Kar yağarsa kış olur.. Halini bilsen hoş olur..

Haberin Devamı

Hesaplamışlar.. Günde dört saat TV seyreden, iki gazete alan ve işe metroyla gidip gelen orta sınıftan bir çalışan günde üç bin yedi yüz küsur haber ve reklamın hedefi oluyormuş.. Normal şartlarda fark edilmeyen bu haber bombardımanı karda eve kapandığında taşınmaz bir yük oluyor..

Bu ahaliye rahat huzur yok..

Kar yüzünden evde mahsur kalmışsın.. Oyalanacağın şeyler belli.. Gazete, televizyon, internet, DVD’den film seyretmek, bir de kitap..

Gazeteyi bunlardan ayıracaksın..

Karda mahsurken bile eline bir şekilde ulaştığında güne o an başlattığını hissettiriyor insana..

Televizyonların çiğneye çiğneye sakız ettiği gündemi sana yeniden sunarken, bunun o gün için “taze başlangıç” olduğuna inandırıyor..

Gazetenin böyle bir büyüsü var.. Gel gör ki gündeme damgasını vuranlar, bu işin de tadını kaçırıyor..

***


Açıyorsun gazeteyi.. Bir köşesinden cihet-i askeriye kükrüyor, öbür köşesinden muhalefet adamları..

Seyrek bıyıklı asabi şahsiyet boş duracak değil ya! O da ikisine birden aynı anda vuruyor..

Buyur bakalım.. Daha güne yeni başlamışsın, üç sıfır mağlupsun..

Birinci sayfalardan illa ki kan damlayacak.. Hırgür haberlerinin yanında ara sıcak olarak bir uçak kazası.. Onun yanında da Haiti’yi yerle bir eden deprem..

Ahaliyi dibine kadar germek şart..

Nasıl mı gerersin? Cevabı gazetede var.. “Bilim adamları bir sonraki deprem felaketi için Türkiye’yi adres gösterdi..” haberini sıkıştırırsın bir yere..

Ondan gerisini okur düşünsün..

İşin yoksa tavana bak.. Kapı kirişlerine bak.. Duvarları incele.. Arz-ı hareket olursa öncelikle nereye sığınacağını keşfetmek için..

Kafayı sıkmayan tek haber Sibel Can’a dair olanı.. Kendine yeni bir sayfa açmış da..

SİBEL VAK’ASI..

Eskiden de kar yağardı.. Gazeteler de büyük şehirleri sayma her yere geç gelirdi.. Kimi akşamüstü alırdı günlük gazeteyi eline, kimi ertesi gün..

Coğrafyadaki yerlerinden dolayı, İstanbul’dan uzaklaşma ölçüsüne göre, kimileri de haftada bir veya on beş günde bir topluca gazete görürdü..

Ne insanlık bu kadar çürümüştü ne de toplum bu kadar kokuşmuştu.. Yaz geldiğinde yazın, kış geldiğinde kışın tadı çıkarılırdı..

Ahali şimdi olduğu gibi kala kala Sibel Can’ın kendine beyaz defter açma haberine kalmazdı..

Kadında da ama güç varmış haaa!

Hükümet adamları kendileri için öyle bir haberi mümkünü yok, koyduramazlar gazetelere.. Sibel Hanım benim canımın halkla ilişkilerini kim yapıyorsa aferin ona..

Bütün gazetelerin içine sızmış..

Kimi gazete Sibel Can’ın koltukta gergin fotoğrafını birinci sayfadan göstermiş, kimi ikinci sayfada.. Ama hepsi de üç dört sütundan az olmamak üzere..

Kraliçe Elizabeth tahttan feragat etse, bizim gazetelere bu kadar giremez..

Kocayı sepetleyip, evine yeni eşyalar alan Sibel Can’ın “yeni bir sayfa açma hamlesi” bu boru mu?

