İşadamının, işadamına klasik müzikle zulmü..

Haberin Devamı

“Eurovision’a (indim dereye taş bulamadııım) türküsüyle gidelim..” gazının etkisi altından henüz çıkamamış hükümet adamlarına çağrımdır.. İş dünyasında aniden ortaya çıkan klasik müzik merakının aslını araştırsınlar.. Bakalım altından ne çıkacak?

Klasik Batı Müziği etkinlikleri..

İş dünyası denilen güzellikler âlemine bir şekilde girip, bi-hikmet-i müteal aniden paranın gözüne vuranların birinciye gelen merakı budur..

Parası olanları bir çatının altına toplayıp, onlara klasik müzik dinletmek..

Bunun için kendi şirketinin adını taşıyan orkestralar kuruluyor.. Organizasyonlar düzenleniyor..

İçlerine medyadan bir iki adet “iyi huylu köşe yazarı” katıp, bu işlerin haber olması sağlanıyor..

İyi de buradan kazançları ne? Klasik müzik olayının nasıl bir ticareti var?

Amaç nefesli sazları coşturarak, vurmalı sazları da onlara uydurarak borsayı alttan alta fiştiklemek mi? Nedir bu olay abiler ?

***


Hani “Tek Parti” döneminde olsak anlayacağım..

Rahmetli Atatürkümüz, devr-i saltanatında ani bir devrimci kararla Türkçe şarkıların ve türkülerin radyolarda çalınmasını yasak etmişti..

Amaç ahalinin müzik zevkini ve beğenisini yükseltmek, onları klasik batı müziğinin çok sesliliği ile tanıştırmaktı..

Ahalimiz, bütün devrimlerde olduğu gibi musiki devrimine de büyük coşkuyla uydu.. Radyodan katiyetle şarkı, türkü dinlemedi..

Zaten radyolarda bu gibi şeyler çalmıyordu.. Böylece ahalimizin “yerli şarkı ve türkü dinlememe” kararlılığına radyolarımız da yasağa bağlı kalarak, karınca kararınca katkıda bulundu..

MÜZİKAL FİKİR

Atatürkümüz’ün yaptığı her devrimin bir numaralı takipçisi olan İsmet Paşamız bu olayın da peşine düştü..

Cumhurbaşkanı Senfoni Orkestrası’nın hiçbir konserini kaçırmıyor, en öne oturarak takip ediyordu..

Gerçi kulağı duymadığından ne çalındığını tam kestiremiyordu ama kararlılık gösterisinden asla vazgeçmiyordu ..

Koskoca İsmet Paşa, duymayan kulağı ile hiçbir konseri kaçırmazken Ankara’da meskûn kulağı sağlam zevat-ı kiramın bu etkinlikleri ıskalaması söz konusu olamazdı..

Gidip doktorlardan “Kulağı duymadığından konserlerden muaftır..” türü rapor alsan onun da faydası yok..

O rapordan İsmet Paşa’da da var.. Konser izlemesine engel olmuyor..

Hem de koskoca Paşa’nın “işitme engelli” olabilirsin ama “konser izleme engellisi olamazsın..” mesajını verdiği bir başkentte.. Aklına bile getirme..

Dediğim gibi amaç ahalinin müzik beğenisini yükseltmek ve onları çok sesli müzikle tanıştırmaktı..

Atatürk’ün müzik zevki zaten gelişkin olduğundan, çok sesli müziğe de aşina bulunduğundan bu karardan kişisel olarak muaf kaldı..

Köşkteki yemeklerde Hafız Yaşar’dan Safiye Ayla’ya kadar ne kadar karşı devrimci müzik insanı varsa oları dinledi..

Öte yandan işin ucunu asla gevşetmedi..

Klasik müziğin bünyeye yararı Atatürk’ün iki Meclis açılışı nutkunda dile getirilmiştir..

Cumhuriyetin kurucusu, çok sesli müziğin yararını bizzat Meclis kürsüsünden milletvekillerine anlatmıştır..

***


Ahalinin çok sesli klasik müzik yoluyla ıslah edilmesi programı 1934 yılında kaldırıldı.. Özetle şarkılara, türkülere af çıktı..

“Sivas, Sivas olalı böyle zulüm görmedi..” lafı ondan önce çıkmıştır.. Sonra Bayburt’a, Antep’e , Konya’ya yakıştırılmıştır..

Kanımca iş dünyasına “klasik batı müziğinden yararlanma” fikri de bu anekdottan doğdu..

Uygulamada bir nevi “cezalandırma yöntemi” olarak kayıtlara geçti..

Dikkat edilirse, yani Türkiye’nin iş tarihi iyi incelenirse bu işe daha çok hangi türden şirketlerin heves ettiği anlaşılır..

RACONU BÖYLE..

Bu işin birinciye gelen meraklısı “batmanın eşiğinden dönen” patronlardır..

İkinciye gelen meraklıları da “büyümesi yavaş olan” şirketlerin patronlarıdır..

İki halde de orta yerde bir intikam alma, bir hesaplaşma durumu vardır..

Rekabette geç kalıp, başka şirketlerin ulaştığı rakamlara gecikmeli olarak yetişen şirketler ilk iş bir orkestra kurup hesaplaşmaya hazırlanırlar..

Batmaktan son anda kurtulanların psikolojisi de orkestra beslemeye uygundur..

İntikam için uygun zamanı bekler, düzenledikleri konser etkinliğine zevat-ı kiramı eksiksiz davet ederler..

Bu tür etkinliklere davet edilmemek bir şanstır.. Ancak davet edilmemek de adam yerine konulmadığının işareti olduğundan kırıcıdır..

Çağrılınca gitmemek hiç olmaz..

Gitmezsen ailen hakkında “Bunun dedesi İstanbul’a eşekle gelmişti.. İlk sermayesini de o eşeği satarak yapmıştı..” dedikodusu işlemeye başlar..

Klasik müzik konseri etkinliğine çağrıldın mı “asaletten gramaj kaybetmemek için” mecburen gideceksin..

Hatta dinlerken öyle bir havaya girecek, kendini müziğe kaptırmış süsü vereceksin ki seyrine duranlar Mozart’ı sizin köyden sansınlar..

***


Kendi fikrimin, birinci derecede görgü tanığıyım..

Bir vakitler “tek piyano ikizleri” kız kardeşler, Atatürk Kültür Merkezi’nde verdikleri bir resitalden sonra bir ev partisine gelmişlerdi..

O davetin iki yüze yaklaşan seçkin konukları da o resitali önce izleyip, sonra davete icap etmişlerdi.. Ben hariç.. Ben halı saha maçındaydım..

Davete gelen “tek piyano ikizi” kız kardeşlerin başına koşup “Ne güzel çaldınız, ne kadar harikaydınız..” diye saydırmaya başlıyordu..

İki kuşak öncesi Anadolu’nun bir köyüne dayanan yeni nesil asillerimizin tamamı konsere bayılmış.. Zevkten çatlamış..

Bu bana mantıklı gelmediğinden kendime bir eğlence çıkardım..

Önüme gelene “İkizler konserde hangi parçaları çaldılar?” diye sormaya başladım..

Bir kişi haricinde, kimse tek bir parçanın adını bile söyleyemedi..

Sadece Dinç Bilgin icra edilen parçaları tek tek saydı..

Aynı insanların Türkçe’yi konuşamayan bir türkücünün önünde göbek atıp, içlerindeki köylüyü dışarı çıkardıklarını çok gördüğüm için bu “zulüm fikrinde” ısrarlıyım..

DİĞER YENİ YAZILAR