Yiğitlerin er meydanı nerede mi? İşte orada!

Haberin Devamı

İstanbul’da belediye meclisi adamlarının Karaköy’deki “umumi birleşme evlerini” ilga etme gayretini nefretle kınarken, olayın sosyal boyutlarını incelemeye devam ediyorum.. Kendi başıma tasvir ettiğim sosyal manzara beni bile dehşete düşürdü.

Şuursuzluk ve ihanet adlı çift beygirin çektiği yiğitlik arabası nereye gidiyor?

Sorum hem erkek milletine hem de Karaköy’deki tarihi ve anıtsal değere sahip “umumi birleşme evlerini” yok etmeye çalışan belediye adamlarınadır..

19 Temmuz’da cıgara yasaklanacak.. Bir iki vakte kalmadan genel birleşme evlerimiz kapanacak.. Eee? Geriye ne kalıyor?

Oldu olacak.. Bu tarihlerden birini seçip erkek milleti namına “öküz bayramı” ilân etsinler..

Günü geldiğinde öküzlüğümüzü kutlamak için boynuzlarımızı krepon kâğıdından kedi merdivenleri ve balonlarla süsleyelim..

Hatta yılbaşlarında o boynuzların arasına ip gerip sevgiliye hediye edilmesi adet olan kırmızı donlardan birini de asalım..

Böğürüp böğürüp halimize şükredelim.. Hedeflenen budur..

***


Bu plâna onay veren Anıtlar Kurulu’nun temsili erkeklerine söyleyecek lafım yok.. Onlar entel denilen üçüncü türdendir.. Kadın erkek kavgasında söyleyecek lafları olamaz..

Benim laflarım o iki tarihi sokaktan rant çıkarma gayretindeki belediye adamlarına..

Beyler! Kanunla kurulmuş “umumi birleşme evleri” erkekliğin er meydanıdır..

Kız çocuğu sekiz yaşından itibaren düğününü plânlar.. Erkek çocuğunun zihni ise anatomik değişimi tamamlanmadan açılmaz..

Açıldığı zaman da önce sağ eline âşık olur..

Ne zaman ki birileri fikrine “umumi birleşme evleri” denilen eğitim yuvalarının varlığını fısıldar.. Erkeğin hayatı o saatten itibaren değişir..

İŞTE ER MEYDANI

Erkek çocuğu kendini bu eğitim amaçlı kurumlarda sınar.. Buralara erkekliğin er meydanı demem bu sebeptendir..

Birbirlerine benzerler de.. Kispetini giyip er meydanına çıkan bir yiğit, güreşe başlamadan önce ısınmak için peşrev yapar yani çırpınır..

“Umumi birleşme evlerine” giden bir yiğit adayı burada tutacağı güreşten önce kispet giymez ama o da döşeğin üzerinde çırpınır..

Sonuç aynıdır. Üstte kalan kazanır..

Padişahımız, efendimiz Sultan Abdülhamid-i Sani bu hallerimizi herkesten önce görmüş..

Doksan Üç Harbi sırasında İstanbul’a doluşan Avrupalı fahişelerin getirdiği frengi hastalığının Moskof kurşunundan daha fazla telefata sebep olduğunu öğrenir öğrenmez de bu kurumları oluşturmuş..

Fuhşu kayıt altına almış.. Hatta vergiye bağlamış.. O vakit muhaliflerinden Şair Eşref bu feraseti takdir edemediğinden padişahla şöyle dalga geçmiş..

“Vergi miktarını ol mertebe arttırmalı ki.. / Sahib-i servet olanlar da züğürt kalmalı.. / Yalnız fahişeler vergisi haksızlık olur.. / Evlilerden de seviştikçe rüsum almalı..”

***


Abdülhamid-i Sani’nin ne kadar haklı olduğu yüz küsur yıl sonra, Sevgililer Günü etkinliklerinde, yılbaşlarında ortaya çıktı..

Görüldü ki erkek milletinin aklı kenarda duruyor, karşı cins söz konusu olduğunda kafa boş dönüyor..

Sebebi hilkattendir.. Hayvan türü mahlûkatın kızışma dönemleri bellidir, sınırlıdır..

Erkek denilen iki ayaklı türün kızışma dönemi yılın on iki ayına yayıldığından tencerenin yuvarlaklığına, çorba kepçesinin hatlarına baktığında bile tahriklenir..

Belirtileri de karışı cinsi etkileme gayretindeyken zırvalamasıdır..

DURUMLAR VAHİM

Temsil biri sevgilisine gazete yoluyla sevgi mesajı yazmış..

“Ben seni unutmak için sevseydim sana olan tutkunluğumu kalbime değil, güneş çıktığı zaman kaybolan buğulu camlara yazardım..” demiş..

Biri bu lafları kalkıp tıbbi heyet önünde söylese derhal hacir altına alınır.. Biz sadece “nikâhla” cezalandırıyoruz ki meheldir..

Yeni kuşaktan gençlerin “umumi birleşme evlerini” tanımaması, onların dillerine de yansıyor..

Kendilerini ifade ederken haplanmış gibi sayıklıyorlar.. Buyurun bir örnek daha..

“Mürekkepten denizler, kâğıttan gemiler yaptım. Sonra ismini her yere yazdım. İsmini yazınca seni sevdiğimi sandın, ben seni sevmedim sana taptım! Güneşin buz tuttuğu yerde bir alev görürsen bil ki o yalnız senin için yanan kalbimdir..”

Dikkat buyurun, ifadede bütünlük yok.. Fikirler seyiriyor.. Bu keratayı o özel evlerden birine götürüp de ilk yardım yapmazlarsa yarın bir binanın çatısına çıkar, evlilik sözü alana kadar orada böğürür..

Şuursuzluk hali kimi yiğitte algı kaymasına sebep oluyor..

“İnsanlar kırmızı güllerin peşinde koşarken ayaklarının altında ezilen papatyaların farkına varmazlar..”

Bu da şizoit paranoya başlangıcına örnek başka bir aşk çağrısı..

“Güneşi seviyorum, diyorsun. Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun. Yağmuru seviyorum, diyorsun. Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun. Korkuyorum sevgilim çünkü beni de sevdiğini söylüyorsun..”

Aşağıdaki başka bir ifade şizoit paranoyanın ilerlemiş hali.. Bu durumdakilere gömlek bakacaksın.. Mudo’nun uzun kollu gömlekleri de işe yarar..

“Bana öyle mektup yaz ki sevgilim açar açmaz duyayım kokunu. Sevda essin başak saçlarında, sesin yüzümü rüzgârla bulsun. Bana öyle mektup yaz ki sevgilim gelsin beni en koyu zulamda bulsun ve öyle bir mektup yaz ki sevgilim varsın ölümüm olsun..”

***


“Eğer geceler seni düşündüğüm kadar uzun olsaydı asla sabah olmazdı..” türünden lafları çok romantik bulan kızlar çıkabilir..

Ancak bu suyun fokurdamadan önceki halidir.. Kaynama noktasına gelindiğinde o yiğit artık zaptolunmaz..

Bir taşımda “İnsanlar vardır sevgiye layıktır.. İnsanlar vardır sevginin en yücesini de versen aşağılıktır!” noktasına gelir..

Sonrasına cinayet masası karışır..

Verdiğim bu örnekler “umumi birleşme evleri” gibi bir çarenin mevcut olduğu zamandan..

Onları kapattıktan sonra yiğitlerin ne hallere gireceğini varın siz hesaplayın..

Diyeceğimi dedim..

DİĞER YENİ YAZILAR