Faşizan söylem CHP’lininki mi, BDP’lininki mi?

Haberin Devamı

Önce CHP Milletvekili Birgül Ayman Güler’in “Türk ulusuyla Kürt milliyetçiliği aynı değildir” sözünü tüm partiye mal ederek ve TV’lerden “aslında CHP’liler onu özellikle kürsüye çıkardılar, ne diyeceğini biliyorlardı” türünden açıklamalarla destekleyerek CHP’yi “ırkçılıkla, faşizanlıkla” suçladılar.

Sonra BDP’li Sırrı Sakık çıkıp CHP’ye “geçmişte partinin yaptıklarından dolayı özür dileyeceksiniz” derken “Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz” sözleriyle ırkçılığın, ayırımcılığın, faşizanlığın alasını yaptı, bu kez ona yüklendiler. Haydi bırakalım BDP’nin zaten her fırsatta “biz kardeş değiliz”, “barıştan değil isteklerimizin karşılanmasından söz edin”, “Siz Türkler’in kanlı bir geçmişi var, soykırımcısınız” benzeri laflar etmesini, bebekleri öldürecek kadar kinle-düşmanlıkla saldıran PKK’yla birlik olmasını, Sırrı Sakık diğer kökenlerden gelen tüm vatandaşları da vatandaşlıktan çıkarmaktaydı.. Sonunda kendisi de çok ileri gittiğini fark ederek özür diledi.

Ama özür ketçap değil tabii, her olayı kapatamaz, tekrarlanacak sözleri kapatması daha da zordur, neyse.. Kapattı diyelim. Acaba Birgül Ayman’ın sözü gerçekten ırkçı bir söz müydü, yoksa bilimsel bir gerçekten söz ederken, şu andaki konjonktür (Öcalan’la görüşmeler) nedeniyle hemen yanlış yorumlanarak kıyamet mi koparıldı? Son günlerdeki bu “ırkçılık” üzerine gelişmeleri ülkenin en güvenilir ve uluslar arası hukuk konusunda uzman bir ismine, Doçent Dr. Ekrem Ali Akartürk’e sordum, başkanlık sistemiyle ilgili sorularımı cevaplarken bunu da açıkladı. (Başkanlık konusunu yine yazacağım.)

TÜRKLÜK ULUSAL KİMLİKTİR!

Bu konuda doğru bir açıklamayı da Deniz Baykal yapmış, onu birçok konuda eleştiriyorum ama burada siyasi deneyimiyle gerçeği yakalamış. Akartürk’le aynı noktaya değiniyor ve “Ulusal kimlikle etnik kimliği vuruşturmak yanlıştır” diyor. Mesele tam da bu.

Ekrem Ali Akartürk şöyle açıkladı; “Türklük bir etnisite değildir, bir etnik kimliği ifade etmez. Türkiye hali hazırda ‘tek bir ulus, tek bir halk’ temeline dayanan bir ulus devlettir, 1923’te üniter devlet olarak böyle kurulmuştur.. ‘Türk ulusu’ bu devlet içindeki geçmişi, bugünü, herkesi kapsayan sosyal ve soyut bir kavramdır, bununla vatandaşlık bağından söz edilmektedir.

Oysa ‘Kürt’ kavramı bir etnisiteyi ifade eder ve Kürtler bir ulus değildir, devlet kurmuş değillerdir. Aynı şey İspanya’da Basklar, Katalanlar için geçerlidir, onlar da ulus içinde ‘alt kimlik’tir, özerklik de olsa bu durum değişmez. Örneğin; İtalya’da Korsika için de aynı durum söz konusudur, Korsika İtalyan ulusuna dahildir. Bunu ‘Cezayir asıllı Fransız şarkıcı’ tanımıyla anlatmak mümkün, bu tartışma bir ‘orijin, köken’ tartışmasıdır, ‘ulus’ dediğinizde ise tüm kökenleri içeren bir tanımla, doğal olarak bir etnik kökeni eşit tutamazsınız, mesele budur.”

TARİHİ KARIŞTIRARAK..

Demek ki o söz bu kadar kıyamet koparılacak şekilde ırkçılık anlamına da gelmiyor, en azından “ulus devlet” yapısı değişmediği sürece gelmiyor..

