Gazete Vatan Logo

Sahte dünyanın mutsuz kadını

Günlerdir 18. yaş günü pastasındaki mumu söndürünce dünyanın en zengin kadınları arasına giren Athina'dan bahsediliyor

İsveçli üvey annesi ve Fransız babasıyla sürdüğü mütevazi yaşamını dünya medyasından takip ettiğimiz bu genç kızın anneannesi ve annesiyle birkaç saat geçirmiştim.

Anneanne Tina Onassis o zaman evli olduğu Aristotle Onassis'in eşiydi. Türkiye'den ailesiyle küçükken göç eden Onassis, Süveyş Kanalı'ndan Afrika'ya taşıdığı petrol sayesinde zamanının en zenginleri arasına girmişti. Tabiî bu servet Atina'nın en güzel kızlarından Tina ile evlenmesini çok kolaylaştırmıştı.

Aristotle Onassis sadece dünyaya gelen kızına değil, İngiltere Kraliçesi Elisabeth'in yatının iriliğindeki 100 metrelik yatına da Christina adını vermişti.

Parasının gücü ile zamanın en mühim devlet adamları ve dünya sosyetesinin ünlülerini çok kere ağırladığı bu yat 1956 veya 57'de İstanbul'a gelmişti.

Böyle ünlülerin haberlerini toplamakla görevlendirilen Beyoğlu muhabirleri -ki İzzet Sedes, Necati Zincirkıran ve bendeniz gibi hâlâ mesleklerinden istifa edemeyen birkaç arkadaş, rıhtımda Christina yatına kabul edildik.

Güvertede yatın en önemli konukları İngiltere Başbakanı Churchill ve eşini, Maria Callas ve italyan eşini Onassis çifti bize takdim etti.

Bu ne saçma soru!
Nezaket soruları sıralandıktan ve yanıtları alındıktan sonra, ben şimdi hatırlamadığım bir soruyu Sarah Churchill'e yönelttim.

Düşündükçe hâlâ yüzüme ateş basan şu yanıtı verdi: "Ne saçma bir soru... Başka bir soruya geçin."

Tabiî ki ağzımı açamadım. Ve bu haklı veya haksız tepkiyi içime sindirmeye çalışırken yanımda, aynı gazetede çalışan Doğan (soyadını ve şu sırada nerede olduğunu bilemiyorum.)

Maria Callas'a dönüp: "Onassis'le bir aşk yaşadığınız ve yakında boşanacağınız doğru mu?" sorusunu yöneltti.

Doğan'ın kolunu şiddetle sıkıp: "Doğan, çıldırdın mı? Böyle şahsi bir soru sorulur mu?" diye bağırdım. Birkaç yıl Hollywood'da yaşayan Doğan "Eğer sorum doğru çıkmazsa..." diye başlarken grubun karşı tarafında oturan İngiltere Büyükelçisi Sir Bernard Burrows ve eşi Ines (ki, yaşamları sona erinceye kadar en yakın dostlarım olarak kaldılar) Doğan'ın sorusunun şokundan benim tepkim yüzünden biraz rahatladılar.

Sonuç: o gece Christina yatının yolcuları onuruna Elçilikte verdikleri akşam yemeğinde beni Tina Onassis'in yanına oturttular. Bütün gece o güzel kadınla ve nefret ettiğini sonra öğreneceğim Maria Callas'la sohbet ederken Topkapı ve çevresindeki eserleri birlikte gezmemi teklif ettiler.

Birkaç saatlik gezide Tina'nın davranışlarından Doğan'ın kehanetinin pek boş olmadığını anladım. Zaten yat gezisi bitince olay patlak verdi. Onassis çifti boşandı.

Christina ile Maxim'de
Sonrası pek iç açıcı bir hikâye değil. Tina, Onassis'in en büyük rakibi Stavros Niarchos'la evlendi. Rivayetlere göre bir süre sonra intihar ettiği açıklanan Tina'yı Niarchos öldürmüş; para gücü olayı kapatmıştı.

Annesi ile babasının ayrıldığı günden beri yaşadığı mutsuzluğunu çevresindeki aşklarla ve evliliklerle azaltmaya çalışan Christina ile yıllarca önce Paris'te Pierre Cardin'nin açtığı ilk ve en şık Maxim'de tanıştım. Bir Fransız arkadaşım, (Fernand şu sırada Christian Dior'un tanıtımının başında) 12 kişinin neşeyle yiyip içtiği masada beni Christina'nın karşısına oturttu.

Yüz ifadesi ve şeklini babasından alan bu çirkin ve mutsuz kadını seyrederken ne kadar üzüldüğümü belli etmişim ki, Fernand; "Kendine gel, bu yaşam onun seçimi; değiştiremezsin" demişti.

Çirkin komplimanlar
Christina'nın yanında oturan yakışıklı genç "bugün dünyanın en zengin kızının baba namzeti" Thierry Roussel'dı. Gösterişi ne kadar hoşsa Christina'ya yaptığı sahte komplimanlar o kadar çirkindi. Benim onları yarı acıyarak, yarı kızarak izlediğimi gören Christina şişman vücuduna bakmayıp ayağa kalktı, masanın karşısından kulağıma eğildi: "Herşeyin sahte olduğunun farkındayım. Üzülme. Çünkü buna ihtiyacım var" dedi. Müziğin sesiyle orantılı yükselen konuşmalara dayanamadım; o masada daha fazla oturmak istemedim. Christina'nın kalktığımın farkında olduğunu bile sanmıyorum. Kapıdan çıkarken dayanamayıp bir daha baktım o masaya.

Fernand: "iddiaya girerim;" dedi, "yarın akşam gelsek yine Christina'yı bu özel masasında yine aynı kişiler veya başka dalkavuklarıyla görürüz." Bir süre sonra ölen Christina'nın beyaz tabutunun içinde bile yatarken mutsuz olduğunu fotoğraflarında bile hissettim. Şimdi sadece medyadan tanıdığım kızının yanında babasını gördükçe, Atina'da geçen yıl görüştüğüm Onassis Vakfı üyelerinin sözlerini hatırlıyorum. Yunanistan'ın en zengin ve Onassis'in en yakın dostu olan vakıf üyeleri: "Siz bu adamın Christina'yı nasıl kapana sıkıştırdığını ve bu küçük kızı doğuncaya kadar onu nasıl pohpohladığını bilseniz nefret ederdiniz..." demişlerdi.

Onlara Maxim'deki hiç unutamadığım gözlemlerimi ve hislerimi anlatmaya gönlüm razı olmadı.

Haberin Devamı