elBulli’de yemek yemenin birinci şartı çelik gibi sinirlere sahip olmak

Haberin Devamı

Beş kişilik masaya beş garson beş tabak getirecek.. Başlarında da başöğretmen ciddiyetinde bir sunumcu.. Bakacaksın tabağına.. Bir adet gül yaprağı.. Üzerinde de üzüm sirkesi renginde beş damla var.. Sonra “Arkadaşlar bu getirdiğiniz nedir?” sorusunu Katalan dilinde soracaksın..

Masanın yemek sunumcusu da sana NATO sırrını açıklıyormuş ciddiyetinde “Oyster Leaf With Dew Of Winegar” diyecek.. Sen bunun “Damla sirkeli istiridye yaprağı..” olduğunu bilmediğinden “Bana oğlak muamelesi mi yapıyorsunuz?” deyip masayı tersine çevireceksin.. Olmadı işte..

elBulli nam dünyanın bir numaralı restoranı kabul edilen mekândaki yemek şovu devam ediyor..

Benimle birlikte elBulli’nin masasını paylaşan iki sponsorum ve zarif eşleri hallerinden çok memnun..

Ne de olsa popolarımız elBulli’nin Afrika ülkelerinin devlet başkanlarının makam koltuklarından daha değerli sandalyeler tarafından şereflendiriliyor..

Biz sıradaki sürprizi beklerken, dünyanın en etkili yüz adamından biri seçilen Ferran Adria ile adamları bize mönüdeki bir sonraki yemeği yetiştirmeye çalışıyor..

Kendi kendime hesap yapıyorum..

İç sesim “Şu ana kadar yedi adet yemeğin servisi yapıldı.. Hepsini toplasan bir tatlı kaşığı yapmaz..” diyor..

İç sesim “Acaba Rosas’a döndüğümüzde açık bir pizzacı bulur muyuz?” diye soruyor..

***


Yemeklerin sunumunu yapan Marta Farre hanım benim canım ve garsonlar ne mal olduğumu çoktan anladılar..

O şeker kamışı çubuğunu acıkmış bir buzağının iştahıyla kemirdiğimden beri oraya ait olmadığımı keşfettiler..

Benim durumum masa arkadaşlarımı da ele verdi.. Garsonlar artık bizim masadan kimsenin İngiltere kraliyet ailesinden biriyle arkadaşlık etmediğini biliyorlar..

Aha mönüdeki sekizinci yemek de geldi önümüze.. “Cherry Umeboshi..”

Vişne kılığında ume turşusuymuş.. Adam müşteriyle kafa bulmayı seviyor.. Bu kez de zeytini vişne kılığına sokmuş, ye bakalım ne anlayacaksın, diyor..

Ben yine zarif parmağımla zeytini elimde patlattım.. Masadakiler tarafından kınandım.. Gurmelik adına bir eksi point daha aldım..

UME NEY ABEY?

Bu ume dedikleri bir Japon meyvesiymiş.. Bizim ithalatçılar henüz keşfetmediğinden kuyumcularla rekabet halinde olan Bebek manavlarında henüz satılmıyor..

Ferran Adria bunun turşusunu kurmuş.. Aromasını, molekülünü bir yerlerde ayrıca zaptedip zeytin rengindeki temsili vişnenin içine tıkmış..

Diyecek lafımız yok..

Zaten masanın da söyleyecek lafı yok. Sponsorlarım ve zarif eşleri ve dahi ben, yediğimiz her şeyi övmekte yarışıyoruz..

İçimizden biri “Ne lan bu?” diye sorsa masanın ilk eleneni olacak sanki..

Ardından “Coconut Sponge” adındaki nesne geldi önümüze.. Hindistan cevizi süngeri.. Tatlısı veya yemeği de olabilir..

Üç tane jelatin pulu gümüş gibi parlayan bir tabakta verdikleri için fiyakalı adı böyle..

Bunun neresini süngere benzettiler, anlamadık..

Ama Marta Farre hanım, her sunumdan sonra yaptığı gibi tepemize dikilmiş, tepkimizi ölçüyor.. “Hııım! Çok lezzetli..” mealinde kafa salladığımızı gözledikten sonra gidiyor..

Kafa sallamalarımız karakter zaafımızdan değil, kadından çekindiğimizdendir..

Bir sonraki yemek şampanya kadehine benzer bir şeyin içinde geldi.. Kadehte pembemsi bir sıvı.. Malzemesi ananas, cin ve yoğurtmuş..

Akıl edip sarmısak koysa buna “ananaslı cacık” diyeceğiz..

İçtik, Marta hanım başımızdan gider gitmez de yüksek sesle yorumlarımızı yaptık.. Gurme literatürüne bir faydası olmayacağından bu yorumları burada tekrarlamıyorum..

Ne var ki olay şu: Bu Ferran Adria ne yapıyorsa başka bir nesne görünümde yapıyor, içine canının istediği tatları tıkıyor.. Temsil “Black Sesame Sponge Cake With Miso” adıyla servis edilen nesne gibi..

Listedeki yemeğin adının Türkçesi “Kara susamlı hamurdan misolu kek” oluyor..

