Ben anamın ayranına duru dedirtmem ama..

Alışveriş kırlara yayılıyor.. “Outlet” denilen bir icat çıktı.. Şehirlerarası yolların iki kenarı kocaman çarşılarla dolmaya başladı.. Şehir yerinde marka bilinen ne varsa, şimdi açık arazide de onlar var.. Haydi hayırlısı..

Haberin Devamı

Alışveriş kırlara yayılıyor.. “Outlet” denilen bir icat çıktı.. Şehirlerarası yolların iki kenarı kocaman çarşılarla dolmaya başladı.. Şehir yerinde marka bilinen ne varsa, şimdi açık arazide de onlar var.. Haydi hayırlısı..

Derin güçlerin arabası kamyonun altında kaldı, Susurluk nam ilçenin kaderi değişti..

Eskiden bir gidiş, bir de geliş yolu vardı.. Kamyonu, minibüsü, TIR’ı, özel otosu arka arkaya sıralanıp bu yoldan gider gelirlerdi..

Birinden birinin sürücüsü acıktığında aracını yolun kenarına çeker, önünde durduğu salaş mekânların birine girip meşhur Susurluk ayranı eşliğinde nefsini köreltirdi..

Yediği ya gözleme olurdu veya yere vurduğunda tavana kadar zıplayan, ping pong topu çevikliğinde mahalli köfte..

***

İzmir’e gidip gelirken görüyorum.. Susurluk ve çehresinin yüzü değişti.. Önce can alan o yol genişletildi.. Şimdi üç şerit gidiş, üç şerit geliş..

Sonra o yolun kenarına şık dinlenme tesisleri yapılmaya başlandı.. Susurluk çıkışının altıncı kilometresinde Ulusoy’un dinlenme tesisleri vardı..

Kocaman bir şey.. Hem şık hem bir yolcunun her türlü ihtiyacını karşılayacak cinsten.. Baktım el değiştirmiş.. Orayı Kamil Koç’a devretmişler..

Kendilerine üç beş kilometre ilerisinde yeni bir yer yapmışlar..

TEFTİŞ RAPORU..
Sadece dinlenme tesisi değil.. Tesisin iki yanında dizili “Outlet” mağazaları ile birlikte.. Beymen’den Kiğılısı’na, Mudo’dan Stephanel’a kadar kimi ararsan var..

Üstelik fiyatlar neredeyse yarı yarıya..

Kiminde üçte birine.. Ahali önce tesislerde karnını doyuruyor, sonra arabasının bagajını..

Molayı Ulusoy’un tesisinde verdim.. Elim mahkûm.. Çünkü Mudo’nun mağazası burada olduğundan mecburen gidip denetliyeceğim..

Üzerimizde öyle bir “fahri müfettişlik” görevi var..

Karnımızı doyurmadan Mudo’ya girdik.. Gezdik.. Bir fincan takımı ile bir de kahvaltı seti aldık..

Fiyatlar öyle kışkırtıcı ki kamyonla kapıya dayansan kasayı doldurmaya kalkarsın.. Oradan çıkıp tesislere girdik..

Devasa bir şey yapmışlar.. İnanılmaz şıklıkta ve büyüklükte.. İçinde sıra sıra lokantalar var.. İki yıldızlı Migros mağazası büyüklüğünde alışveriş merkezi var..

Kitapçısı, kuyumcusu, butiği.. Özetle “Dokuz davulla düğün savmak” türünden iş yapmamışlar, emek vermişler..

Hele tuvaletleri.. Türkiye’de daha güzelini görmedim.. Aklıma turistik Edirne şehrinde kaldığım otel geldi..

Önüme yatma seçeneği olarak bu ikisi gelse, ben Ulusoy tesislerinin tuvaletlerinde gecelerim..

***

Teftiş bitti, sıra kahvaltıya geldi..

Uzunluğu yüz metreyi geçen tesisin en sonunda bir self-servis lokanta var.. Kahvaltı burada yapılıyor..

Şık mekâna daldık.. Bir masa seçtik.. Kızımla birlikte kahvaltımızı almak için hareketlendik..

İşte burada olayın büyüsü bozuldu..

