Koskoca siyasi partilerin yapamadığını başaran çift... Ümit ve Cem Boyner

Haberin Devamı

Ülkemizde çok az insan kalıpların dışına çıkarak konuşur ya da yazar.

Aydın geçinenlerimiz de dahil, çoğumuz daha önceden kabul görmüş, taraftar sağlamış fikirleri tekrar etmeyi tercih ederiz.

Sanırım “Sürüden ayrılanı kurt kapar” korkusundan...

Gerçi kapar da Türkiye’de kurt adamı ama... Ben, yeni bir fikir yaratamamanın, yeni fikirlerden neredeyse korkmanın nedeninin beyinsel tembellik olduğuna inananlardanım.

Sürüden ayrılmayı gözü kesip de değişik fikirler söyleyenler arasında ise bu yeni anlayışı estetik bir biçimde aktarabilenler daha da azdır.

Cem Boyner, geçtiğimiz salı TÜSİAD’ın “Yeni anayasanın beş temel boyutu” başlıklı çalışmasını tanıttığı 40. yıl gala yemeğinde yaptığı konuşmayla, hem epeyce adamı kızdıracak değişik görüşleri cesurca söyledi, hem de cesur olmanın dinleme zevkini bozan sertliğinin altında ezilmeyip, zekice ve söylediğini hissederek anlatmayı başardı.

Çok uzun süre unulmayacak bir şey söyledi Cem Boyner:

“Türkiye’deki insanların özgürlüğü, onuru, hakları; ülkenin bölünmesinden, devletin kendisinden daha önemlidir. Devlet insanları mutlu etmek için vardır.”

Ardından da dün gazetede okudum.

Cem Boyner, ETA ve IRA konularında uzman olan avukat Brian Currin’e “Devletin terör örgütüyle (Öcalan) görüşüp yasal partiyle (BDP) görüşmediği başka örnek var mı?” diye sormuş.

Çok etkileyici bir konuşma, çok çarpıcı bir soru...

Ama biliyor musunuz Cem Boyner, TÜSİAD’ın gecesinde bu konuşmayı yapacağını planlamamış aslında.

“Ümit’in işlerine uzak kalmak için çaba sarfederim. Buna dikkat ederim. Planlı değildi, hocaları dinlerken heyecanlanıp bu tartışmaya sahip çıkmak zorunda hissettim kendimi” demiş.

Bu açıklaması, konuşmasının diğer bölümleri kadar etkileyici geldi bana.

Kadınların küçümsendiği bir toplumda yaşadığını bildiği için, TÜSİAD Başkanlığı gibi önemli bir yerde duran eşine, desteğiyle bile zarar verebileceği endişesiyle, onun işlerine uzak durmaya özen gösteriyormuş besbelli.

O gece de bu yüzden belki de sadece dinleyici olarak gitti oraya.

Çünkü o gece TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, Ergun Özbudun ve Turgut Tarhanlı’nın başkanlığında 22 kişilik uzman kadronun yorum ve değerlendirmeleriyle hazırlanmış 57 sayfalık bir anayasa çalışması tanıttı orada..

TÜSİAD bu çalışmaya zemin hazırlamış. Çalışmanın altında TÜSİAD imzası yok. Hatta belki bazı tezlerde farklı bile düşünebilir. Ama TÜSİAD’ın “değerli bir kaynak” dediği bir çalışma bu.

Öyle tabuları, kutsallıkları, inançları, dokunulmazlıkları sarsacak bir şey söyledi ki bu çalışma:

“Cumhuriyetin değişmezliği dışında değiştirilemez bir madde olmasına karşıyız...”

Tartışmalar derhal başladı.

Dokunulmaza dokunmanın, tabusuz, dogmasız gerçek bir demokrasinin yaşam biçimi olabileceği tezi ülkenin gündeminde bomba gibi patladı.

Ümit Boyner ve ekibi gerçekten çok önemli bir anayasa çalışması koydular ortaya.

Gazeteler yeni anayasa tartışmalarına sayfa sayfa yer verdiler ama Cem Boyner’in korktuğu da oldu, bir o kadar sayfa da Cem Boyner’in açıklamalarına yer ayrıldı.

Karı-koca beraber gündemi belirliyorlar şu sıra.

İnsan evde ne konuştuklarını merak ediyor.

İnandıkları şeyi söyleyip bütün düşmanlığa rağmen alkışlanmak, üstelik bunu aynı anda yapabilmek her karı-kocanın başına gelmez çünkü...

Bunun için, eşine de demokrasiye gösterdiği özeni gösterecek kadar zarif ve gücünden emin bir erkek, gösterilen o özeni hak eden ama o özeni de aşabilecek kadar cesur bir kadın gerekiyor.

Belki Cem Boyner’e benzeyen bir erkeği ve Ümit Boyner’e benzeyen bir kadını bulabilirsiniz bu toplumda ama ikisinin birarada olması, sanırım hem kendileri, hem de ülke için büyük bir şans.

***


Kötü haber: Belediye Nusr’et’i yıkıyor

İstanbul’da yaşayanlar, Anadolu yakasındaki yılların Günaydın Kasabı’nı bilirler.

Günaydın işleri büyütüp Günaydın Kebap ve Günaydın Steak House’lar açmaya başladıktan sonra Günaydın’da yetişmiş kasap Nusret Gökçe de 14 yıldan sonra Günaydın’dan ayrılıp Etiler Çamlık’ta kendi ismiyle Nusr’et Steak House’u açtı.