Ana Muhalefet Partisi her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de çok önemlidir, demokrasinin “çok seslilik, eleştiri, hataları vurgulama” gerekliliğini sağlayacak en önemli kurumdur muhalefet.. Oysa Türkiye’de özellikle seçim öncelerinde CHP’yi yıpratmak için herşey yapılıyor, genellikle de bugün yerine Cumhuriyetin kuruluş yıllarına dönüp “partiniz şunu dedi, bunu yaptı haydi özür dileyin, siz de zaten öylesiniz” benzeri laflarla sürekli saldırıya geçiliyor.

Geçen akşam yine malum kişiler oturmuş ekranda “Kur’anın Türkçe okunmasından, Esad Bozkurt’un din anlayışına” kadar ne bulurlarsa kafalarına göre takılıyor, “ama CHP de özeleştiri yapsın, herşey iyi gibi davranmasın, biz bu yoldan döndük desin” diye döktürüyorlardı. Karşılarında bu partinin genel başkanlığını yapmış, yılların deneyimine sahip gazeteci susup gülümseyerek huşu içinde öylece bakınca “Medeni Kanun’a kadar” yalan yanlış kaptırıp gittiler. (Medeni Kanun’dan önce Mecelle’de neler olduğu konusunda söyleyecek hiçbir şeyi yoktu eski genel başkanın demek ki..)

Onun için “bugün söylenenler” de en az 50-60 yıl sürdürülecektir, bari doğru açıklaması bilinsin.

*****


Yargı hükümete karışabilir mi?

Dün Başbakan Erdoğan’ın son katıldığı TV programındaki konuşmasını konu almıştım, devam ediyorum..

Başbakan’ın “kuvvetler ayrılığı prensibi”ne değindiği ve Türkiye’de “yasama-yürütme-yargı olarak birbirinin alanına girmeye çok müsait olduğunu, Sezer döneminde yargıyı diğer erklerin üstüne çıkaran bir Meclis konuşması olduğunu, bunun eleştirildiğini, çünkü üç erkten hiçbirinin diğerinden üstün olmadığını” söylediği bölüm önemli..

Evet, bu üç erk eşit görünüyor ve lakin burada söz edilen “bir iş bölümü” değil.. Örneğin yasaları yapmak “yasama”nın görevidir, ama yüksek yargının örneğin Anayasa Mahkemesi’nin “yasaları, dolayısıyla yasamayı denetleme” görevi var. Bu nedenle de, her ne kadar alanları ayrı ise de bir anlamda “yasamaya müdahale” tam da onun işi.. Yani Erdoğan’ın örnek olarak gösterdiği Meclis konuşmasında söz edilen “diğer erklerin üstüne çıkarma” meselesi budur.

Ama iktidar partilerinin bundan rahatsız değil memnun olmaları gerekir, zira yaşanan örnekler “sınırlandırılmayan, denetlenmeyen iktidarın kötüye kullanılabileceğini” açıkça göstermiştir ve anayasa mahkemeleri de bu nedenle, Hitler örneğinin arkasından kurulmuştur.

TEK EL OLUNCA..

Özellikle son dönemde yasama ile yürütme yani Hükümet ile Meclis “iktidar partisinin Meclis çoğunluğuna ve Cumhurbaşkanlığına” da sahip olması nedeniyle birbiriyle iç içe gibi çalıştı.. Referandumdan sonra Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu başta olmak üzere üst mahkeme üyeleri de iktidar tarafından değiştirildiği için “yargı” da bağımsız kalamayınca Başbakan’ın vurgusu gerçek oldu; “birbirlerinin alanına girmeye çok müsait” hale geldiler.

Aslında bütün gücün zaten hali hazırda, başkanlık sistemi gelmeden de “tek el”de toplanmış olması durumu olmasa hükümetle Meclis de birbirinden bağımsız, etki altında kalmadan kararlar verebilir. Bizde bırakın bunu, tek el durumundan dolayı muhalefet partileri yokmuş veya “hiçbir hakları yokmuş gibi” davranılıyor, onlar sürekli susturuluyor. Adeta “monarşi” durumundayız.

Bir de başkanlık sistemi getirilirse ne olur hep birlikte göreceğiz, çünkü her ne kadar “Türkiye sistemine uymayacağı” tüm detaylarıyla açıklansa da mutlaka gerçekleştirilecek gibi görünüyor!

DİĞER YENİ YAZILAR