Atlı Köşk’teki Venedik Sergisi’ne ziyaret girişimi

Haberin Devamı

Eğer bu uyku düzenini kökten değiştiremezsem, İstanbul’da bir elli sene daha yaşayayım, bir şey göreceğim yok.. Bu gerçek aklıma daha yeni geldi.. Ani bir kararla kendime normal insan süsü verip erkenden kalktım, turist gibi yollara düştüm.. İyi de etmişim..

Gazeteye geldim, masama oturdum..

Gözüm masanın üzerinde duran iki küçük nesneye takıldı.. Küçük taşların birleştirilmesi ile yapılmış iki heykelcik..

Biri benim..

İçimde siyah tişörtüm, üzerinde mavi gömleklerimden biri.. Eller cebimde.. Heykelcik olarak dikildiğim yerden kendime “Nerede kaldın aylak?” der gibi bakıyorum..

Öyle de güzel boyamışlar ki..

Ya nındaki de bir kadın heykelciği..

Sezen Aksu’yu alın.. Sıkıca besleyin, gövdesi tenis topu gibi olsun.. Saçı da tepesine topuz yapılsın.. Hani “minik serçelik” günlerindeki gibi..

Renk renk puantiye bir yazlık elbisenin içinde.. El ayak tırnaklarını kırmızı oje ile bezemiş.. Takmış takıştırmış, şıkıdım şıkıdak özüme rekafat ediyor..

***


Heykelcikleri gönderen Ülker ve Altan Çetin çiftinin açıklamasına göre “Deforme edilmiş Sezen Aksu” heykelciği yalnızlıktan sıkılmamam içinmiş..

Bu işlere merak salan emekli öğretmen çift öyle diyor.. Sağdan soldan gelebilecek suçlamalara karşı savunmam budur..

Yaratıcılık insana ne güzel bir armağan..

Denizin suyu ile yıprana yıprana kaymaklaşmış küçük taşları alıyorsun.. Birbirine ekleyip, boyayarak onlara hayat veriyorsun..

Başka bir elin gördüğünde, eline alıp denize atarak suda sektirmeye çalıştığı o taşlar resmen dilleniyor..

Herkes yaratıcı olamayabilir..

Dedik ya! Bu kimi insanlara birer ihsan.. Ama yaratıcı olmayıp da “yaratıcılığın farkında olmak” da başka bir haslet.. Bari o kadarını yapabilsek..

MÜZE ZİYARETİ

Heykel sahibi olmanın bir sıkıntısı da gelecekte o heykeli ne yapacağını bilememek..

Toplama taştan veya boyama.. Ne fark eder? Heykelimiz var artık.. Ona bir müze bulmam şart oldu..

Kendi kendime böyle düşünüp, özümü gaza getirirken küçük bir haber ilişti gözüme..

“Sakıp Sabancı Müzesi haline getirilen Atlı Köşk’te açılan Venedik Sergisi..”

Bu benim tarifim.. Sergi tematik olsun diye “aşklı meşkli..” bir isim de bulmuşlar..

“Gidip göreyim..” dedim.. Göreyim de ziyaret saatleri sabahın onu ile on ikisi arası.. Bir de sabahın 13.00’ü ile sabahın 17.00’si arası..

Benim için hepsi sabahın körü..

Eğer gideceksem.. Bari erken kalkayım da öyle gideyim, dedim kendime.. İkna oldum.. O gün saat 7.00’de ayaktaydım.. Süslenmem, saç bakımı, cilt bakımı, çul çaput seçimi derken saat dokuz oldu evden çıktım..

Atlı Köşk’e ulaşmam yarım saati bulmadı..

(İstanbul’da yaşayanlara not.. Sabahın bu saatlerinde trafik olmuyor..)

Müzenin açılmasına daha on dakika var.. Kapıda bir de Fransız gurubu var.. Türkiye’de yaşayan Fransızlarmış.. Venedik sergisini duyar duymaz gelmişler..

