Benim koca arkalı.. Ayakkabım markalı..

Haberin Devamı

Eğer boşboğaz atalarımızdan birinin ettiği “Dost başa, düşman ayağa bakar” lafı doğruysa bizim medyanın yatacak yeri yok demektir.. İşin içine hükümet adamları girdi mi medya ayağa değil taaa ayağın altına bakıyor.. Gel bu işten hayır bekle..

Bizim ahalinin başını bu marka merakı yiyecek.. Kendi kalitesi üzerine bir şeyler koyamayıp uluslararası marka ürünlerden medet bekleyenler sayesinde sapla saman birbirine karıştı..

Olay bizim açımızdan çığırından çıktı..

Mecidiyeköy kaldırımlarında tanesi bir liraya satılan tişörtün üzerinde bile ya Lacoste’un timsahı ağzını açmış müşteri bekliyor..

Veya işporta tezgâhının sahibi, belediye zabıtasından kaçarken “üç tanesi on liraya” satılan çıkma Polo’nun beygirinden hız alıyor..

***


Eh, herkes heveslenir de hanımefendi niye heveslenmesin.. O da kadın ayakkabısında sıkı bir marka olan Christian Louboutin’in ürünlerini kendine yakıştırdı.. Orijinali 650 euro olduğundan gitti yerli piyasadan bir çift kırmızı tabanlı kundura tedarik etti..

270 lira ödedi.. Kredi kartı ile bir defada çekildiğinden yüzde onluk indirimi de hak etti.. Vay sen misin kırmızı tabanlı çakma Christian Louboutin ayakkabı giyip, keklik yürüyüşü gösteren?

MEDYA AFFETMEZ

Dedektif ruhlu köşe yazarından, fahri emniyet amiri gibi gezinen editörlere kadar herkes hanımefendinin peşine düştü..

Milano’da alışveriş eden Mesut Barzani’yi Irak dağlarında kurşunlatan müthiş istihbarat gayreti Bay Nurettin’in markası Nursace’yi de bu arada keşfetti..

Hanımefendinin ayakkabı tabanında görünen kan kırmızı rengin aslında bir keklik dökümü olmadığını meydana çıkardı..

Herkes rahatladı..

Versace çağrışımlı Nursace’den giymek Atatürk ilkelerine ters düşmekten de beter bir suç olarak ahaliye takdim edildi..

Hiç şüpheniz olmasın..

Hükümet adamlarına her meselede arka çıkan ahalimiz bile bu “marka tenzili” konusunda burulmuş, medyaya hak vermiştir..

Ortak kanı şudur..

“Marka giymeyi bile beceremeyenler tarafından güdülüyoruz..”

***


Bizim marka hassasiyetimizin ucu bucağı kaçmış durumda..

Yine son Milano resmi ziyaretimden örnek vereyim.. Ağzımız yarı açık mağaza vitrinlerine baka baka dolaşıyoruz ya!

Vitrini çanta dolu bir mağazanın önünden geçerken yanımda seyirtmekte olan “Bir Dost” dirseği ile boş böğrümü dürttü.. “Burası dünyanın en baba çantacısı..” dedi..

Vitrinden bir çantayı işaret edip “Tahmin et bakalım bu çanta kaça?” diye sordu..

BU NASIL FİYAT?

Hayatını bedavaya getirmeye çalışan birine sorulacak soru değil ama sormuş bulundu bir kere..

Ben de sanki o çantalardan daha önce üç beş tane almış gibi gözümü kısıp baktım.. Ekspertiz olarak salladım.. “Beş bin euro..” Bizimki “Çık çık..” deyip, salladığım rakamlara ritim tutuyor..

“Yirmi bin euro..”

“Çıkkıdı çık çık..”

Altımdaki Çeroki cipe on beş bin lira verecek müşteri bulamamış biri olarak nereye çıkayım? Kesildiğim yerde rakamı söyledi:

“İki yüz on bin euro..”

Çektiğim “Ohaaa!” sayhası Duomo Plaza’dan duyulmamışsa bile sokağın başından duyulmuştur..

Gerçi ben daha önce Berlin’de yüz on bin euro’ya satılan bir kadın çantası görmüştüm.. Ahaliden heves edip yüz on bin euroluk o ucuz(!) çantayı alanların havası sönmüştür artık..

Bunun havası iki kat.. Türkiye’ye getiren olsa ancak TMSF ihale düzenleyerek satabilir, diyeceksiniz.. Öyle değil..

“Bir Dost”tan edindiğim bilgiye göre bu mağazanın devamlı müşterilerinden ciddi bir bölümü Ay Yıldızlı pasaport taşıyor..

***


İtalya’daki tasarımcı sayısı o kadar fazla ki dünyaya yeter de artar bile.. Milano’da tasarımcıların başkenti..

Bizim ahalinin marka merakını onlar da öğrenmiş.. O yüzden yeni tasarımlarda markayı göze sokmakla yetinmiyorlar..

Fitil olarak da tatbik etmeye çalışıyorlar..

Polo’nun beygiri mesela.. Üzerindeki Polo oyuncusu ile çayırda koşturan beygir ambleminin büyüklüğü bir buçuk santimdi..

Onu büyüttüler, neredeyse yirmi santime çıkardılar..

SUÇÜSTÜ YAPTIK

Bizim medyanın “stil takılan” ağır abilerinden birinin üzerinde gördüm..

Aslında öteden beri giyime kuşama meraklıdır lakin bu sefer marka teşhirinin gözünü çıkarmış..

Önceki akşam bir yerde burun buruna geldik.. Deri ceketinin altına Polo’nun yakışıklı kazaklarından birini geçirmiş..

Gözüm göğüs nahiyesindeki ambleme takıldı.. Yirmi santimlik bir alamet..

Ağır medya abisi suratımdaki uğursuz sırıtmayı görünce telaşlandı.. Bir eliyle ceketini çekiştirip beygiri kapatmaya çalışırken diğer yandan sızlandı..

“Gözünü seveyim.. Ne yapacağını biliyorum.. Kazağa bulaş ama beni harcama..”

Oralı olmadım.. Sadece “Bunun eyer takımını da beraber vermişlerdir sana..” diye laf soktum..

O debelendikçe “Jokere ayda kaç para veriyorsun?” türünden tehditkâr sorularla üzerine üzerine gittim.. Sanırım o kazağı bir daha giymez..

***


“Markayı konunun komşunun gözüne sokma” trendi sayesinde bireysel kimliğimiz kaybolmuş durumda..

Ne yapacağız bilemiyorum..

Kendime bir yağmurluk arandım.. Beğendiklerimin tamamında markayı futbolcu formasındaki isimler gibi arkaya yazmışlar.. Utandım giymeye, alamadım..

Bu manyaklığın faydası da var..

Kimde ne kadar para olduğunu bir bakışta anlıyorsun.. Çünkü bu ürünlere para verenler sanki sponsor anlaşması yapmış gibi üzerlerinde yedi sekiz isimle dolaşıyorlar..

Böyle bir kaynak bulamadık gitti..

Vaktiyle yazılarımda “Sponsorum Şampiyon Kokoreç..” cümlesini geçirip, sakatat esnafına zarf atmıştım.. Onlar bile tınmadı..

Haftanın dört günü İddaa oynamam bu yüzdendir..

İçimde hâlâ bir his var..

Bir gün o kokoreççiye gidip “Bir zamanlar sponsoru olmadığınız bir gazeteci vardı..” diyecekmişim gibi geliyor bana..

DİĞER YENİ YAZILAR