Eee? Yeni sayfa açınca ne yapacak? Kendini bilime mi verecek? Genetiği değiştirilmiş organizmalar hakkında tez mi besteleyecek?

Yooo! Dün ne yaptıysa onu yapacak..

Önce kaç kilo verdiğini sızdıracak basına.. Ardından Sibel Can diyetini konuşturacak..

Derken sevgili faslından yeni birini bulup, eski şarkıları gözlerini süze süze söyleyecek..

Sonu baştan belli bir hikâye niye bu kadar ilginç geldi ki medya leşkerlerimize?

***


Eskilerin ağır adamları, futbola dudak büker futbol meraklıları ile “gazeteyi tersten okuyanlar..” diye dalga geçerlerdi..

Onun da ruh üzerinde yatıştırıcı bir faydası yok.. Açıyorsun spor sayfalarını.. Bir yarısı şike haberleri ile dolu.. Öbür yarısı Erman Toroğlu ile..

Hele Hürriyetçiler.. O kadar meyus ki.. “Erman Hocam’ı geri istiyorum.” Başlığı ile yazmayan köşecisi yok.. Bay Ertuğrul dahil..

Yahu elinizde kocaman iki televizyon kanalı var.. Çok meraklıysanız kendi kanallarınıza çıkarın hocanızı.. Programını orada yapsın..

Size basur ameliyatı tekniğini ile açıklanan veya dirsekten itibaren sallanan kol hareketleri ile zenginleştirilen o güzelim futbol yorumlarını sabah akşam yapsın..

Böylece kendi kanallarınızın başından kalkmamış olursunuz..

Ne diye el âlemin kanalına sardırıyorsunuz adamı?

BİR ACAYİP ŞİİR..

Belden aşağı konuşurken etrafı irite etmemek de marifet ister..

İlle de kolu dirsekten sallayıp hareket çekmek veya içinden “bayan” sözcüğü geçen cümleler kurmak gerekmez.. Güzel yapıldı mı küfürlüsü bile hoş gelir adama..

Yine böyle bol karlı bir kıştı..

Günahını almayayım ama “Ümit Yaşar’ın şiiriymiş..” dediler..

İmzasız, mahlassız bir şiir birden ev kadınlarının eline, diline düştü..

Karla kaplı sokakları koştura koştura geçip kabul günlerine yetişen kadınlar, sobanın sıcaklığını sohbet eşliğinde paylaşırken lafı ille de bu şiire getirirlerdi..

İçlerinden biri veya birkaçı şiiri ezberine almış olurdu..

“N’olur okuyuver..” diye başlayan ısrarlar nihayet “Okumazsan ölümü gör..” türünden ant verme noktasına gelir, şiiri belleyenin direnci çökerdi..

Kadınların kıkırdaması arasında şiir okunurdu..

“Karı severim karı.. Donsuz karı..”

Meclis konuşmalarının kaydedildiği gibi bu şiirli muhabbetin de zaptı tutulsa, kâtip daha ilk satırda parantez içinde not düşerdi..

(Şiddetli kıkırdamalar..)

“Donsuz karın üzerinde ski ile kaymayı..”

(Arsız kahkahalar..)

Şair bu dizelerle başlar, ardından gelen dizelerde sonu “ak” la biten ne kadar nesne varsa saydırırdı..

“Dağ ak.. Taş ak..”

***


Ne insanların tabiata inat daha da sosyalleştiği eski kışlar kaldı.. Ne o eski kışlara özgü doyumsuz soba başı sohbetleri..

Masumiyet yok oldu..

Her şey bize özgü garip şehirleşmenin hızıyla kirlendi.. Kalkmayan karlar dahi o kirlenmeyi bastıramıyor..

Şair Özdemir Asaf vaktiyle “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu.. / Birinciliği beyaza verdiler..” demiş..

Üzerimizdeki kar örtüsünün daha yağarken kirlendiğini hesap etmeden..

DİĞER YENİ YAZILAR