Bu Frenklerin adeti böyledir.. İstanbul’u şehrin üç kuşak doğma büyüme yerlisinden daha iyi bilirler.. Nitekim herkesten önce koşup gelmişler..

Kapıda bekleşirken selamlaştık, küçük bir kaynaşma oldu grupla aramda.. Çoğu uzun süre İstanbul’da yaşadığı için kırık da olsa Türkçe konuşabiliyor..

On beş kişilik grubun tamamı kadın.. Bir tek erkek var aralarında.. O da İsviçreli.. Adını aklında tutamadım ama galiba İsviçre Konsolosluğu’nda görevli..

Onunla iki satır muhabbet peyda ettik, sohbet anında futbola düştü..

***


Bana İsviçre ile Türkiye arasında yaşanan bir krizi anlatmaya çalışıyor.. Ben de dinlerken içimden “Ne krizi?” sorusunu geçiriyorum..

Acaba bizim diplomatları bunlar da itip kaktı da benim mi haberim olmadı, merakındayım..

Meğer “İki ülke arasında kriz” dediği dört beş sene evvelki milli maçmış..

Hani İsviçre ile yaptığımız son maçın hakkından gelemeyip elenmiştik.. Bizim yiğitlerimiz onların yiğitlerine tepik atmıştı.. Çarşı karışmıştı..

O maça getiriyormuş lafı.. Tabii bir de Galatasaray’ın 5-0 yenerken arıza çıkardığı Nochetel Xamax maçı kalmış aklında..

İki de bir “Ben Galatasaray’ı sevmem, Fenerliyim..” diyor..

ARADA KALMAK

Şimdi gel de bu durumdan kendine uyan “milli bir vazife” çıkar bakalım..

Ya İngilizce’de bildiğin kelime haznesinin dibine kadar tırtıklayarak “Spor kardeşliktir..” türünden bir cümle kurup, söylediğine kendin de inanıyormuş gibi yapacaksın..

Üstelik cümlenin içinde en az dört beş gramer hatası birden olacağından, adam bunu “Sporcu bir kız kardeşiniz varsa evlenebilirim..” diye anlayacak..

Yahut sahada yediğimiz kazığın hatırasına, ayak üstü muhabbet ahbabına doğrudan kafa atacaksın..

Varsın bir Türkiye-İsviçre krizi de böyle başlasın..

İyi aile terbiyesi aldığımdan susmayı, mânâsızca sırıtmayı tercih ettim.. O sırada bilet gişesi de açıldı..

Giriş on lira.. Makûl.. Verdim paramı, grubun önüne geçtim.. Onlar toplu girişlerde üç lira indirim olduğundan bunun içinden çıkmaya çalışıyorlardı..

Adam başı yedi lira ödeyecekler.. Herkesin elinde bir Fatma Aliye.. Yani elli liralık banknot..

Grubun başındaki kadının suratına tutup herkese adam başı kırk üç lira ödemesini bekliyorlar..

Al sana eğlence.. Müze gezmek ayrı keyif.. Müzenin gişesi önünde dikilip yabancıların birbirleri ile bozuk para üzerine tartışmalarını seyretmek ayrı bir keyif..

***


Tek tek de gidemiyorlar gişeye.. O zaman gişedeki hanım kız bunları “bireysel ziyaretçi” kategorisine sokup grup indirimi uygulamıyor..

Vize kuyruklarında süründürür müsünüz bizi? Bizde de oyun çoktur..

Üç lira fazla ödesinler de batsınlar mı?

Aralarında çıkan krizi sona erdirmeleri yirmi dakikayı buldu.. Bir saniyesini bile kaçırmadım..

YARIN: Venedik Sergisi veya afili adıyla “Nam-ı Diğer Aşk” sergisi üzerine güzelleme..

DİĞER YENİ YAZILAR