Ya gerçekleri yazın ya susun!

Haberin Devamı

Yazlık sinemalar vardı eskiden... Taşra kentlerinde bahçe sinemaları.

Filmlerde görmüşsünüzdür, kendiniz hiç gitmediyseniz bile...

Ya da benim gibi, gidenlerden dinlemişsinizdir.

Yaz aylarında şehrin halkı ellerinde çekirdekleri ile dolarmış buralara.

Ama sinemanın oynattığı eskimiş, titrek filmler sık sık koparmış.

Film tam orta yerinde kopunca, seyirci ayaklanıp sorun çıkarmasın diye alelacele filmler bağlanır, seyirci sakinleştirilirmiş.

Ama o acele ile genellikle yanlış filmler bağlanırmış.

Tam maymununu kaybetmiş Tarzan, çığlıklar atarak bir sarmaşıktan bir sarmaşığa sıçrarken, film kopuverirmiş mesela.

Sonra film yeniden başladığında, Tarzan ortadan kaybolur, yerine bir hafiye gözükürmüş perdede...

Tam o bir yerden bir yere giderken film yeniden koparmış.

Bu karmaşa içinde, ne çığlık çığlığa bağıran şaşkın Tarzan’ın söylediği anlaşılır, ne de hafiyenin hangi işler peşinde koşturduğu açığa çıkarmış.

***


Son zamanlarda Türkiye’deki gelişmeler hakkında yapılan yorumların büyük çoğunluğu da, taşra sinemaların eskimiş filmlerine döndü işte.

Garip bir bulanıklık içinde, garip çığlıklar, başı-sonu tutmaz konuşmalar çıkıyor ortaya.

Film şeritlerini yenileyip görüntü ayarını netleştirmenin tam zamanı... Neyin tartışıldığına karar vermek gerekiyor.

Bu bulanıklık, bu mücadeleler, bu gazeteci kavgaları canınızı sıkmıyor mu hiç?

İnsanların neyi, niçin savundukları, neyin ilericilik neyin gericilik, neyin gazetecilik, neyin hainlik; hatta neyin salaklık neyin kurnazlık olduğunu ortaya koymak istemez misiniz?

Bulanık film seyretmekten bıkmadınız mı?

Taraf gazetesinde pazar günü Yıldıray Oğur’un bir yazısı vardı.

Bu bulanıklığın bitmesini arzu eden yazı bir öneri getiriyordu, “Bildiklerinizi ne zaman açıklayacaksınız?” diyordu.

“1990-2010 arası bu ülkede neler yaşandı, doğumuna yardım edin gerçeğin” diyordu.

Yıldıray bunları, o zamanları bildiğini düşündüğü gazetecilere soruyordu. Gerçekleri açıklamalarını istiyordu.

Ben de bütün gazetecilerden, bunu istemelerini istiyorum.

Çünkü gerçeklerden nefret edenlerle, gerçeğin üstünü örtmek isteyenlerle doldu her yanımız.

Yıldıray diyordu ki:

“Yeter ki anlatın, 30 yılda duyup da yazmadıklarınızı, bilip de anlatmadıklarınızı...”

Ben de diyorum ki Yıldıray’ın istediğini destekle, gerçeği iste...

Bırak diğer köşe yazarıyla kavga etmeyi, gerçeği istiyorsan, gerçeği istiyormuş taklidi yapma.

Gerçekten gerçeği iste...

Ve diyordu ki Yıldıray:

“Kimse konuşmadığı için 720 gündür Mustafa Balbay tutuklu.”

Mustafa Balbay gizli sitem mektupları yazmış mıdır acaba konuşmayanlara?

***


Medyada gerçekleri bilen insanlar var, Sarıkız’ı, Ayışığı’nı, Balyoz’u, bunların nasıl hazırlandığını, hazırlayanların gazetecilerle ilişkilerini, konuşmalarını, beklentilerini bilenler var.

Konuşsunlar artık.

Ya da bildiklerini anlatmayacaklarsa, hiç olmazsa sussunlar.

Bildikleri gerçekleri saklayarak konuşmak ve sanki gerçekleri açıklıyormuş gibi yapıp gerçeğin üstünü örtmek, dolandırıcılığa giriyor çünkü.

***


Özyeğin, Ortodoks Kilisesi, Finansbank ve Veli Küçük...

Ekonomi dergilerini okurum. Eğer bir işadamı röportajı ya da onunla ilgili özel bir dosya varsa, mutlaka okurum.

İşadamlarının hayatını pop-starlardan daha çok merak ederim ben.

