Âdetimizdir.. Bakarız ama görmeyiz, okuruz bilmeyiz

Haberin Devamı

Müze yapılan Atlı Köşk’teki Venedik temalı sergiyi görün, sonra bir zahmet o sergi üzerine üç beş satır okuyun.. Okuyun ki Venedik denildiğinde aklınıza gondoldan, kanaldan başka bir şey gelsin.. Venedik tacirleri ile bizimkilerin yüzyıllarca kanka olduğunu bilin..



“Venedik” denince bizim yurt dışı görmüşlerin aklına su içinde bir şehir, kanallar, turistin tepesinde şarkı söyleyen enine çizgili tişört giymiş, siyah bereli gondolcular gelir..

Bir de her yıl bir defa yapılan Venedik Festivali..

Şirketler, kendilerine lazım olacak elemanları “bağlama konusunda” talimli olduğundan, ihtiyaç duyulduğunda Venedik seferi düzenlerler..

O yüzden bu eski İtalyan şehrini görenimiz çoktur..

Bizden olup da “San Marko” meydanında hatıra fotoğrafı çektirme fırsatını yakalamış kim varsa, Venedik’i çok iyi tanıdığını zannetmesi doğaldır..

Tabii “tepsi içinde gölet” derinliğindeki medyamızın da bu işte dahli var..

***


Açın son on yılın turizm sayfalarını.. Tek tek tarayın içindeki yazıları..

O sayfalarda Venedik’e dair ne varsa birbirinin tekrarıdır.. İki gün için gelen turistin eline verilen iki sayfalık broşürde ne yazılıysa, o satırları elifi elifine gazeteye geçirmekten usanmadılar..

Okuyucu ne yapsın?

Venedik dendiğinde aynı şeyleri okuya okuya, aynı fotoğrafları göre göre o da usandı..

Senin geçmişindeki Osmanlı İmparatorluğu ile İtalyan’ın geçmişindeki site devletleri dönemindeki Venedik’le köklü bağlar var..

SAY SAY BİTMEZ

Osmanlı altını ile Venedik altını birbirlerine yüzyıllarca kefil olmuşlar.. Bugünün mali diliyle konvertibilite..

Senin ihtişamıyla övündüğün padişahlarının kaftan yaparken kullandığı kadifeler oradan geliyor..

Selatin camilerini geceleri aydınlatan o zarif cam kandiller Venedik’ten ithal ediliyor..

Sokullu Mehmet Paşa bir seferinde dokuz yüz kandil birden ısmarlar, üç yüzü kendine..

O kadar iç içesin, o kadar uzun bir ortak geçmişin var ki bugünkü cehaletini affettirmez..

Atlı Köşk’teki “Nam-ı Diğer Aşk” temalı Venedik Sergisi’ni ziyarete heveslenmemin bir sebebi de budur..

Sokullu Paşamız’ın Venedik’ten ısmarladığı, her biri sanat eseri niteliğindeki o cam kandillerden bazılarını görme merakım..

Gördüm, başım göğe erdi.. Ne var ki o kandillerin nasıl yakıldığını bir türlü anlayamadım..

İçine yağ koyup, fitili sarkıttığında iş bitmiyor.. Fitilin ateşi yağla buluştu mu kandil “Molotof Kokteyli” gibi kendiliğinden patlar..

Bir düzeni, düzeneği olmalı ki patlamasın..

Bunu anlatan bir grafik hazırlanıp, camekânlardan birine konmamış.. Bu eksiklik yüzünden kimi ziyaretçi o kandilleri vazo zannediyor..

Merhum Sakıp Ağa’nın adına müze haline getirilen Atlı Köşk’ün kendisi bile taşıdığı görkemli sergiler kadar ilgi çekici.. İçine ilk defa giriyordum..

Gişelerden itibaren iki yanı ağaçlı bir yoldan yürüyorsun.. Yeşillikler içinde kıvrılarak yükselen yol, müze olarak hizmet veren yapıya kadar geliyor..

