‘Yeni Türkiye’ye eski adetler

Haberin Devamı

AKP’nin 10 yıllık iktidarıyla birlikte Türkiye’nin tepeden tırnağa değiştiğini söyleyebiliriz. İktidar partisine yakın kimileri gelinen noktayı ‘yeni Türkiye’ olarak tanımlamayı seviyor. Beğenin ya da beğenmeyin, yaptığımız ve yapacağımız tartışmalar için ‘yeni Türkiye’ kavramsallaştırmasının epey kullanışlı olduğu muhakkak.

Örneğin Başbakan Erdoğan’ın ısrarla sürdürdüğü idam tartışmasını bu kavram ekseninde ele alalım: İdamı yeniden bir ceza yöntemi olarak benimsemek Türkiye’yi nasıl daha yeni kılabilir? Türkiye’nin yenilenmesi ve yenileşmesinde lokomotif işlevi gören ve Erdoğan’ın da defalarca “Cumhuriyetten sonra en büyük medeniyet projesi” olarak tanımladığı AB üyeliği süreci böyle bir gelişmeden nasıl etkilenir?

Bildik stratejiler

‘Yeni Türkiye’nin belirgin vasıflarından biri hiç kuşkusuz devletin şeffaflaşmasıdır. (Yoksa di’li geçmiş zaman mı kullanmalıydım?) Başta TSK olmak üzere birçok tabuya son 10 yılda dokunuldu ve çok da iyi oldu. Ama bir an geldi ki yine ‘ulusal güvenlik’, ‘terörle mücadele’, ‘devlet sırrı’ gibi gerekçelerle (isterseniz “bahanelerle” de diyebilirsiniz) devlet kendini vatandaşa kapatmaya, dokunulmaz kılmaya; “İzin verin de kimin neyi bilip bişlmeyeceğine biz karar verelim” cümleleri yeniden en yetkili ağızlardan çıkmaya başladı. Hiç tartışmasız bunun zirvesi Uludere/Roboski faciasıdır. Nerdeyse bir yıl dolacak ama hâlâ ne bu facianın sorumlularını, ne de bunların saptandıktan sonra cezalandırılıp cezalandırılmayacaklarını biliyoruz.

Devletin, Kürt sorununda inkar-ret ve asimilasyona dayalı resmi çizgiden kopması da ‘yeni Türkiye’nin alamet-i farikalarındandı. Ancak açılım politikalarından, yaşanılması belki de kaçınılmaz olan ilk hayal kırıklıkları yüzünden çabuk vazgeçilip tekrar güvenlik eksenli yaklaşımlar öne çıkartıldı. Son bir-iki yılda yaşadığımız tıkanıklık ve kriz halinin ‘yeni Türkiye’ye hiç mi hiç yakışmadığı açık değil mi? Bu tıkanıklıkta birinci derecede rolü olan bazı odaklar, hükümete önerdikleri “Kürtlerle iyi geçin, PKK’ya haddini bildir” diye özetlenebilecek stratejilerin AKP öncesi birçok hükümet tarafından zaten denenmiş olduğunu bilmiyor olabilirler mi?

*****


Ali Akel’in Diyarbakır’dan gözlem ve uyarıları

Uludere/Roboski üzerine yazdığı yazı yüzünden yıllarca çalıştığı Yeni Şafak Gazetesi’ndeki işinden olan Ali Akel bir süredir Güneydoğu’da. Ali sadece Türkiye’deki değil bölgedeki Kürt hareketlerini, özellikle İslami yönü güçlü olanları çok yakından tanıyan bir gazetecidir. Nitekim Diyarbakır’da farklı İslami grup ve cemaatlerin temsilcileriyle görüşmüş, bir aksilik olmazsa izlenimlerini en kısa zamanda size aktarmaya çalışacağım. Şimdilik kendisinin twitter hesabında dile getirmiş olduğu Diyarbakır izlenimlerini aktaralım:

“Salı gününden beri Diyarbakır’daydım. Meselenin nabzını bölge başkentinden tutmaya çalışıyorum. Tek gündem var o da açlık grevleri. Başbakan Erdoğan, havaalanında helikopter kazasında hayatını kaybeden askerler için cenaze töreninde iken, binlerce insan da sokaklardaydı. Son zamanlarda göstericilere adım bile attırmayan polis, pazarlıklar sonrası E Tipi Cezaevine gruplar halinde yürünmesine izin veriyor. Cezaevi önünde bir olay yaşanmazken, DTK binası önünde yine o klasik sahneler yaşandı. Gaz, tazyikli su, uçan tekmeler, yumruklar... Bütün bunlara ragmen yanımdaki Diyarbakırlı dostum ‘Erdoğan şehirde olduğundan olsa gerek son zamanların en sakin gösterisi oldu’ diyor.

Gündüz ve sonrasında yaşanan arbedeyi gece yarısı şehri terkedip daha içerileri doğru yol alırken devrilmiş çöp konteynırları, direği eğilmiş tabelalar, her tarafa dağılmış çöpler daha net ortaya koyuyordu. Otobüsün en önünde gecenin karanlığını yarıp giderken, aklıma hemen herkesin söylediği şu cümle çınlayıp durdu: ‘Çok kötü olurÖ Cezaevinde ölüm, dağda çarpışarak ölen asker ve PKK’lının ölümüne benzemezÖ’

Diyarbakır’da şunu gördüğümü söylebilirim: Bu bir şantaj falan değil. Kimse lafı eveleyip gevelemiyor. Ne söylüyorsa doğrudan söylüyor. En kötüsü de bana göre şu: Vatandaşın önemli bir kesimi, diyalogu, müzakereyi, gösteri yapmayı, eyleme katılmayı artık ‘lüzumsuz’ görüyor. Asıl tehlikeli olan bu ve iktidarın ‘şantaj’, ‘idam’ söylemi buna tuz biber ekiyorÖ Bu hissiyatı ve ayrışmayı daha da derinleştiriyor.

Haydi, idam geri geldi diyelim. Ne olacak, dağda her an ölüm ile yaşayanlar ‘işin ucunda idam var’ deyip, tıpış tıpış dağdan mı inecek? Cezaevlerinde ölümün kıyısında dolaşanlar, idamdan korkup açlık grevini sona mı erdirecek mesela...”

DİĞER YENİ YAZILAR