Pastanesi’nin bonbonlarını ikram ede ede iflas edince mekân yine el değiştirmiş adı da Şark Sineması olmuş..

SARAY SİNEMASI

Binanın sağında kalan yerde Lüksemburg Apartmanları varmış.. Mal sahibi de Osmanlı Bankası Genel Müdürü Mösyö Devaux’muş..

Meşhur Gloria Pastanesi bu apartmanların altında açılmış..

Televizyonda reyting rekorları kıran Aşk-ı Memnu romanının dizisi vardı hani.. İşte onun yazarı Halit Ziya Uşaklıgil’in en sevdiği yer bu Gloria Pastanesi’ymiş..

Belki de romanında yarattığı Bihter karakterini bu pastanede gördüğü İstanbullu bir hanımdan esinlendi..

O pastane daha sonra Lüksemburg Sineması oluvermiş.. Bu isim ne alâma, demişler.. Sinema, sinemalığına daha sonra “Saray” ismiyle devam etmiş..

Demirören ailesi bu araziyi ve binalarını aldığında tarihi Saray Sineması kapatıldı..

Saray Sineması’nın İstanbul’un yakın eğlence tarihinde ayrı bir yeri vardır..

Kalburüstü bir mekân olarak sayısız konser ve gösteriye ev sahipliği yapmıştır..

Saray Sineması’nın sahnesinden Louis Armstrong, Dizzy Gillespie, Maurice Chevalier, Münir Nurettin, Safiye Ayla gibi dev sanatçılar geçti..

Yurt dışından gelen pek çok ünlü tiyatro grubu ve bale topluluğu gösteriler yaptı..

1950 yangınından sonra yenilenen binayı Demirören Ailesi’ne satan da Umum Sigorta Müdürlüğü’dür..

El değişimle birlikte Saray’dan başka burada hizmet veren Lüks Sineması da tarihe karıştı..

***


Şimdi pasaja gelenleri binanın girişinin sağındaki iki katı kapatmış olan Gap Mağazaları karşılıyor..

Demirören Pasajı’na açık, geniş bir lobiden giriliyor.. En az bizim kadar şaşkın olan Arap turistler de küçük bir tur attıktan sonra üst katlara mı çıksınlar, yer altında kalan üç katı gezmekle mi başlasınlar kararsızlığı geçiriyor..

Binanın yer üzerinde beş katı var ki son ikisinin nasıl çıkıldığına Beyoğlu Belediye Başkanı’nın kendisi da akıl erdirememiş..

Yerin altında kalan üç kata diyecek lafımız yok..

Lakin “Çevredeki bütün binalara tepeden bakan” bu fazladan iki katın “yıkılacağı” tevatürünün asılsız olduğu anlaşılmıştır..

Pasajı dibine kadar gezdim..

“İstiklâl Caddesi’nde bir AVM çok mu lazımdı?” sorusuna kendimce bir cevap verdim.. Kısmetse önümüzdeki yazıda gözlemlerimizi ve hissiyatımızı sizlerle paylaşırız..

DİĞER YENİ YAZILAR