***


Emirgân Korusu’ndan Boğaz’a uzanan “Atlı Köşk” taaa 1848’de yapılmış..

O zamanlar “yalı” sözcüğü kullanılmıyordu.. Denizle yanak yanağa olan yapılara ya “sahilhane” deniliyordu yahut “sahil sarayı..”

Çoğu kimse bu sahil sarayının ilk sahibinin Mısır Hıdivi “Küçük” lakaplı Mehmet Ali Paşa olduğunu zanneder..

Nitekim müzenin girişindeki kısa tarihçede de öyle yazıyor..

Oysa sahilhane ilk önce Abdülmecid’in tuğ taktığı Süleyman Re’fet Paşa’nın malı..

Ondan Musevi Hoca Misak Efendi’ye, ondan da Re’fet Paşa’nın hanımı Adile Hanımefendi’ye geçmiş..

Asıl sahibi olarak bilinen Mısırlı Mehmed Ali Paşa’nın sırası bunlardan sonra geliyor..

Sahilhane el değiştirmeye devam ediyor.. Yeniden bir paşa, ardından bir Musevi tüccar, bir de hıdiv ev sahibi gördükten sonra Hıdiv Mehmet Tevfik Paşa’nın mülkiyetine geçmiş..

PRENSES İFFET..

Bunlar 1884’e kadar olan sahipleri..

Atlı Köşk’ün aslı olan sahilhane bu saatten sonra altı kere daha el değiştirmiş, en nihayetinde tekrar Hıdiv soyunun eline düşüp, Mısırlı Prens Mehmet Ali Hasan’ın olmuş..

1925’te harap vaziyetteki sahilhaneyi satın alıp arazisinin üzerine bugün ayakta olan konağı yaptıran da Prens Mehmet Ali..

Hevesi mi geçmiş ne konak da sahilhane de yine boş bırakılmış.. Derken 1944 yılında, mülkün Sabancı ailesinden önceki son misafiri olan Prenses İffet gelip burada oturmuş..

Boğaz’ın manzarasına bakıp bakıp bu güzelliği kendisine bırakan ağabeyi Prens Mehmet Ali’ye dua etmiştir..

Fotoğraflarından biliyorum Prenses İffet’i, olağanüstü güzel bir kadınmış..

Eğer bugünlerde yaşasaydı ve o servet elinde olsaydı İstanbul sosyetesi onun etrafında dönerdi..

Osmanlı Sarayı’ndan ne hikmetse o kadar güzel sultanlar çıkmamış..

Bir Sabiha Sultan’ımız vardır.. Hani Mustafa Kemal’in de evlenmeyi aklından geçirdiği Sabiha Sultan.. Hepsi o kadar işte..

O hanım sultanların çoğu bugün yaşasaydı, televizyondaki evlilik programlarında bile koca bulamazlardı.. Allah razı olsun padişah atalarından..

Her birine zorla birer koca bulmuşlardı..

***


Hacı Ömer Sabancı bu köşkü 1950’de Prenses İffet’ten satın almış..

Bahçesinde duran, köşke adını veren at heykeli de Mahmut Muhtar Paşa’nın Moda’daki konağından getirilme..

Köşkün bahçesinde bronzdan, şaha kalkmış bir at heykeli daha var.. O da İstanbul’dan Venedik’e gitme dört at heykelinden birinin taklidi..

Nasıl mı gitmiş o heykeller? 1204’deki haçlı seferi sırasında..

İstanbul’un Venedik’le ilişkisi o seferde başlar zaten.. Gasp edilen heykellerimiz şimdi Venedik’te San Marko meydanında..

Hallerimizi bilmez turistlerimiz fotoğrafını çekip durur..

Bir atın kopya heykeli ise aha burada, Atlı Köşk’te..

YARIN: Sözüm söz.. İki sergiyi birden anlatacağım..

DİĞER YENİ YAZILAR