“Anneliğin ideolojisi yoktur”

Haberin Devamı

Bugün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 11 Ağustos 2009 günü partisinin Meclis Grubu’nda yaptığı ve bazı milletvekilleriyle Güneydoğu’da çok kişi ağlatmış olan konuşmasından bazı bölümleri hafızalarımızı tazelemesi için yayınlamak istiyorum. Konuşmanın tamamını http://www.akparti.org.tr/ak-parti-genel-baskani-ve-basbakan-erdoganin-ak-parti-tbmm-_6300.html bağlantısından okuyabilirsiniz:

“Türkiye son 25 yılını terörle, çatışmayla, olağanüstü hal ile, faili meçhullerle, boşaltılan köylerle, üzerine al yıldızlı bayrağımızın örtüldüğü tabut görüntüleriyle heba etmeseydi, bugün nerede olurdu? Eğer sorun daha ortaya çıkarken fark edilip gerekli tedbirler alınabilseydi. Eğer mesele büyümeden çözüme kavuşturulsaydı. On binlerce insanımız hayatını kaybetmeden, on binlercesi yaralanmadan, yüz binlercesi mağdur olmadan bu mesele suhuletle çözülmüş olsaydı, bugün Türkiye nerede olurdu?

Bu soruları çoğaltarak sormanızı istiyorum. Milletçe sormamızı istiyorum. Aziz milletimizin bu soruları sormasını, bu meseleyi objektif bir şekilde enine boyuna sorgulamasını rica ediyorum. Ne oldu, nerede yanlış yapıldı, nerede yanlış politikalar uygulandı, nerede yanlış tavırlar sergilendi. Bizim binlerce yıllık dostluğumuzun, akrabalığımızın, kardeşliğimizin kopacağına, çökeceğine, çürüyüp bozulabileceğine kim nasıl inanma cüretini gösterdi de, aramıza nifak tohumları ekme gayretine girdi? Bu iş bu kadar kolay mıdır?

Fuzuli’nin şiirleri nasıl ruhumuza hitap ediyorsa, Ahmedi Hani’nin dizeleri de aynı şekilde bizi duygulandırmıyor mu? Neşet Ertaş ‘Gönül Dağı’ dediği zaman her birimizin tüyleri ürperiyor. Aynı şekilde Şivan Perver Halepçe dediğinde, Hazal dediğinde gönül dünyamızın derinliklerine dalıyoruz. Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Karacoğlan, Pir Sultan bu toprakların mayasını yoğururken, Cudi’nin, Munzur’un eteklerinde dolaşan Dengbejler de aynı topraklara aynı kardeşlik mayasını atıyorlar. Horon bizim horonumuz. Zeybek bizim zeybeğimiz. Halay bizim halayımız. Zılgıt bizim zılgıtımız.

Bizi birbirimizden ayırmak kimin haddi?

Bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliği altında yer alan her etnik kökendeki insan, Türküyle, Lazıyla, Kürdüyle, Çerkeziyle, Gürcüsüyle, bizim kardeşimizdir, buna kimse gölge düşüremez.

Değerli kardeşlerim, evlat acısından daha büyük bir acı yoktur. Allah hiç kimseye bunu yaşatmasın, hiç kimsenin ocağına bu ateşi düşürmesin ama son 25 yıldır, ülkemin doğusunda, batısında, kuzeyinde, güneyinde nice annelerin, çalan her telefonla yürekleri ağızlarına gelmiştir.

Elleri telefona uzanırken, hasret gidermekle, şehadet haberini almak, ölüm haberini almak arasındaki derin uçurumda kaldılar.

Yaklaşık 30 yıldır nice annemiz, telefonun başında, Ağrı Dağı gibi, Munzur Dağı gibi, Cudi gibi, Erciyes gibi, Kaçkar gibi, olduğu yere yığılıp kaldı, hep bunu yaşadık. Babaların gözyaşı sel oldu içine aktı.

Anneliğin ideolojisi yoktur. Anneliğin siyaseti yoktur, sağcılığı, solculuğu yoktur.