Nedenini bilmiyorum. O hayatlarda çok daha fazla sır olduğuna inancımdan sanırım...

Pop-star nedir ki, bütün hayatlarını gazetelerden öğrenirsin.

İş dünyası öyle mi! Daima bir perdenin arkasından “eserler” hayata...

Şubat ayının Fortune dergisi kapağı Hüsnü Özyeğin’di.

Türkiye’nin en büyük zengini... Zenginler sıralamasında birinci, 3 milyar dolarlık servetiyle...

Sekiz sayfalık bir dosya hazırlamışlar. Hüsnü Özyeğin’in yeni satın aldığı Millennium Bank hikâyesi etrafında Özyeğin’in bankacılık kariyeri ve başarıları anlatılıyor.

Kenan Şanlı hazırlamış, zevkle okudum.

Aradan günler geçti -bana hep böyle olur, size de olur mu bilmem. Hikâyeler hep birbirini tamamlayacak şekilde hayatıma girer- birikmiş kitaplardan, Timaş Yayınları’ndan çıkan, Cüneyt Dalkıran’ın hazırladığı Arif Doğan’la yapılmış röportaj kitabını okumaya başladım:

“Jitem’i Ben Kurdum.”

Kitap beni yeterince heyecanlandırmadı. Bir kısmı gazetelerde çıkmıştı haberlerin zaten, bir kısmına da ben inanmadım. Arif Doğan kendisini anlatmamış, bildiği hikâyeleri kendine göre anlatıp yorumlamış.

153. sayfaya geldiğimde Cüneyt Dalkıran, Arif Doğan’a soruyor “Ergenekon sanıklarından Sevgi Erenerol’un Veli Küçük ile iyi ilişkileri olduğu biliniyor. Kendisi Türk-Ortodoks Kilisesi’nin başındaydı. Veli Paşa’nın da yönetiminde bulunduğu Gima, Hüsnü Özyeğin’e aitti. Yine Hüsnü Özyeğin’e ait Finansbank, Yunan-Ortodoks Kilisesi’ne satıldı...”

Soru böyle devam ediyor, “Bu konudaki görüşleriniz neler?” diye. Veli Küçük’le ilgili yorumunu merak ediyor.

Arif Doğan, Hüsnü Özyeğin kısmına hiç girmiyor, Veli Küçük için ise “Daha önce konuştuk bunları” diyor.

O anda, Finansbank’ın National Bank of Greece’e satıldığı 2006 yılının haberleri geldi gözümün önüne.

Tamamen unutmuştum.

Hemen google’a girip baktım, doğru... Yunanistan’ın milli bankasının ortaklarından biri Yunan-Ortodoks Kilisesi.

O tarihte çıkan Hürriyet gazetesinin haberine baktım.

“2004 sonu itibariyle NBG’de 265 bin 729 hisseye sahip olan Yunan-Ortodoks Kilisesi’nin bankadaki yatırımları toplamının 10 milyon Euro’yu bulduğu tahmin ediliyor. Finansbank ortaklığı aracılığıyla Yunan Kilisesi ilk kez Türkiye finans sektörüne de adım atmış oldu. Ortodoks Kilisesi, Yunanistan’ın en eski bankası olan NBG’de uzun zamandır hisse sahibi... Bankanın bağımsız yönetim kurulu üyeleri arasında ise kiliseden iki isim yer alıyor” diyor.

Fiba Holding de “Kilisenin hissesi yüzde 1’dir” demiş.

Google’da bununla ilgili haberler çok...

Benim aklımın takıldığı ise şu:

İşadamlarının hikâyelerini biz mi unutuyoruz?

Yoksa bunlar bize unutturuluyor mu?

***


Uri Geller İstanbul’da

Yetenek Sizsiniz‘de İranlı Aref kaşıkları büküp, bilinmeyecekleri bilince ortalık birden karıştı. Yok hile, yok sihir, yok müthiş, yok uzaylı temalarında konuşmalar günlerdir sürüyor. Bir Uri Geller vardı, hatırlarsanız... Fenomen adlı bir program yapmıştı Türkiye’de. Kaşıkları büküp, bozuk saatleri çalıştırmıştı. İşte kaşıkların yeniden büküldüğü bu tarihte, ne tesadüf ki Uri Geller İstanbul’da. Önümüzdeki pazar, 27 Şubat’ta kişisel gelişim semineri verecek ve bir performans sergileyecekmiş. Biletler satıştaymış. İlgilenenler... VIP bileti olanlar, seminer sonrası VIP davete katılıp Uri Geller’la tanışıp sohbet de edebilecekmiş.

DİĞER YENİ YAZILAR