Miso dedikleri de soya fasulyesi, pirinç veya arpanın deniz suyu ve ko-ji adlı mantarla mayalanmasından elde edilen bir çeşit hamurmuş..

Yemesine yedik de nedense hamuru ne tadıyla ne fiziğiyle hiç algılamadık..

Müşteri için önümüze konanları tartışmak yemekten daha zevkli..

Elin dolar milyoneri ta Japonya’dan özel uçağıyla geliyor, akşam yemeğini burada yiyip dönüyor.. On altı saat gidiş, on altı saat dönüş..

Nereden baksan bir elBulli yemeği için otuz iki saati havada geçiriyor.. Sonra oturup, eşiyle dostuyla altı ay bu yemeği konuşuyor..

***


Aramızda “Dur bakalım, daha neler göreceğiz” diye söyleşirken, sıradaki yemekleri bekliyoruz..

Kendi kendime “Artık beni şaşırtacak bir şey getiremezler..” dediğim yerlerdeyken önümüze birer yaprak geldi..

Üzerinde üzüm sirkesi renginde beşer damla bulunan birer yaprak..

Ne olduğunu anlamadığımdan eğilip kokladım.. Refleks olarak yani.. Baharda ilk kez ağıldan çıkıp çayıra yayılan buzağılar da tanımadıkları her otu eğilip böyle koklarlar..

Marta Hanım’ın açıklaması tam zamanında yetişti.. “Oyster Leaf With Dew Of Winegar” olarak mönüye giren bu doyurucu, besleyici yemek istiridye türünden deniz kabuklusuymuş..

Türkçesi “Damla sirkeli istiridye yaprağı..”

Eğer nefsine hâkim olup yaprağı yemeden önce damlaları yalarsan istiridyenin tadı ağzına geliyor..

Yaprak ise olayın dekoru.. Benim yaptığım gibi yaprağı ağzınıza atıp çiğnerseniz masadakiler tarafından aşağılanıyorsunuz..

İSTİKBAL NERDE?

Ferran Adria’nın deneysel yemekleri için “gelecek yüzyılın mutfağı” deniyor..

Eğer bir-iki asır sonra mutfağımız böyle şekillenecekse bizim kadınlar yandı..

Sıkıyorsa acından gözü dönmüş halde eve gelmiş olan adamın önüne al sana yemek, diye “damla sirkeli istiridye yaprağını” koy..

Yaşayacaklarından sonra yaptığın yemeğin modern mutfağın bir yorumu olduğunu “Mor Çatı Sığınma Evi” ne gittiğinde başına toplananlara anlatırsın..

Şu ana kadar önümüze gelen acayip nesnelerden çıkardığımız ve buralara gelmeden yaptığımız master çalışmalarından ulaştığımız sonuç şu:

Ferran Adria “moleküler gastronomi” olarak da adlandırılan mutfak akımının dünyadaki bir numaralı öncüsü..

Sıvı nitrojen, santrifüj, alışılmışın dışında dondurma teknikleri kullanırken, doğada görülmemiş şekiller yaratıyor..

Meyve ızgaraları, kavun havyarı, ağza atılınca yavaş yavaş soğuyan sıcak dondurma gibi..

Mesela Çin’de yetişen bir biberin çiçeğinin moleküler yapısını parçalıyor.. Bundan “Electric Milk” adını taktığı bir bisküvi icat ettiğini söylüyor..

Bisküvi niyetine ağzına attığın şey ıslandığında yarattığı elektrik akımıyla dilini şoklayıp hissizleşiyor..

Lâl olmuş müşteri “Beee.. Beee.. Beee..” diye derdini anlatmaya çalışırken o masanın yemek takdimcisi Ferran Adria’nın laflarını tekrarlayarak ağzının payını veriyor:

“Bu tattığınız damağınızla asla keşfedemeyeceğiniz bir zevk..”

Tahminim milyonlarca insanın rezervasyon için başvurup ancak beş-altı bin kişinin elBulli’de yemek yiyebilmesi de bu sebepten..

Müşteriyi seçiyorlar.. Yedikleri şeylerden sonra arıza çıkarmayacak tipleri müşteri olarak kabul ediyorlar..

***


Beni sorarsanız şahsen çok uyumluydum.. Ta ki “Prawn two Frings” denilen nesne önüme gelene kadar..

Uzun, metal bir kayık tabakta iki parçalı jumbo karides yatıyor.. Altında beyaz bir nesne var.. Toz şeker gibi duruyor..

Marta hanım tarif ediyor.. Önce karides, sonra kabuklu vücut yenecek, sos sona bırakılacak.. Gecemizin gerçekten organik ikinci yemeği bu..

Dediğini yaptım.. Karidesi, kabuklarını ağzıma attım.. Sosu da bunların arasında bir yerdeymiş, farkında bile değilim..

Tabakta kalan kar gibi beyaz tabakayı sos zannedip hışımla daldım.. Tepeleme ağzıma tıktığım nesne meğer iri kırılmış tuzmuş..

Lokantanın ortasında zıplayıp tepinmediysem gördüğüm aile terbiyesindendir..

YARIN: Ferran Adria selam söyledi, hepinizi lokantasına bekliyor.. Ayrıca yerimiz yetmediğinden elBulli Anayasası yarına kaldı..




DİĞER YENİ YAZILAR