Altı parmaklı zabit ve papyonlu Seyit Onbaşı

Haberin Devamı

Çanakkale’de ziyaretçilere satılan “Papyonlu Seyit Onbaşı” biblosunu bir Çinli yaptı.. Altı parmaklı zabiti ise tarihimizin ışığında biz yaptık.. Sonuç ortada.. Tartışmaya katılacak varsa Atatürk’ün neden kendi heykellerini bizimkilere asla yaptırmadığını hatırlasın..

Kapıdan girdik.. Daha “Selamınaleyküm..” demeden bizim yedinci katın erenlerinden Kemal Bey, benim gelişimi beklerken biriktirdiği lafları kaktırmaya başladı:

“O kadar Çanakkale’ye gidip geldin.. Koskoca anıta öyle mal gibi baktın..”

Dün borç istedi, vermedik ya! Onun gerginliği.. Bıraksak lafın devamını getirirken bizi de Anzaklar’ın yanına gömecek..

“Mal..” gibi baktığım anıttan kasıt Çanakkale’deki Şehitler Abidesi..

Teşbihteki “Mal” doğal olarak ben oluyorum ve terminolojideki karşılığı “Büyükbaş hayvan, sığır..” deyim ve sözcüklerine denk geliyor..

Benzetmenin mantığında ise benim oralara gittiğimde Şehitler Abidesi dahil her türlü tarihi nesneye “Trene bakar gibi bakma..” halim yatıyor..

Altı parmaklı komutan rölyefini yapan Profesör Doktor Ferit Özşen hoca suçlu olmuyor.. Ben parmak farkıyla suçlu ilân ediliyorum..

***


Çanakkale’ye giden veya boğazdan vapurla geçenler bu anıtı iyi bilir..

Gelibolu dediğimiz karşı yakadaki yarımadanın ucuna dikilen Şehitler Abidesi kırk küsur metrelik yüksekliği ile taaa uzaklardan bile görülür..

Bana göre şehitlerimize layık bir anıt değil.. Estetik olarak da güzel bulmam..

O topraklarda can verenler için dikilecek anıt hem heybetiyle hem de görkemiyle dört dörtlük olmalıydı..

National Geographic dergisinde fotoğraflarını bolca gördüğümüz Maya medeniyetinden kalma kesme taşlara benzeyen bir yığma olmamalıydı..

Dünyanın en yetkin sanatkârları o yapılacak anıtın her taşını nakış gibi işlemeli, seyrine doyulamayan bir güzellik yaratılmalıydı...

SÜRÜDEN AYRI..

O anıt projesinin; Cumhuriyet Dönemi’nde yetişmiş, ırkçı diktatörlüklerin Avrupa’yı kasıp kavurduğu dönem mimarisinin etkisinde kalmış ellere verilmesi hataydı..

Kocaman soğuk taş yapılar.. İnsanın ürkmesine yarayan, otoriteyi kemiklerine kadar işleten çirkin bir heybet..

En küçük bir mimari hareketliliğe izin vermeyen, en küçük bir estetik gösteriyi “sürüden ayrı durma” olarak yorumlayan hoşgörüsüzlük..

Ankaramız, bu çirkin mimarinin yığınla örneğiyle doludur..

Abartmıyorum..

Dönüp etrafınıza bakın.. Estetik kaygıyla koruma altına almaya çalıştığımız bir tek cumhuriyet yapısı yoktur.. Üzerine titrediklerimizin tamamı Osmanlı’dan kalmadır..

İşte bu anlayış geldi bizi Çanakkale’de de buldu..

Ahalimizin coşkusuyla, içinden gelerek verdikleriyle yapılan bir anıt olduğundan bu haliyle bile sevdik onu..

Lakin kültürümüzün başına dikilen hükümet adamları tatmin olmadılar..

Oturup o anıtı bir şeye benzetmek için arka arkaya yarışmalar, ihaleler açtılar..

