Dizi dediğin dağdaki keçi Her bölümün sivridir kıçı

Haberin Devamı

Televizyon kanalları şu sıralarda dellenmiş gibi.. Sezonu daha önce açmışlardı ama dizileri yeni yeni servise koyuyorlar.. Bir patırtı, bir kıyamet.. Herkes kendi malının çığırtkanlığını yapıyor.. Ayakta kalan kazanacak.. Tek güvenceleri de ahalimizin algıda seçiciliği..

Olay geçtiğimiz yıldan kalmadır, hatta köşe yazarlarının diline de düşmüştür..

Ancak kendi başına bir sektör haline gelen televizyon dizilerin beslendiği ana damar da budur..

Kitapçı vitrinine bakan genç kız, anasının boş böğrünü dürtüklerken “Ay kız ana..” diyor..

“Aşk-ı Memnu’nun kitabı da çıkmış, alalım mı?”

Al bakalım..

Halit Ziya Uşaklıgil hazretleri kitapçı vitrinine sinmiş, seni bekliyor.. Cümleleri de hazır.. Aha bir tanesi..

“Kendisine itimaddan mütevellit öyle bir nahvet ve azamet ibtilâsı ile mal’ûl idiydi ki herşeyin usûle mutabık cereyan etmesine şiddetle münhemikti..”

Temsil, yukarıdaki cümleyi kendi başına oku.. Sonra işin yoksa mahallenin cinci karısından aylarca “psikolojik” yardım al..

***


Yerli dizi imalatçılarının birinciye gelen güvencesi budur.. Beyinleri “şakolok” olmuş hazır izleyici kitlesi..

Çekimi bir hafta, montajlanmış hali doksan dakika, yayınlanması dört saat, etkisi bir hafta süren “televizyon şaheserlerini” ağzı açık izleyen bir kitle..

Ne verirsen ver alıyor..

Bir de tuttu mu yapımcısı, kanalı ihya oluyor..

Basılı hali üç yüz sayfayı geçmeyen Reşat Nuri’nin Yaprak Dökümü adlı romanı bu seyirci sayesinde iki yıl ekranda kaldı..

Her sayfasına neredeyse bir bölüm çekildi..

İşte ülkenin kültürel hayatını bu kitle şekillendiriyor.. Çünkü “reyting” denen sihirli ölçü; gerçekte bu okumayan, düşünmeyen kitlenin içgüdüsü..

MİLLET BU MU?

Anekdot Sultan Abdülaziz’e dairdir.. Doğru mu değil mi bilinmez ama Fransızların “Doğru değilse bile iyi uydurulmuş..” dediği cinsten bir anekdot..

Sultan sarayın yola bakan pencerelerinden birine dikilmiş dışarıyı seyrediyormuş.. Birden mabeyincisine işaret edip yolda duran birini göstermiş..

Fesi kalıpsız, üstü başı yamalar içinde pejmürde bir seyyar satıcı, padişahın kendisini seyrettiğinden habersiz.. Taşıdığı tezgâhı yere bırakmış, biraz soluklanıyor..

Sultan da mabeyincisine soruyor:

“Millet millet dedikleri bu herif midir?”

Cevap “İhtimal o heriftir sultanım..” olmalıydı.. Şimdi bunların adı devr-i cumhuriyet zagonuna uygun şekilde “vatandaş” oldu..

Kimilerinin hanesine reyting cihazı bağlandı..

Televizyonu kafalarına göre zaplayıp, ülkenin kültürel hayatını yönlendiriyorlar..

Eğer onlar birini sevmezlerse; o kişi ister Barbra Streisand olsun isterse mezarından çıkmış Mozart.. Televizyon yöneticileri ona ekran göstermez..

Eveeet! Gücü ayarsız kullanan bir kesim de bu televizyon yöneticileri..

Dinleri imanları reyting..

