Pazar günü kültür ve sanat etkinliği gezisi

Haberin Devamı

Niyetim evde kalıp maç seyretmekti.. Lakin böyle bir keyif “Vuvuzela” denilen borular yüzünden mümkün değil.. Ya iki saat o zırıltıyı dinleyip akıl sağlığını kaybedeceksin.. Yahut kendini dışarıya atıp “sanat etkinliği” yapacaksın.. İkincisi daha az tehlikeli olduğundan öyle yaptım..

İstanbul’un orta yerinde akla ziyan bir sergi..

Orijinal adı da “Body Worlds..” Aklı eren birine tercüme ettirirsen “Vücut dünyaları..”

Sergiyi İstanbul’a getirenler ihtimal “bizim ahali böyle orijinal isimlere kulak asmaz.. Şunun önce ismini bir düzeltelim..” diye düşündüler..

Karaköy’deki Modern Sanatlar Müzesi alanı içinde “Antrepo 3” adlı binada kondurulan seyirliğin adı da “Orijinal Vücut Dünyası Sergisi..” oldu..

Film ithalatçılarının “Hunger” adlı filmi getirip, ona “Vampir Dötümü Dişledi” adıyla afiş bastırması olayını hatırlatıyor..

Veya bizim medyanın ikide bir “Hain Pusu..” diye başlık atması gibi..

Sanki bazı pusuların iyi tarafı olabilirmiş de bu seferki mertlik, kahramanlık kurallarını yıkmış gibi..

***


Memleketimin “anatomisever insanı” mesajı almış..

Pazar günü sergiyi bin üç yüz kişi ziyaret etmiş.. Şahsen ben kendimi sergi alanına taşıyana kadar saat yediyi bulmuştu, içeri girememiştim..

Bu bilgiyi otopark bekçisi Elazığ Palu’dan Nihat kardeşim verdi..

Kendisi sanatsever ve duygusal bir insan..

Sabahtan akşama otoparkın kapısında dikildiğine göre bilim adamı Dr. Gunther von Hagens’ten haberi var..

Onun cansız insan bedenlerini alıp bir nevi mumyalama işleminden geçirdikten sonra heykel gibi sergilediğini biliyor..

Bunu “İçerde bir sürü ölü var, hepsi de ayakta..” demesinden anlıyoruz..

KISA BRİFİNG..

Dr. Gunther von Hagens’in yaptığı bu..

Cesetleri alıyor.. Sıvı ve yağlarından arındırdıktan sonra damarlarına “formalin” pompalıyor..

Derisi yüzülen ceset daha sonra içinde silikon da içeren bir sıvıya yatırılıp, uzun süre bekletiliyor..

Beden bütün bakterilerden arındığı gibi kaslar ve kemikler, silikon kılıfa sokulmuş kimlik kartı gibi koruma altına giriyor.. Onlara istediği gibi şekil vermek daha sonranın işi..

Otopark güvenlik görevlisi Nihat’a “Sergiyi gezdin mi?” diye sordum..

“Abey ben bu sergiye karşıyım..” dedi..

Cansız insan bedeni mi ürkütücü geliyor, inançları yüzünden mi gülümseyen yüzünden anlaşılmıyor..

Sadece karşı..

Belki Dr. Gunther von Hagens ile arasında arazi ihtilafı var.. Belki stilini beğenmiyor.. Belki de ölü bedenlerin tamamen üryan olmasını umumi ahlâka aykırı buluyor..

Ancak beni nedense sevdi..

Serginin saat on ile akşamüstü altı buçuk arasında açık olduğu bilgisini verirken “dostça” bir uyarı da yaptı..

“Biletten haberin var mı abey?”

“Kaç lira?”

“Yirmi beş lira.. Kelle başı..”

Öğrenci bileti de varmış.. Onlarınki kelle değil “cücük” olduğundan dört lira daha ucuza girebiliyorlar..

Yukarıdaki diyaloglardan anladığınız gibi bizim ziyaret pazartesi gününe kaldı.. Bilim ile sanatın nasıl buluştuğunu ancak ertesi gün görebildik..

Otomobiliyle gitmeye niyetliler için not düşüyorum..

İstanbul Modern’e Karaköy’den gelirken Tophane Çeşmesi’ni geçtikten sonra sağa dönüp giriyorsunuz..

Etrafta bir sürü mafya sponsorlu otopark var.. Araç başına yedi liradan on beş liraya kadar kafa koparıyorlar..

İstanbul Modern’in kendi otoparkı var..

Ucuz ve güvenli.. Memleketimizde “sanatla ilgisi olanları” nüfusa oranladığınızda, yüz araçlık otoparkın dörtte üçü daima boş olduğu hemen anlaşılır..

***


Müzeye giremedik.. “Bari bir pazar etkinliği yapıp sosyalleşelim..” dedik.. Tophane Çeşmesi’ne doğru yürümeye başladık..

Doğma büyüme İstanbullu’nun yüzde doksan dokuzunun adını bilmediği Tophane Çeşmesi, kurnasız bir hayrat..

Ahalimizin cebi delik gençlerine her daim bira parası lazım olduğundan belediyeler burada kurna tutturamıyor..

Birileri çeşme kurnalarını yerine takıyor..

O kurnalar kendilerini yarım saat sonra hurdacıda buluyor.. Hurdacının verdiği para büfecilerin kasasına bira karşılığı girerken, ekonomi de bu sayede dönmüş oluyor..

KAFESİ BATSIN

Eski Amerikan Pazarı’nın olduğu yerlerde dizi dizi kafeler var.. Aslında nargile kahvesi kılığında garip şekilli, atmosferli işletmeler..

Yarısı masa sandalye, diğer yarısı armudi biçimli büyük minderlerle dolu.. Modernleşme icabı bunlara “Kafe” diyeceksin..

“Kahve” demekte ısrar edeceksen git Şereflikoçhisar’da yaşa.. Hatta ananı da al götür..

Her kafenin kıyısında değnekçi kılıklı adamlar, geleni geçeni “Oturmak ister misiniz?” diye taciz ediyorlar.. Aynı rezillik Ortaköy’de de var..

Bırakın insanların yakasını.. Kafalarına göre yer seçsinler.. Size ne? Denizi görmek hak getire.. Kafe kılığına girmiş çirkin barakalarla deniz ile yol arasına set çekmişler..

Az ileride Topkapı Kasrı boynu bükük, ıssız, haneberduşların tacizinden ürkmüş duruyor..

Bu kasrı yani “saray yavrusu” nu Padişah Abdülmecid yaptırmış.. İngiliz mimar William James Smith inşaatı bitirip de yapıyı teslim ettiğinde yıl 1852..

O saatten sonra Padişah efendimiz, sık sık gelip bu kasırdan deryayı seyreder, seyrederken de rakı şişesinde balık olurmuş.. Zilzurna olduktan sonra kavasları tarafından asıl saraya taşındığı rivayet edilir..

***


Şimdi bu geleneği belli ki çevrenin berduş takımı sürdürmek istiyor.. O yüzden sarayı çeviren parmaklıklar yetmemiş.. Bahçeye dalıp da cıgaralık eşliğinde içmesinler diye tedbir alınmış..

Parmaklıkların üzeri bir adam boyu da dikenli tel korumasında..

İki kahveye on lira verip kalktık.. Akıllara ziyan Body Worlds nam sergiyi gezmek pazartesiye, ölülerin hallerini anlatması da yarına kaldı..

DİĞER YENİ YAZILAR