Bunlardan biri de Profesör Doktor Ferit Özşen hocanın elinden çıkma kabartmalar oldu..

***


Rölyefte diye başlayacağım ama “Rölyef” lafını da sevmiyorum, onun yerine “Kabartma” diyeyim.. Bir yerim kabarmaz..

Anıtın ayaklarına eklenen kabartmalardan birinde bir Osmanlı subayı ile askeri birlikte düşmanı gözlüyorlar..

Subay sol elini uzatmış karşı siperleri işaret ediyor.. Elini yumruk yapmış.. Yumruğun sıkılı yerinde beş parmak duruyor.. Bir de uzayıp giden şehadet parmağı..

Etti mi size altı parmak?

Yarışmayı açan, yarışmaya katılan çalışmalara not veren, seçen ve yapımını buyuran.. Komisyon üyelerinden Kültür Bakanı’na kadar..

Herkes atlamış bu altı parmak olayını..

TEZ DOĞRU MU?

Bu kabartmayı pek beğenip, anıtın altına yapıştırılmasını buyuran devrin Kültür Bakanı İstemihan Talay nam büyüğümüz..

Buyur bakalım.. Süleyman Bey’in meşhur “Bu sosyal demokratlar iki kazı bile güdemez..” tezine doğrudan katkı ancak bu kadar olur..

Altı parmak hesabında değilim.. Sayamazsın, atlarsın.. Falan filan.. Seçilen eserin çirkinliğidir asıl sorun olan..

Subay elini uzatmış, şehadet parmağı ile düşmanı gösteriyor.. Göstersin göstermesine de o nasıl parmak öyle?

Uzunluğuna mı takayım kafayı, dolama olmuş gibi şişmesine mi? Detaycılık, gerçekcilik sıfır..

Subayın da ayağında çizme var.. Sözüm ona dibine çökmüş Seyit Onbaşı’nın da..

Seyit Onbaşı.. Hani 290 kiloluk top güllesini sırtında taşıyan adam.. Elinde tüfekle siperde ne işi var bir kere?

Ya top bataryasının arkasında olacak ya da bir geminin güvertesindeki topların yanında..

Profesör Doktor Ferit Özşen sayesinde birden piyade sınıfına geçirilmiş, üstelik ayağında çizmesiyle..

Bizim orduda her neferin ayağına çizme verecek bolluk yoktu.. “Dolak..” dedikleri haki renkli bir şerit ile postalın bileğinden dize kadar olan kesim sarılırdı..

Askere gitmeyen, askerlikten kaytaranlara da “Dolaksız..” namı bu yüzden takılırdı..

Bizim heykeltıraşlara iş icat edildi mi “Aman..” deyip zıplamam bu sebeptendir..

Bunlar Yörük Ali Efe’nin heykelini yaptıklarında koca efeyi bıyıksız gezdirmişlerdi..

***


Çanakkale ziyaretçilerine satılan bir Seyit Onbaşı biblosu var.. Koca yiğit sırtında gülle ile şekillendirilmiş.. Boynunda da smokin papyonuyla..

Sonra anladım ki girişimci bu heykelleri Çin’de yaptırmış.. Kahraman Onbaşı’nın o tarihi fotoğrafını gösterip “Böyle yapın” demiş..

Çinliler de Seyit Onbaşı’nın boynundaki meşin muhafazalı muskayı papyon sandıklarından biblosuna bir tane kondurmuşlar..

O papyon kusurlu biblo bile bizim profesör unvanlıların elinden çıkanlardan daha başarılı..

Hatayı düzelteceklermiş.. İddia ediyorum düzeltemezler..

Ya yenisini yaparlar ya da o kabartmadaki zabit kolunu hepten kaybedip, malûlen emekli olur..

Bana göre “Eğri ağaçtan doğru değnek çıkmaz..”

DİĞER YENİ YAZILAR