Pencere açııık.. Dal Bilâl oğlan!

Haberin Devamı


Bütün müzikseverlerin, müzik insanlarının dikkatine.. Özellikle de iş dünyası uyanık olmalı.. Önümüzdeki dönemin bir numaralı parçası bu olacak.. Sadece güftededeki “gel” sözcüğü “dal” sözcüğü ile yer değiştirecek.. Belki TÜSİAD bile bunu marş yapar..

İzmir’de gök çatladı, taşı toprağı sular götürüyor.. Bulutlar öfkeli.. Bir homurtu bir gümbürtü.. Gök gürlemesinin ardı kesilmiyor..

“Tuzu kuru, kendisi kuru” diye bilinen şehir bu öfke sağanağından sırılsıklam olmuş..

Neş’eli bir yazı yayıp maaşı hak etme derdindeyim.. Kız kardeşim bırakmıyor..

Uduna abanmış.. Önünde nota kâğıtları.. Ha babam telleri tırmalıyor..

Kudret Hoca bundan umudu kesmemiş.. Veya yüzü tutmadığından “Kızım, ne istersin el kadar aletten.. Oyalanacak şey arıyorsan kalk evi bir süpür, taşları sil.. Yaprak dolma sar..” diyemiyor..

Bizimki de bu yüz yumuşaklığını “yeteneğindeki gelişmeye” yoruyor..

“Bak bak! Ne çalacağım..” deyip aletin üzerinde yirmi dakikadır bir şeyler yapıyor..

Udun tellerinden çıkan feryat gök gürültüsüne karışıyor..

Bir kere teknik olarak benim kız kardeşime ud çaldırmak, çaldırmaya teşvik etmek hatta eline ud vermek hata..

Neden derseniz boyu kısa..

Santim vermeyeyim.. Metrik ölçülere girdiğimiz zaman yanlış anlaşılma oluyor..

Kantodaki “Benim adım fındık kurdu..” sözleri onu tarif etmeye yeter..

SUMO GÜREŞİ..

Ud dediğin nesne de kısalık olarak kardeşime uygun ancak gövdesi kalın.. Saz gibi, tambur gibi telli aletlerin gövdesi makûl..

Karnına dayar, dizlerinle göbeğin arasına sıkıştırırsın.. Sol elin aletin boynunda gezinirken, sağ elinle tellere vurursun..

Ud bu açıdan şişmanlamış bir telli alet gibi.. Gövdesi iki yetişkin erkeğin bira göbeğinin toplamına eşit..

Eh! Genç kızlığında “fındık kurdu” tarifine giren kardeşim de biraz kilo almış..

Udunu eline aldığı zaman “sumo güreşi” yapar gibi oluyorlar..

Bizimki mızrabı vurduğu yeri göreceğim diye aletin üzerine abandıkça abanıyor..

Sanki balkondan sarkıyor..

O bir şey çaldığında birileri arkasından şöyle bir dokunsa uduyla birlikte yuvarlanıp gidecek..

Udunun telleri üzerinde bir eyyam parmak gezindirdikten sonra arada bir durup “Nasıl çalıyorum?” sorusuyla asabımızı test ediyor..

İddiasına göre Kudret Hoca bundaki gelişmeden çok memnunmuş..

Her seferinde “Çok iyi gidiyorsun, bunları evde meşk et bakalım..” deyip bir tomar nota kâğıdı veriyormuş kız kardeşime..

Alacağın olsun Kudret Hoca! Plânını anlamadık sanma..

Kardeşimi evinden ve musiki derneğinden uzak tutmak için iyi bir yol bulmuşsun..

Doldur kolunun altına nota kâğıtlarını, eve yollayıp başımıza sar.. Bu mudur müzik adamlığı..

***


Elimi kolumu bağlayan kötü hava şartlarıdır.. Gazete yazı beklemese bir yerlere kaçacağım, o da mümkün değil..

Bizim damat, Demir işin kolayını buldu.. Bahçeye kaçtı.. Yağmur altında bahçede ne bulursa onu buduyor..

Bedeni belki bu soğukta eziyet çekiyor ama ruhu “nota saldırısına” uğramadığı için huzur içinde..