Baştan hemen şunu söylemeliyim, nasıl bir yer olduğunu anlamanız için, kapısının önündeki kuyruğu, müşteri profilini görmeniz, etlerin inanılmaz lezzetini hemen tatmanız gerekir.

14 yıllık Günaydın geçmişine bakmayın, Nusret henüz 27 yaşında. Ama et konusunda neredeyse bir dahi diyebiliriz.

Etleri övmeme gerek yok. Bu çok defa yapıldı zaten.

Benim anlatacağım başka:

Şu sıra Nusret’in başı dertte.

Kiminle mi? Komşularla.

Komşular kapının önündeki trafikten, yayıldığını iddia ettikleri kokudan ve dükkanın hak ettiğinin fazlasına taşıp büyüdüğünden şikayetçi. Belediyeye şikayet etmişler.

Nusret’le konuştum, “Sorunu hallettik. Zaten yaz geliyor, kameriyeyi kaldıracağım” dedi.

Belediyeyle konuştum, “Kaçak yapılaşma var, projeye aykırılık var, yıkmamız gerekecek. 20 Nisan’a kadar bunların düzeltilmesi gerek” diyor.

Nusret sanırım yaklaşan tehlikenin farkında değil. Bir an önce, projeye uygun düzenlemeyi yapmazsa, belediye çıkan kararı uygulayacak.

Umarım sorun en kısa sürede çözülür.

Bu arada daha önce hiç gitmemiş, ilk defa Nusr’et’e gideceklere bir tavsiye, mekânda racon Nusret’in dediğini yemek...

Kendinizi ona bırakın.

Ama masaya oturmadan, vitrine bir bakın önce, etler üzerlerinde hayvanın hangi bölgesinden çıkarıldığını, hangi tarihte kesildiğini gösteren etiketlerle dolapta dizili.

Bir küçük bilgi daha vereyim:

Kendinizi çok da bırakırsanız epey pahalıya da çıkacağınızı söyleyenler var.

Siz Nusret’in etlerini mutlaka tadın ama kendinizi de çok bırakmayın en iyisi.

***


Yom’u leded sameah!

(* İbranice: Doğum günün kutlu olsun)

Bugün, Yahudilerin en büyük sinagogu Neve Şalom’un 60. yaşgünü...

25 Mart 1951’de hizmete girmiş.

İstanbul Şişhane, Yahudilerin Osmanlı topraklarına geldiklerinde en yoğunlaştığı bölge olmuş.

Burası aslında Musevi İlkokulu iken küçük sinagoglar kalabalık düğünlere, cenazelere yetmediği için, okulun üzerine Neve Şalom yapılmış.

Gerçi artık o bölgede neredeyse hiç Yahudi kalmamış.

Ama Yahudilerin en vazgeçilmez tören sinagogu halen Neve Şalom.

Türkiye’deki bütün Yahudi düğünleri bu sinagogda yapılıyor.

Çok sevdiğim Yahudi arkadaşlarım var.

O yüzden düğünlerini, cenazelerini, sünnet düğünü dedikleri Brit Mila’yı, vafiz törenlerini çok gördüm.

Geleneklerine, sinagoga gelirken o en şık hallerine hep bayılırım Yahudilerin.

Sinagogları da çok güzeldir ama Neve Şalom başkadır gerçekten.

Ama hangi Yahudi arkadaşımla konuşsam, Neve Şalom dediğim zaman tuhaf bir gölge düşer gözlerine...

Fark etmezler onlar aslında ama görünür gözlerindeki acı onlar istemese de.

İki defa terör saldırısına uğradı bu sinagog. Eşleri, dostları, sevdikleri öldü.

Neve Şalom’un kelime anlamı “Barış Vahası” demekmiş, biliyor musunuz?

Acılarıyla hatırlanan Neve Şalom aslında “barış” demekmiş...

***


Master Chef izliyorum

Ben bu aralar Show TV‘deki Master Chef Türkiye yarışmasını izliyorum. Yemek yapmayı severim, yemek yemeyi daha çok severim ama bunlar nedeniyle izlemiyorum programı.

Programın yapımcıları harika bir jüri kurmuş. Yarışmacılarla aralarında geçen diyaloglara, sert çıkışlarına, yarışmacıların jürinin baskısı altında, o ruh halinden bu ruh haline dalgalanmalarına bayılıyorum. Üç jüri üyesi var.

Bir tanesi şu meşhur Cipriani Restoran’ın baş aşçısı Batuhan Piatti. Milliyet eski yazarı ve Fatih Terim’in italyanca hocası Donatella Piatti‘nin oğluymuş. Diğeri işletmeci Erol Kaynar ve bir öteki de Mimolett‘in sahibi şef Murat Bozok. Batuhan Piatti program boyunca yarışmacılara çok kötü davranıyor. “Format gereği değil, içimden geldiği gibiyim. Kendi mutfağımda daha beterim” demiş bir röportajda. Programı seyrediyorsanız bu açıklama sizi mutlaka ürkütmüştür, daha beter nasıl olunur diye. Fakat ilgiyle izliyorum programı ve Batuhan Piatti‘nin o sertliğe rağmen çok yumuşak, hatta üzülen birini gördüğünde çok etkilenen biri olduğunu seziyorum.

Erol Kaynar zaten kont gibi.

Asıl sert ve acımasız Murat Bozok gibi geldi bana. İzlemeye devam edeceğim, bakalım haklı mıyım?

DİĞER YENİ YAZILAR