İlker Başbuğ mu masum Erhan Tuncel mi?

Haberin Devamı

En etkileyici öykülerden biridir… Geçen yüzyılın başında Fransa’da yaşanmış gerçek bir öykü bu…

Hani Fransız yazar Zola’nın o meşhur ‘suçluyorum’ yazısını yazdığı olay.

Fransız ajanları, Paris’teki Alman askeri ateşesinin çöplerini karıştırırken, Fransız generallerden birinin yaveri olduğu anlaşılan bir subayın ateşeye yazdığı mektubu bulurlar.

Ve Yahudi asıllı yüzbaşı Dresfus’u ‘bu el yazısı onundur’ diye tutuklarlar.

Dresfus yargılanıp mahkum olur ama ortada sağlam bir delil yoktur.

O sırada Fransız ordusunun en parlak subaylarından biri olan Albay Picar istihbarat servisinin başına getirilir.

Ve generallerden biri ondan Dresfus meselesini bir araştırmasını ister.

‘Dreyfus’un niye casusuluk yaptğını anlayamadık, bir araştır’ der…

Albay bulduğu tüm belgeleri inceler, Alman ateşesini takip ettirir, asıl casusun başkası olduğunu, Dresfus’un sadece Yahudi olduğu için mahkum edildiğini anlar.

Kendisini göreve getiren generale her şeyi anlatır, ‘Dresfus’un serbest bırakılması gerekiyor’ der.

Ama generaller ‘biz Dresfus’u casus diye mahkum ettik, şimdi onun gerçek casus olmadığını söylersek ordunun güvenirliliği ve prestiji sarsılır, sen bu olayı unut’ derler.

Albay ise gerçek şuçlu dışardayken suçsuz bir adamın hapse atılmasını içine sindiremez, bunu hem kendi hem de ordunun onuruna yediremez ve konuşmaya karar verir.

Ülkesi ve ordusu için alçaklık etmesi istenmektedir ama vicdanı buna razı olmaz.

Zola da işin içine karışır, ‘suçluyorum’ başlıklı yazısını yazar ve halka Dresfus’un masum olduğunu açıklar.

Halk ikiye bölünür, Dresfus’un masum olduğuna inanan ‘hainler’ ve Dreyfus’un suçlu olduğunu savunan ‘vatanseverler’.

Albay Picar’ı hapse atarlar.

Ama Fransa işin ucunu bırakmaz…Generallerin kendi çıkarlarıyla, ordunun ve ülkenin çıkarlarını birbirine karıştıkları anlaşılır ve Dresfus’la albay serbest kalır.

O albay daha sonra savunma bakanı olur.

Nereden mi aklıma geldi bu böyle?

Bilmem… sanırım çağrışım dünyasının parlaklığından.

‘Masum bir asker bırakılıyor’ denince aklıma gerçekten ‘masum’ asker Dreyfus geldi sanırım.

***


Mahkemeler İlker Başbuğ’u bırakınca askerleri, hükümeti, cemaati düşündüm.

İçlerinden hangisi ya da hangileri ülke çıkarlarıyla kendi çıkarlarını karıştırıp masum insanları yok etmiştir acaba diye aklımdan geçti. Galiba cevap ‘hepsi’, değil mi?

Hepsi birbirinin aynıyken, birbirlerine düşman olabiliyor ya da düşmanımın düşmanı dostumdur diye ilişkiler kurabiliyorlar.

İlker Başbuğ ‘Cemaatin orduya sızmasını engellediğim için intikam gerekçesiyle beni hapse attılar’ demişti, yattığı Silivri’den.

O halde şimdi ne olacak?

İlker Başbuğ ve hükümet beraber mi intikam alacaklar cemaatten?

Ya da ‘AKP ve ordu, cemaat düşmanlığını bahane ederek işbirliği mi yapacaklar?’

Ordu, AKP’nin yanında siyasete mi girecek?

Eski günlere mi döneceğiz?

***


Türkiye’nin kendi Dreyfuslar’ı oldu, suçsuz çok insan hapse atıldı.

Ama Türkiye’nin bir başka özelliği daha var.

Devletle ilişkili olan suçluları hapse atmıyor, atarsa da bir süre sonra bırakıyor.

Şimdi yeni bir “bırakılma” dalgası yaşıyoruz.

İlker Başbuğ serbest kalırken, Hrant Dink cinayetinini sanıklarından Erhan Tuncel de, Zirve katliamının sanıkları da serbest kaldı.

Daha birçoğu da serbest kalacak.

Dreyfus gibi haksızlığa uğradıkları için mi serbest kalıyorlar yoksa AKP’nin orduyla elele vererek yeni bir “vesayet sistemi” kurmasının başlangıcını mı izliyoruz?

AKP’ye karşı daha önce darbe girişimleri hiç yapılmadı mı, o darbe girişimlerinin suçluları yok muydu?

Ergenekon bağlantılı cinayetler hiç işlenmedi mi, Hrant Dink’i, Zirve yayınevindeki Hrıstiyanları öldürenler ‘birkaç öfkeli çocuk’ muydu?

***


Cemaatin ‘kurbanı’ olan Dreyfuslar’ı mı serbest

bırakıyoruz?

Yoksa AKP-Ergenekon ittifakı mı oluşturuyoruz?

Sizce hangisi?

DİĞER YENİ YAZILAR