Oğlu her ne sebeple hayatını kaybetmiş olursa olsun. Yozgat’taki anne ile, Hakkari’deki anne, oğullarının başında aynı duayı ediyorsa, evladı için Yasin ve Fatiha okuyorsa, cemaat aynı kıbleye dönüyorsa, burada çok ciddi bir yanlış olduğu ortadadır.

Bu süreçten hiçbir tarafın kazançlı çıkmayacağı aşikârdır. Ama kaybedenin Türkiye olduğu, kaybedenin vatanımız olduğu, kaybedenin milletimiz olduğu, ülkemizin geleceği olduğu aşikârdır.

Kaybedenin anneler olduğu, babalar olduğu aşikârdır.

Bu meselenin kalıcı olarak çözümü, huzur ve emniyet zemininin tesisi, kardeşlik ikliminin yeniden pekiştirilmesi için biz bu çalışmayı sürdürüyoruz, sürdüreceğiz.

Şunu açıklıkla ifade etmek durumundayım: Kürt vatandaşlarımızın sorununu üreten siyasi zihniyeti, sorunu bu hale getiren politik yaklaşımı bizim sahiplenmemiz, paylaşmamız, sürdürmemiz mümkün değildir.

Bizim dünya görüşümüz, siyaset felsefemiz, böyle bir sorunu üretmeyi de, böyle bir sorunu çözümsüzlüğe mahkum etmeyi de, böyle bir soruna gözümüzü yummayı da normal göremez.

Sorunun devam etmesine, çözümün akamete uğramasına çanak tutan anlayışlar, yaşanan acıların vebaline de ortak olurlar.

Sorunu bu hale getiren anlayışlardan medet beklemiyoruz, ama diyoruz ki, gölge etmeyin, engel olmayın, bu kardeşlik projesine, bu barış ve bütünleşme projesine, bu milli birlik bütünlük projesine kapılarınızı kapatmayın diyoruz. Yaptığımız bu.

Gelin bu çalışmayı hep birlikte şekillendirelim.

Türkiye’nin her köşesinde, bu meselenin çözümü için samimi şekilde bir yeni sürecin başlatıldığına dair umutlar oluşmuş durumdadır.

Elbette istismar mekanizmaları çalışacaktır...

Elbette, çözümsüzlükten beslenenler süreci çarpıtmak için ellerinden geleni yapacaklardır.

Elbette, bağımsızlık gibi, milli birlik ve bütünlük gibi, sadakat gibi kavramları dillerine dolayanlar, bu hepimizce kutsal sayılan kavramları siyasi hırslarına alet edenler çıkacaktır.

Şunu da bütün samimiyetimle, bütün kalbimle, bütün yüreğimle ifade ediyorum: Sürecin siyasi riski, siyasi getirisi ve götürüsü her ne olursa olsun, bizim, bu meseleyi, Türkiye’nin çıkarına, 71 buçuk milyon vatandaşımızın çıkarına, geleceğimiz adına çözmekten başka bir gayemiz yoktur, olamaz. Biz artık Botan Çayı’nda serinlemek, Zap Suyu gibi coşmak, Dicle, Fırat, Murat gibi barışa, kardeşliğe akmak istiyoruz. Derdimiz bu.

İstiyoruz ki Munzur Dağlarında hep birlikte kardelenler toplayalım. Cudi Dağı’ndan yediverenler, Ağrı Dağı’ndan çiğdemler dermek istiyoruz. Ülkemin 7 coğrafyasından derilmiş çiçekleri, ülkemin annelerine, o tertemiz yüreklere vermek istiyoruz.

Türkiye’ye yeni ufuklar açmak, Türkiye’yi şaha kaldırmak, Türkiye’yi artık kabına sığmaz, tutulamaz, güçlü bir ülke olma yolunda zaptedilemez hale getirmek istiyoruz.

Bunun mümkün olduğuna inanıyoruz. Çünkü bunu 7 yılda gördük. Nereden nereye geldiğimiz ortada.

Bedeli her ne olursa olsun, bunu başaracağız. Hep birlikte başaracağız. Burada olanlarla olmayanlarla birlikte başaracağız.

Bu kardeşlik projesini, bu bütünleşme projesini, bu Türkiye’yi ayağa kaldırma projesini hep birlikte başaracağız.”

DİĞER YENİ YAZILAR