Bu kadar yağmurdan sonra Bodrum bir barajı haketti..

Haberin Devamı

Yazın suya hasret toprağımız Bodrum şu iki ay içinde son on senenin yağmurunu bir seferde gördü.. Bu su bereketi sayesinde artık belediyeler içme suyuna denizi karıştırıp satmayacak.. Hükümet adamları akıl edip bir de baraj kondurdular mı buralara GAP gelmiş gibi olur..

Ne demişler..

“Allah murad ederse kul görür her bir işini.. Allah murad etmezse muhallebi yerken kırar dişini..”

Benim Bodrum dönüşü de ikide bir soyundan gelenlere “tıkma akıl” veren atalarımızın lafına döndü..

Yazın tatil yaparken yorulduk, fazladan beş on gün çalalım dedik.. Yukarıdan razı gelmediler..

Güzel Allahım, Balkanlar’da başıboş dolanan ne kadar bulut varsa hepsini Bodrum’a musallat etti..

O güzelim gök mavisi griye, karaya kesildi.. Denizin de huyu pis.. Gök rengini kaybetti mi deniz de meşrebini kaybediyor..

Gökyüzü griye mi çaldı? Deniz o gün mutlaka gri ile kara arasıdır..

***


Rüzgâr hepsinden meşrepsiz..

Alttan üflüyor, üstten üflüyor.. Alttan üflediğinde deniz, üstten üflediğinde gök karışıyor.. Yağmur, yağmur, yağmur.. Resmen gökyüzünün dibi delindi..

Doğayla iki gün inatlaşıp denize girdim.. Bu kez de balıktan yana nasibimiz yok..

Denizin her karışmasında kıyıya toplanan, suyun altındaki kuytuluklarda biriken balıklar sanki Ergenekon Savcısı denize çimmeye girmiş gibi kayıplara karışmış..

Su altı magandası gibi havalı zıpkınımızı boşa sıka sıka onu da bozduk.. Gitti mi tavladan biriktirdiğim yüz yirmi beş euro?

“En iyisi dönmek..” deyip yol hazırlığına başladık..

Yol hazırlığı arabadan başlar.. Benim peşinatı kredili, yedi yüz on lira aylık taksitli arabanın hazırlanması bu yıl bayağı emek istedi..

NUH TUFANI GİBİ..

İzmir’in otobanına girip de “akıl almaz bir yol mühendisliği hikmeti” kendimizi Menemen yöresindeki tarlaların içinde bulmuştum hani..

İşte o seyir sırasında yolu enlemesine kesen bir oluğu aşmak için arabayı gazlayıp kuş gibi uçurunca başımıza gelenler gelmişti..

Oluğun öte yakasına “Angut Kuşu” gibi konmuştum..

Angut Kuşu tabiatın Selahattin Duman’ıdır.. Her işi terstir.. Bütün kuşlar rüzgârı cepheden alıp uçmaya başlar, arkaya alıp inerler..

Angut Kuşu tersini yaptığından her inişinde üç dört takla atar..

Benim tarlaya konuşum da takla kısmı hariç tıpatıp böyle oldu.. Ön takımlar gitti..

Gerçi araba yürümesine yürüyor ama iki gidip bir döt atarak..

Bodrum Nissan’dan Feridun Usta’m onu da halledince iş yükleme faslına geldi..

Yüzden fazla kitap.. Üç torba nar hasadı.. İstanbul’da domates bulunmadığından köylerden toplanan iki torba tarla domatesi.. Yine İstanbul’da olmadığı için tarladan tedarik edilen yarım çuval acı ip biber..

Üç bavul..

Bodrum’a gelirken tanesi bir liradan Kırkağaç’tan alınnmış kavunlar ki kabukları iki ineği doyurur.. Artı buzdolabından artan ne varsa ki dört adet fındık turpu ile yarısı yolunmuş maydanoz demeti dahildir..

Fukaralığın gözü kör olsun..

Ben yarım demet maydanozu Bodrum’dan İstanbul’a taşıyacak adam değildim ama bahanemiz küresel.. Arabaya bir girdim ki bilgisayarı koyacak yer yok.. Domateslerle biberleri kaktırıp aralarına zor sığdırdık.. Yola çıktık..

Ne bileyim ben yukarıdakinin beni gözetlediğini..

Torba kavşağından itibaren gökte ne kadar birikmiş su varsa yağmur olup tepemize indi..

Ne yağmur ama? On metre ötesini göremiyorsun, silecek son kertede cama yetişmiyor..

Otobana da girmişim.. Otoban dediğin bildiğin ırmak olmuş.. Dönüşü olmayan nehirde seyrediyorum adeta.. Saatteki hız ortalama kırk kilometre..

***


Bizim memleketin şoför kısmısı farları yaktığında elektrik faturası geldiğine inanır.. Trafik ekipleri de onlarla aynı görüştedir.. Dolayısı ile kimseye “farlarınızı yakın..” uyarısı yapılmaz..

Böyle olunca da arkadan kimin geldiğini katiyen anlayamıyorsun..

Böyle böyle üç saat tutmayan yolu yaklaşık yedi saatte alıp Urla’ya kadar geldik.. Kız kardeşimin “müze evine” yerleştik..

BİR DİYALOG..

Kardeşim de eşi de öğretmen.. İkisi de edebiyat fakültesi mezunu.. Devlette çalışmışlar, özel sektörde çalışmışlar.. Yani hayatı bilmemelerine imkân yok..

Ben bir duş alıp, kuru elbiseler giyip aşağı indiğimde kardeşimin kocası telefonda hararetli bir konuşma yapıyordu..

Konuşma bir banka görevlisiyleydi..

Bizim damada bir kredi kartı gelmiş.. Onu karşı tarafa haber veriyor ki kart kullanıma açılsın..

Bankacı kız, karşısındakinin gerçek kart sahibi olup olmadığını anlamak için soruyor:

“Doğum tarihiniz? Gün, ay ve yıl olarak..”

Bizimki cevap veriyor:

“Ayın ikisinde doğmuşum, filanca yıl..”

“Hangi ay beyefendi?”

“Tipi varmış..”

Ne astroloji de ne burçların elifbasında “Tipi Ayı..” diye bir şey kayıtlı olmadığından bankacı kızın kafası karışıyor..

Bu kez damat sinirleniyor.. Kızın tipiyi anlamadığını varsayarak “Tipi hanımefendi tipi.. ” diyor..

“Hani kar yağar da göz gözü görmez ya!”

Allah Allah! Üniversite mezunu bir eski devlet memurunun referansına bak!

***


Bankacı kızdan nasıl bir cevap aldıysa sinirlenen damat bu kez kız kardeşime dönüp patlıyor:

“Benim doğduğum ay hangisiydi?”

Yani “Tipi Ayı”nın Miladi Takvim’deki karşılığı neydi?

İkili telefon konuşmasında söz sırasının kendisine gelmesine şaşıran kardeşim de o sırada boncuk dizmekteydi..

Gördüğü üniversite tahsili ve yıllarca devlet kapısında çalışarak edindiği tecrübe onu da boncuğa yönlendirmiş..

Boncuktan bilezik dizip satarak ciddi bir finansman kaynağı elde edeceği ve bunu yatırıma dönüştürüp zengin olacağı gibi bir inancı var..

Bodrum’un fırtınaları ile terbiye edilip bu konuşmayı dinledikten sonra ertesi sabah yola çıkmaya karar verdim.. Beni İstanbul paklardı..

DİĞER YENİ YAZILAR