Bir garip üniversite hikayesi…

“Hocam, vakıf üniversitesi burası!”

“Yok, devlet!”

“Böyle devlet olmaz, vakıf bu!”

“Devleeet…”

Devlet, vakıf tartışması bir müddet devam etti. Sonunda dediğime geldiler, devlet olduğunu kabul ettiler.

Sonra, ‘vakıf gibi devlet’ dediler…

Bize has bir benzetme, ‘vakıf gibi devlet!’ Böyle bir tanım, herhalde dünyanın başka hiçbir yerinde yoktur!

***

Üniversite gerçekten güzel, tam yörenin mimarisini yansıtıyor. Duvar taşları işlemeli… Devasa bir kubbesi var, rengarenk vitray… Kubbenin altında büyük bir şadırvan; ‘şıkır şıkır’ su sesleri…

İçinde bir konferans salonu var, görülmeğe değer… İbadet eder gibi konferans veriyorsunuz, ambiyans muhteşem…

Fakat bir tuhaflık var, üniversitenin içinde garip bir hava hakim… Cep çaldı, çekmiyor; kapıdan çıkayım, belki çeker dedim… Arkamdan bağırışmalar, “Hop, dur! Orası protokol kapısı, oradan çıkamazsın.”

Güvenlik elemanları bağırıyor, hep bir ağızdan… Bir şey demedim, cümle kapısına yöneldim…

***

Doğru, yerde kırmızı protokol halısı, iki yanında da yaldızlı zincirler var. Halı ve zincir ikilisi, dolana dolana üst kata, idari kata çıkıyor, rektörün katına… Hata ettim, nasıl yaptım böyle bir aymazlığı. İnsan protokol kapısıyla, cümle kapısını birbirinden ayıramaz mı? İlim irfan yuvasında böyle bir hata yapılır mı?

Haberin Devamı

Konuşmam bitti, cümle kapısından içeri girdim. Nasıl davranmam gerektiğini öğrendim, artık doğru kapıdan girip çıkıyorum.

Üniversite, davranışları değiştirme yeri neticede…

***

Güvenliklere, rektörü sordum, bir merhaba diyeceğim. Neticede misafiriz, konferans verip gideceğiz. Rektör, ya ‘burada’ dersin ya da ‘yok’ dersin!

Ne ‘var’ diyorlar, ne ‘yok’ diyorlar...

Soru havada kalıyor. Allah Allah…

Dedim ya, ‘içeride tuhaf bir hava var’ diye… Üniversitenin arka kapısı açık, içerisi acayip cereyan. Ortada bir güvenlik duruyor, adam zatürre olacak. Gittim yanına… “Kardeşim, hasta olacaksın sen burada” dedim. “Görev!” dedi, kestirdi attı.

Bir de buna sorayım dedim, rektörü…

“Dışarıda kel kafalı olan” dedi.

Doğal konuştu, içten ve samimi…

***

Dışarı çıktım, cümle kapısından… Kel kafalı rektör arıyorum… Cümle kapısına yakın bir öbek görevli duruyor, protokol kapısında da iki kişi... Protokol kapısında duranlardan biri kel kafalı. ‘Hah, rektör bu olsa gerek’ dedim… Görevlilere, “Rektör, şu bey mi?” diye sordum… Koro halinde “Sussst” dediler. “Rektör’ün yanındakine söyle…” Rektör’ün yanında gençten bir ‘yaver’… El pençe divan-ı lugat… ‘Yaver’ gibi duruyor, onun için böyle dedim; akademik yaver… Gülümseyerek yaklaştı… “Rektör Bey’e merhaba diyecektim.” Elinle işaret ederek, ‘Bir dakika’ dedi, rektörün yanına gitti. “Yukarıdan, özel kalemden randevu almanız gerekiyor.” “Rektör burada ama…”

Haberin Devamı

“Protokol böyle…”

***

Kırmızı halı, yaldızlı zincirler ve rektör… Bu arada rektörle aramızda sadece bir kol mesafesi var, yani ellerimizi uzatsak tokalaşırız… Rektör, protokol kapısının yanında taburede oturuyor, sırtını işlemeli duvara dayamış, önünde küçük bir sehpa, elinde kahve fincanı. Kahveyi çevire çevire içiyor, konuştuklarımızı duyuyor, ama hiç oralı değil… Sabah dükkanı yeni açan esnaf gibi oturuyor. Önüne bozukluk atsam, ‘‘Si ftahı senden bereketi Allah’tan” diyecek, durum öyle… ‘Allah’ın selameti üzerine olsun’ dedim, geçtim gittim…

Haberin Devamı

***

Aradan 5-6 yıl geçti…

Tesadüf…

Aynı üniversitede konferanstayım!

Üniversite dökülüyor! Konferans salonu berbat, kubbenin vitrayları dökük, şadırvanın suyu çekilmiş… Milli Eğitim yetkilisine, “Hocam, n’oldu bu üniversiteye böyle?” dedim. “Allah be… versin, üniversiteyi kendine benzetti” dedi…

***

İşte, böyle sevgili dostlar…

‘Rektör’e n’oldu?’ derseniz…

Söyleyeyim, protokol eşliğinde cezaevine konuldu!

DİĞER YENİ YAZILAR