Sefamız hafta başı, Kollarız ucuz aşı

İstanbul’un eşeği köy yerinde kırk gün at niyetine gezermiş.. Benim köy pazarı sefam da böyle bir şey.. Para, harca harca bitmiyor.. Her tezgâhı didikliyorum.. Sanki Türkbükü pazarını özelleştirmeye gelmişim..

Haberin Devamı

Yeni keyfim bu.. Pazartesi sabahları erkenden Türkbükü pazarına iniyorum.. İlk işim kendime park yeri aramak oluyor..

Anayoldan Türkbükü’ne inen asfaltın iki yanı otomobil dolu.. Pazara gelenlerin çoğu tatilci kadınlar olduğu için otomobillerin çoğu onların..

Koca asfaltın iki kenarına bırakılan otomobillerin park ediş biçiminden, pazara gelen kadınların yüzdesini hesaplamak mümkün..

***


Pazara gelen tatilci erkekse otomobilini kolayca ve düzgün bir şekilde park etmiştir.. Kadınsa, arabasına park yeri ararken kafasında iki hesap vardır..

Birincisi arabası için bir TIR’ın sığacağı kadar boş alan bulabilme..

İkincisi de bulduğu boş alana otomobilini yerleştirirken yolun hiç değilse yarısını trafiğe kapatmak için gereken geometrik hesapları yapmak..

Çift yönlü yol, üç otomobil aynı anda seyr-ü sefer halindeyken tıkanmışsa kadın sürücülerden biri misyonunu yerine getirmiş demektir..

KARARLI NİNE..

Pazarın kurulduğu, yaklaşık yüz elli metre uzunluğundaki incecik yol ise iki taraflı tezgâhlarla dolu..

Yolun başında karpuz, kavun satıcıları yerleşmiş.. Onların hemen yanında Bodrum’un köylüsü olduğu belli bir kadıncağız var..

Yaşı altmışın üzerinde..

Altında dallı güllü şalvarı.. Üzerinde çizgili mintanı.. Onun da üzerinde kırk derece sıcakta ısınmayan kemiklerini takviye eden el örgüsü hırkası..

Başında da çatması..

“Dondurmam Gaymak” filmindeki küfürbaz nenenin aynısı.. Evinde pişirdiği, içine otlu peynir koyduğu katmerleri satmaya çalışıyor..

Selülit sorununu kafasına takmıyor.. Yüzündeki kırışıklıklar, satmaya çalıştığı katmerlerin kırışıklığından daha fazla..

Selülit sorununu zihinlerinin bir köşesinde baskı altında tutmaya çalışan şehirli kadınlar önünden geçerken, almayacaklarını bile bile katmerin fiyatını soruyorlar.. O da umutla cevap veriyor..

“Bir buçuk lira..”

Kadınlar geçip gidiyor.. Biliyorlar ki pazarın altında aynı katmeri sac üzerinde pişiren başkaları var.. Onlarınki iki lira ama olsun.. Taze pişmişini alacaklar..

***


Süper marketlerin sebze meyve reyonlarında; acilen kalay bekleyen bakır bir sahanı andıran kararmış renkteki bamyanın tazesi tezgâhlarda..

Ben burada görene kadar deniz börülcesini bataklık türü yerlerden topluyorlar sanırdım..

Burada gördüklerim suya ihtiyaç duymayacak kadar temiz ve canlı..

Maydanoz, roka, dereotu, yeşil soğan körpe.. Domates bahçeden.. Salatalıkta marketlerin dayattığı “hep bir boy” standardı yok.. Hepsi yamuk yumuk ama çıtır çıtır lezzette..

PARA ALTIN GİBİ

Tamamını kendin seçerek üç beş torba zerzevat dolduruyorsun.. Bakıyorsun ki daha on lirayı yeni geçmişsin.. Aynı alışveriş Bodrum’un süper marketlerinde yirmi liradan fazla tutar.. İstanbul’da ise otuza yakın..

Elli metre yürüdüğünde Türkbükü plajına çıkıyorsun.. Orada Türk Lirası’na Japon Yeni muamelesi yapıyorlar..

Ancak pazar yeri sınırları içinde Türk Lirası, İngiliz milletinin Sterlin’inden daha kıymetli..

Bozuk para dediğin şey ise sanki gümüş oranı ile oynanmamış Osmanlı Mecidiye’si..

Aşağıdan gelen kalabalık dalgası ile yukardan inenlerin birbirine karıştığı daracık yolda dura, bekleye ilerliyorsun..

Yaya trafiğinin de belalısı kadınlar..

Arkalarındaki alışveriş arabasının nereye kadar uzadığından, insanların yürümek için o arabanın yol vermesini beklediklerinden habersizler..

Tezgâha eğilmiş dikkatle mala bakıyorlar..

İstanbul’da dört liraya yedikleri domatese burada bir lira vermenin “kazıklanmak” mealine gelip gelmeyeceğini anlamaya çalışıyorlar..

Varsın yolu tıkasınlar.. Bekleriz..

***


Satıcılar benden de sabırlı.. Kadınla alışveriş etmenin zorluğunu kim bilir kaç bin kere tecrübe edip öğrenmişler..

Asla tartışmıyorlar..

Kadınların pazar yeri özgürlüğü sınırsız.. Beş tane aynı boyda biber seçmek için koca bir küfeyi yola yıkabilirler..

İşte Sevil Hanım, benim canım..

Yan yana dizilmiş üç koca çuval içinden karnıyarık yapmak için patlıcan seçiyor.. Patlıcanlar illa ki el bombası büyüklüğünde olacak.. Şişmanı geri atılıyor.. İncesi, uzunu hemen eleniyor.. Sonunda aradığı on iki adet patlıcanı bulup aldı..

TECRÜBELİ ALICI

Benim yöntemim satıcıya sormak ve ona inanmak..

Çocukluğum boyunca babamla pazar yeri gezmekten dolayı bir yılgınlığım var..

Rahmetli de sanki “çürük mal sensoru” vardı.. Pazar yerine girer, iki üç yüz adet tezgâhın arasındaki en çürük domatesi eliyle koymuş gibi bulurdu..

Karpuzun kabağı, kavunun keleği, patlıcanın iri çekirdeklisi, çarliston biberin pörsümüşü elinden kurtulamazdı..

Hani denizde çöpçübaşılar vardır.. Doğayı temizler.. Rahmetli peder de bir nevi pazar yeri temizleyicisiydi..

Çeri çöpü toplar, üstelik pazarlık eder, normal fiyatın yüzde onu kadar fazla para ödeyip onları eve getirirdi..

Beni de o başarılı alışverişlerinde “çerçi katırı” niyetine kullandığından, çerçöpü taşımak özüme düşerdi..

O yüzdendir ki malın iyisi hangisidir bilmem ama kötüsünü hemen teşhis ederim..

***


Aaa! Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini ve Boyalı Kuşlar kitaplarının yazarı Louis de Bernières de pazarda.. Karısını da almış yanına.. Şeftali yanaklı oğlu Rodin de peşinde..

O da domates, biber bakıyor.. Daha doğrusu bakar gibi yapıyor.. Aslında insanımızın hallerinin seyrine durmuş, biliyorum..

İnsanlar ne Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini kitabının dünyada altı milyondan fazla sattığını biliyor..

Ne de dünya devi bir yazarın aralarında olduğunun farkında..

Gördüğüm o ki Louis de Bernières’in Türkbükü’ndeki karizması Eda Taşpınar’ın karizmasından aşağıda..

Başarının bu kadarı şahsen beni tatmin ediyor..

DİĞER YENİ YAZILAR