RTÜK reklam kuşakları için sınırlama koyuyor.. Onlar sınırları delmek için çare üretiyor.. Yetmiş beş ile doksan dakika arası dizi çekmek aklı onların..

Neresinden baksan sinema filmi..

Yeşilçam sektörü; seksen dakikalık montaj süresini kafadan hesaplayıp, yönetmene “stop!” dedirtirdi..

Filmin süresi “bobinin yanması, bozulması” gibi sebeplerden seksen dakikanın çok altına düşerse biraz ekleme yapılır, eser(!) kurtarılırdı..

***


Yılmaz Güney’in erken sinemacılık döneminde başına geldi mesela.. Kırsal alanda çekilen film montaj masasında altmış dakika kalmıştı..

Tek çare filmi uzatmak ama Yılmaz Güney’in o sırada başka çekimleri var.. Mümkün değil yeniden aynı sete dönmez..

Yöneticilik çare üretmektir..

Sevgili arkadaşımız, tiyatro oyuncusu merhum Nevzat Şenol’a Yılmaz’ın filmdeki kıyafeti giydirildi..

Nevzat aynı ata bindi.. Altındaki hayvanı açık arazide bir aşağı bir yukarı koşturdu durdu..

Yirmi dakikalık ek çekim yapıldı..

Kamera altındaki atıyla Nevzat’ı uzaktan çektiği için kimse tanımıyordu..

O yirmi dakika filmin orasına burasına üçer dakika, ikişer dakika eklendi..

Durduk yerde atıyla zırt oraya pırt buraya seyirten bir Yılmaz Güney..

SÜNDÜRME İŞİ

Şimdiki diziler de böyle.. El kadar bir hikâye seçiyorlar.. Senaristin işi, dizi tuttuysa o hikâyeyi sündürebildiği kadar sündürmek..

Yönetmenin işi o sündürülmüş metinleri daha da sündürerek çekmek..

Oyuncuların işi de senaryosu, plânları sündürülmüş sahneleri fazladan süzülerek uzatmak..

Ne kadar baygın bakarsan, ne kadar boş bakarsan o kadar makbûl oyuncusun..

Birkaç başarılı diziyi ayırıyorum..

Bir Demet Tiyatro gibi, Avrupa Yakası gibi, Türk Malı gibi komedileri mesela..

Ancak bu dizilerin yazarlarına da acıyorum..

Kolay mı “komedi” tarzında bir diziyi haftalarca sündürmek.. Sündürdüğün her doksan dakikayı doldurmak?

Yılmaz Erdoğan tadında kesip kurtuldu..

Avrupa Yakası ister istemez sarktı, sündü.. Bu format anlayışı ile gayet başarılı giden Türk Malı’nın akıbeti de budur..

Sayfa sayfa gazete ilanı ile dizileri parlatma yarışındaki yöneticiler böyle istiyor.. Reyting dediğimiz ahalinin içgüdüsü onlara destek veriyor..

Sürünmek de senaristinden yönetimine; oyuncusundan bilmem nesine kadar yaratıcı kesime dahil olanlara kalıyor..

***


Yapımcının önüne dört yüz, beş yüz bin lira atıp sinema filmi uzunluğunda bölüm istemek iş değil..

Üstelik bunu beş altı iş gününde yapmalarını istemek de vicdan değil..

Birkaç yüz bin lira karşılığı, en fazla altı iş gününde çekilen dizileri de “sinema şaheseri” gibi pazarlamak ise benim ölçülerimde başka bir şeydir..

Hukuk, kimi benzer işler için “nitelikli dolandırıcılık..” tarifini kullanıyor.. Ben o kadar sert olamıyorum..

İşin burasını “nokta nokta” geçip, noktalı boşlukları doldurma işini size bırakacağım..

Allah yeni yayın döneminde televizyona mahkûm olanlara sabır versin, dayanma gücü versin..

Akıllarına mukayyet olsun..

DİĞER YENİ YAZILAR