Sakın ola ki içinizden “Keloğlan ekin eker, yemeden başa kakar..” diye geçirmeyin.. Nankörlük edip niza çıkarmıyorum.. Gördüğümü anlatıyorum..

AL KAHVALTINI..
Kahvaltılıkların bulunduğu yer bir dondurmacı tezgâhından biraz büyükçe..

En ucuzundan iki salam dilimlenip, iki ayrı servis tabağına dizilmiş.. Yanında haşlanmış buz gibi katı yumurtalar..

Biraz siyah biraz yeşil zeytin.. Küçük plastik kutularda eritme peyniri, tereyağı, bal.. Bir servis tabağında renksiz tatsız domates, diğerinde hıyar..

Beyaz peynir üçgen dilimlerle vitrinin en kıymetli malı.. Kahvaltı bu işte..

N’apalım yiyeceğiz.. Seçtiklerimizle birer yemek tabağı dolmadı bile.. Tepsiye koyup kasaya yanaştım.. Çayı da oradan sipariş ediyorsun..

İkisi demli, ikisi normal dört çay ısmarladım.. Topu topu dokuz lira verdim, masaya geçtim..

Çayı garson getirecek.. Özellikle rica ettik, fincandan değil çay bardağında..

***

Zaten kasiyer kız da “Dört tane Ajda..” diye garsona tembihledi..

“Ajda” dedikleri ince belli, altı kalın cam kesmeli çay bardağı.. Ajida marka bardak ile şarkıcı Ajda arasında bağ kurulmuş, böyle anılıyor..

Onun bir de küçüğü var.. Marka benzerliği olmadığı halde ona da Sezen Aksu’yu kastederek “Serçe” adını vermişler..

Getirecek ama biz tabakları yarıladık çay hâlâ yok.. Dönüp dönüp arkama bakıyorum.. Salona karşı esas duruş gösteren garsonla göz göze geliyorum..

Elimin kolumun seğirmesinden çayı sorduğumu anlıyor.. Bana sağ eliyle otostop çekme işareti yapıp, arkasındaki bir yerleri işaret ediyor..

ŞEYTAN ÜÇGENİ..
Zaten garsondan kuşkuluyum.. Siparişi aldığında “İki kişiye niye dört çay..” diye sorar gibi uzun uzun kasiyer kıza bakmıştı..

Kendisine “Senin çevikliğine güvenemediğimiz için hepsini aynı anda ısmarladık” açıklamasını yapmadığım için durumu anlayamamıştı..

Acaba ondan mı getirmiyor çayları?

Bu kez ben kalkıp yanına gittim.. Çaylar arka taraflarda bir yerden geliyormuş.. Çıkar çıkmaz getirecekmiş..

Güzeeel.. “Kahvaltı şeytan üçgeni” kurulmuş demek.. Dandirik kahvaltını alıp yirmi metreden fazla yürüyüp kasaya gidiyorsun.. Çaylar oradan on beş metre ilerde duran garsona sipariş ediliyor.. O da kendisinden on, onbeş metre geride ancak gözle görünmeyen bir noktaya siparişi iletiyor..

Çaylar servise hazır olduğunda yaklaşık otuz metrelik bir yol kat ederek, üçgenin son kenarı üzerinden sana geliyor..

Tabii gelirse..

***

Sonunda geldi.. Dört fincan içinde..

“Ajda”nın buralarda itibar kaybetmesine sinirlendim.. Garsona nasıl bakmışsam artık..

“Bardakta mıydı?” diye sordu, daha doğrusu kendi kendine konuştu.. Ben, boş böğrüne tos atacakmış gibi kafayı otuz derece aşağı indirmişim.. Alttan dik dik bakıyorum.. Garson cevap beklemenin hakkında hayırlı olmayacağını anladı.. Gerisin geriye gitti..

Aynı süreci işleterek dört çayla geldi..

Aferin ama bizim kahvaltı bitti..

Yani “Yaz eğirdin, güz eğirdin.. Bir göbeklik bez eğirdin..” Koskoca lüks tesisin artı pointlerini bir kahvaltı alıp götürüyor.. Dönüşte Varan’ın yeni tesislerini deneyeceğim.. Bakalım onlarda kahvaltı bilinci gelişmiş mi?

DİĞER YENİ YAZILAR