Yazının başından kalkamadığım için, her vukuatta yakası yırtılan Tüfekçi Bekir konumunda kalansa benim..

Kız kardeşim iki nota yaprağını bitirdikten sonra nefes nefese sordu:

“Nasıldı?”

İNTİKAM PLÂNI

Hiç sektirmeden “Harika!” dedim.. “Yıllardır dinlememiştim, çok iyi geldi..”

Şaşırma sırası karşı tarafa geçtiğinden “Neyi?” diye sordu..

“Sivastopol Marşı’nı..”

Baktım gülüyor.. Neş’esi, kendi performansını algılamasını engelliyor.. Benzetmemden hiç alınmış gibi değil..

“Onu çalmadım ki..” deyip önündeki nota kâğıdını aldı.. Burnuma salladı..

“Sadettin Kaynak’ın eseri bu.. Sadettin Kaynak’ın.. Senin kafan basmıyor..”

Ud hocası, yani bizimkinin eline aleti tutuşturup toplumun üzerine salan Kudret Hoca bile onun yorumunu çok beğenirmiş..

Neden mi? Çünkü her baba yiğit Sadettin Kaynak eserlerini udla icra edemezmiş..

Belli ki Konak Belediyesi Çağdaş Emekliler Türk Sanat Müziği Korosu şefi K. Kudret Güner Hoca ile merhum bestekâr Sadettin Kaynak arasında vaktiyle bir mesele geçmiş..

Ya keçi otlatma meselesinden yahut alacak verecekten nizalılar..

Kudret Hoca intikamını böyle alıyor.. Veriyor Sadettin Kaynak bestelerini bizim kızın eline..

Kardeşim udunun tellerine vurdukça Sadettin Kaynak, kabrinde yattığı yerde ters dönüp duruyor..

Tuttum bu plânı!

***


Bunların iki de kedisi var..

İki üç aylıkken geldiler eve.. Üçer yaşına bastılar.. Ev kedisi nihayetinde.. Lakin eve girdiklerini görmedim.. Sürekli bahçedeler..

Kedi dediğin ev hayvanıdır, hatta evin sahibi zanneder kendini..

Ne hikmetse bu iki kedi eve ayak basmıyorlar.. Kapı açık kaldığında bile bakıyorum, içeri girmiyorlar..

ŞİFRE ÇÖZÜLDÜ..

Bu niye böyledir, diye merak ederdim..

Kız kardeşimin, Sadettin Kaynak eserlerinden oluşan son resitalini zorunlu olarak dinledikten sonra onun da sırrını çözdüm..

Bu sazın başına oturduğu zaman, hayvancıklar mümkün olduğu kadar evden uzaklaşıyorlar..

Bazen bizimki kendine “on dakika çay ve ihtiyaç” molası veriyor..

Gidip bakıyorum, kediler ağır ve ihtiyatlı adımlarla verandaya sokuluyor.. Beş on dakika alıştıkları yerde keyif yapıyorlar..

Sadettin Kaynak’a yapılan işkencenin sesi dışarıya vurdu mu hızla uzaklaşıyorlar..

Kedi sevmeyenler için bir albüm yaptırmalı bu kıza.. Hem para kazanır hem de kimi insanla hayvan arasındaki bu problem kavgasız gürültüsüz çözülür..

***


Ben bu satırları yazarken, kız kardeşim Sadettin Kaynak’ın “Dertliyim, ruhuma hicranımı sardım da yine..” sözleriyle başlayan segâh şarkısını henüz tepelemişti..

“Abi, istediğin bir şey var mı?” diye sordu..

“Bir türkü vardı hani..” dedim.. “Pencere açık gel Bilâl oğlan, sözleriyle başlıyor..”

Onu çalmayı bilmiyormuş..

“Öğren öyleyse..” dedim..

Neden mi? Göreceksiniz.. Yakında bu şarkı hit olacak, belki TÜSİAD’a marş yapacaklar.. Küçük bir değişiklikle..

“Pencere açııık.. Dal Bilâl oğlan!”

DİĞER YENİ YAZILAR