Haset duygusu kimi hallerde çok anlaşılabilir bir şeydir..

Haberin Devamı

“Afrodisyas”ı görüp de içinde böyle bir duygu hissetmeyen yabancı turist yoktur sanırım.. Özellikle de komşudan gelenler.. Bizimkiler şimdilik kayıtsız.. Durumun pek farkında değil ama yakında onlar da keşfedecek.. İki vakte kadar “Afrodisyas” Efes’i gölgede bırakacak..

Ben bu Afrodisyas yazılarında neden sözcüğün Türkçe okunuşunu kullanmıyorum da “Aphrodisias” şeklinde yazarak harf israfı yapıyorum?

Soruyu kendime soruyorum, cevabı kendimde yok.. Demek kafa gidip gidip geliyor.. Kayış boş dönüyor..

Bundan böyle “Aphrodisias” sözcüğünü Türkçe okunuşuyla “Afrodisyas” olarak yazacağım.. Önceden bilin, kafanız karışmasın..

***


Afrodit mitolojik tanrıçalardan biri.. “Afrodisyas” şehri onun anısına kurulmuş.. Yerleşmenin kökü taaa yedi bin yıl öncesine gidiyor ama kafa karıştırmayalım..

Şehir milattan evvel yedinci yüzyılda parlamaya başlıyor..

Parlamasının sebebi de buranın devrin en önemli sanat merkezi olması..

Heykel atölyelerinin bulunması.. Antik çağın hevesli gençlerine heykeltıraşlık öğretilmesi..

Anlayacağınız orospu meşrep tanrıça Afrodit’e adanan şehri parlatan şey devrin “Heykeltıraşlık Meslek Yüksek Okulu”nun (!) burada kurulması..

DİLE DÜŞMÜŞ..

Afrodit hanım için “orospu meşrep” deyimini kullandık..

İmansızlığımızdan değil, bir şeyler bildiğimizden..

Deyimi tamamlayan “Meşrep” sözcüğü durumu hafifletmek için “Orospu” sözcüğüne tarafımdan eklenmiştir.. Hani öyle değilmiş de eğilimi varmış gibi..

Ama işin aslı tek sözcükle tarif edilebilir..

Günahı anlatanların boynuna.. Afrodit namlı tanrıçaya Antik Yunan’da “Kibar Fahişe Afrodit” derlermiş..

Sirakuzalılar için de “Güzel Kalçalı Afrodit”miş.. Tanrıça bile olsa kadın kısmı dile düşmesin.. Elin adamı bin türlü isim takar..

“Üste binen Afrodit, Kendini açan Afrodit, Kıvranan Afrodit..”

Adına kurulan tapınaklarda soylu kadınlar, sıradan ev kadınları gönüllü fahişe olarak çalışırmış.. Maksat kazandıkları parayla tapınağa gelir sağlamak..

Sadece antik Korint şehrindeki Afrodit Tapınağı’nda binden fazla namuslu ev kadınının çalıştığı kayıtlara geçmiş..

Yine de eskinin tarih yazıcıları Korint ahalisinden söz ederken “O.... çocukları..” türünden çirkin benzetmeler kullanmamışlar..

Kendisi tahminim diyete önem vermeyen etli butlu, akça pakça bir hanımdı.. Meşhur heykelini bizim tarih kitaplarına da koymuşlardı..

Hani ergen oğlanlar derste, evde bunaldıkça açıp yarı çıplak heykele baksınlar da içleri açılsın, diye..

Bilinen Afrodit heykeli kendisini tasvir etmez..

Dönemin tanınmış heykel sanatçısı Raksiteles’e “Usta bize bir Afrodit yap, dötü başı iyice görünsün.. Tapınağın işleri açılsın..” diye sipariş vermişler..

O da metresi Firne’yi soyup karşısına dikmiş, heykeli yapmış..

Siparişi veren de Kos adası.. Hani Bodrum’un burnunun dibindeki eskinin İstanköy’ü..

Heykel bitmiş.. Kos’a gönderilmiş.. Kos adası sakinleri bakmışlar ki Afrodit’in heykeli hakikisinden beter..

“Bu heykel bizim dini bütün vatandaşlarımızın imanını bozar..” deyip iade etmişler.. Meşhur heykel böylece Knidos’a gitmiş..

Afrodit’in özel hayatı bizi ilgilendirmiyor..

Biz “Afrodisyas” kentinin ona adandığını hatırlatıp, kaldığımız yerden devam edelim..

Bir erkek olarak Tanrıça Afrodit’in hayır duasını hak edelim..

Kazı alanına girdiğinizde sağ tarafta tek katlı büyük bir bina var.. Sanıyorum Mimar Cengiz Bektaş yapmış.. Elli yıllık çalışma sonunda ortaya çıkarılan en güzel heykeller ve rölyefler burada teşhir ediliyor..

Ferah, pırıl pırıl bir bina.. Müzeciliğimizin yüz aklarından..

Geyre Vakfı üyeleri, sanat seven zenginler ellerini cebe atıp pek çok rölyefe sponsor olmuşlar..

İTİRAZIM VAR

Müzeye giriyorsun.. Özellikle de Sevgi Gönül anısına yapılan devasa salona geldiğinde nefesin kesilecek gibi oluyor.. İnanılmaz güzellikte. Benzersiz rölyefler sıra sıra dizilmiş duvarlara..

Yanlarında rölyefin siyah beyaz eskizi ile birlikte hem Türkçe hem İngilizce açıklaması var..

Kimi rölyefler beni çok etkiledi..

Aineas’ın Truva’dan kaçışını tasvir eden rölyef gibi mesela.. Hektor’un yakın silah arkadaşı Aineas yenilgiden sonra yaşlı babasını sırtına alır ve küçük oğlunu da elinden tutup yağmalanan Truva’dan kaçırır..

Bir sonraki rölyef de onun sağ salim İtalya’ya varışını tasvir eder.. Burada müze düzenlemesi adına küçük bir eleştirim var..

Rölyefin yanına asılı bilgi tabelasında Truva’dan kaçan bu Aineas’ın İtalya’da Roma imparatorluğuna giden devleti kurduğuna dair bir bilgi yok..

Yani bir Anadolu insanı olarak “Roma’yı da bizim Anadolu’dan biri kurmuş..” diye övünemiyoruz..

Rölyefleri seyrederken bir yandan da oraya gelen yabancı turistleri izleyip, tepkilerini anlamaya çalışıyorum..

Ağızları yarı açık..

Floransa’nın dillere destan müzesinde bile göremedikleri zenginlikte bir antik materyal ile karşı karşıyalar..

Daha önce de demiştim.. Atina’daki Akropol sanki buranın artıklarıyla kurulmuş gibi..

Yabancı turistlerin dibini düşüren bu görkem haklı olarak insanın gururunu okşuyor..

***


Ziyaretçiler içinde Karacasu’dan gelen üç köylü vardı..

İkisi genç, biri orta yaşlı.. Tiplerini tarif etmeyeyim..

Mizah dergilerinde gördüğünüz kıllı bacaklı, yüzü tıraşlı kimi tipleri gözünüzün önüne getirin yeter..

Küçümsemiyorum.. Haşa! Tam tersine böyle bir müzeye ilgi duymaları çok hoşuma gitti.. Yorumlarını dinlemek için peşlerine takıldım..

Orta yaşlı olanı devamlı konuşuyor, daha genç olanları dinliyor..

“Eskinin adamları babayiğitmiş arkadaş..” deyip Flavius Palmatus’un iki buçuk metrelik heykelini gösteriyor..

Her rölyefin önünde kendine göre bir yorum yapıyor ama asla yandaki bilgi levhasını okumuyor..

Kuğu kılığındaki Zeus’la sevişen Leda’nın rölyefi önünde uzun uzun durdu.. Yaptığı harika yorumu da yarına bırakayım..

DİĞER YENİ YAZILAR