Pardon, hangi barıştan söz etmekteydiniz?

Haberin Devamı

Güneydoğu karmakarışık, Şemdinli ve çevresinde, Tunceli’de PKK resmen “bağımsız bölge” uygulamalarına başlamış, asker, işçi, milletvekili kaçırmalar, yol kesmeler sıradan olaya dönüşmüş ve birileri hala “onlar aslında barış ve kardeşlik mesajı veriyor, anlamayanlar var” nakaratını tekrarlayıp durmakta.. Onlar mı çok romantik ve iyimser, biz mi aşırı gerçekçiyiz belli değil..

PKK’nın 15 Ağustos 1984’te başladığı kanlı saldırılarının 28’inci yıldönümü BDP milletvekillerinin de katılıp halay çekmesiyle kutlanmış. Şırnak-Cizre’de gösteri yapanlar polise ses bombaları ile saldırıda bulunmuş. Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde “Köylere Hizmet Götürme Birliği Başkanı” Ubeydullah Sancar PKK tarafından kaçırılmış (Kürt halkının temsilcisi olduğunu iddia eden PKK köylere hizmete karşı demek ki..) PKK bu kez de “Şemdinli çevresinde olanları izlemeye giden” BDP milletvekillerinin 50 araçlık konvoyunun önünü kesmiş ve “Burada ciddi savaş var, bu görülmeli, duyurulmalı” demiş. Gazetecilere de “çekin, herkes duysun” denmiş vs vs.. Fotoğraflarda BDP’liler bu “yol kesme” eyleminden hiç rahatsız görünmüyorlar, tam aksine pek eğleniyor gibi gülmekteler..

‘DEVRİMCİ HALK SAVAŞI’

Kısacası öyle bir tablo ki “at izi, it izine karıştı” sözü adeta bunun için söylenmiş, her şey karmakarışık.. Net olan bir şey var ama; CHP Miletvekili Hüseyin Aygün’ü kaçıran PKK’lılar ile Kandil’deki elebaşılardan Bahoz Erdal’ın konuşmaları.. İstihbarat birimleri konuşmaların şifrelerini çözmüş, Kandil şöyle diyor; “Artık yeni bir hamle süreci başlıyor. Zafere ulaşma ve Kürt özgürlük hareketinin en önemli aşaması olan ‘Devrimci Halk Savaşı’nı başlatıyoruz. Bu süreçte tüm birimler eylem yapmada kendi inisiyatifini kullanabilir”.. Ve mesajda “özellikle örgütün Tunceli ve Ovacık’ta daha etkin olmasının istendiği” de var..

Yani efendim, kim ne derse desin, hangi süslü lafların arkasına saklanırsa saklansın PKK “Türk devletiyle resmen savaşa girdiğini” söylüyor ve bunun adını koyuyor. Zaten son üç haftadır Hakkari’nin ilçeleri ileTunceli’de olanlar da, artık kanlı saldırıların yıldönümlerinin alenen şehirlerde yapılması da açıkça bu savaşı ortaya koyuyor.

FAŞİZAN BASKI

Hüseyin Aygün Savcılığa giderek kendisini kaçıranlardan şikayetçi olmuş ama onları “Kandil ve Öcalan’dan farklı gördüğünü” açıklamış. Şimdi daha önceki sözleri anlaşılır hale geldi ama öte yanda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun kendisine arka çıkmasıyla ilgili olarak söylediği “İyi oldu, CHP nasıl bir yolda yürüyeceğini, ulusalcı, kafatasçı kişilerle, onların yapacağı eleştirilerle bir yol yürünmeyeceği görülmüş oldu” sözleri son derece anlamsız, yanlış ve aslında gayet faşizan bir baskı..

CHP “özgürlükçü” bir parti ise, milletvekilleri parti içinde ve dışındaki her eleştiriye saygı göstermek zorundadır. Herkes Aygün’ün söylediklerine katılmak zorunda filan değil, hele de böyle “kimin doğru söylediği” anlaşılmayan bir ortamda.. CHP’ye bu konuda mesaj gönderenlerin “sadece Aygün’ü destekleyen kısmına” mı itibar edecekler örneğin? Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır?

PKK’nın Kandil’den verilen mesajında “barış ve kardeşlik” değil, daha çok savaş var.. Bence tüm partiler ve siyasetçiler laf yarıştırmaya son verip derhal halkın ve askerlerin güvenliğine yoğunlaşmaları gerekiyor.

*****


Bırakın da akıllarını korusunlar!

Perşembe günü başladığım “Özel yetkili kabusu” başlıklı yazıma dün devam ettim, bugün son bölümünü okuyacaksınız. Bu yazılarda “özel yetki” verilmiş bu mahkemelerin verdiği “MİT mensuplarıyla ilgili karara” Başbakan Erdoğan’ın karşı çıkarak özel yasa ile kararı geçersiz kılmasına, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “nerede duracaklarını bilmiyorlar, önlerine geleni içeri tıkıyorlar”, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in “Yargı bağımsızdır ama sorumsuz değildir” demesine ve artık herkesin sabrı tükenmesine rağmen hala orada durduklarından söz etmiştim.

BULUNAMAYAN DELİLLER!

Bitmez tükenmez, aylar yıllar boyu sürmesine rağmen nedense hala “mahkum edecek deliller”in bulunamadığı bu soruşturmalar nedeniyle cezaevinde hayatını kaybeden insanlar olduğunu yazmış ve mahkemenin OdaTV davasında da (Balyoz’da olduğu gibi) iddiaları çürüten bilirkişi raporlarını hiç dikkate almamasını vurgulamıştım.

Soner Yalçın yine nefes almadan okunacak kadar ilgi çekici olan ve olayları detaylı şekilde anlatan son kitabı Samizdat’ta ancak “haftada bir 10 dakika telefonla görüşme, ayda iki kez kapalı spor salonunda 45 dakika spor yapma ve ayda bir kez ‘açık görüş’ hakları olduğunu” yazmış. Sanki tutukluların her biri bir “Öcalan”, kaldı ki ona bile çok daha fazla imkan tanınmıştır ve zaten İmralı’da olduğu dahi şüpheli deniyor.. Oysa bu insanların hepsi “iddialara dayanarak tutuklu”, hiçbiri “mahkum” edilmiş, bir suçtan hüküm giymiş, herhangi bir terör eylemiyle ilişkisi görülmüş değil.

Haydi yıllar boyu “hukuk dışı” şekilde onların özgürlüğünü alıyor, mahkum hayatı yaşatıyorsunuz ama hiç değilse “ayda değil haftada iki kez spor” yapma veya iki haftada bir “açık görüş” hakkı vermemenizin sebebi nedir? Böylesi bir haksızlığa uğramış olmalarının yanında bir de “akıl sağlıklarını koruma imkanı” bile tanımamak hangi hukukta yer alıyor acaba?

Yine bayram geliyor.. Şehit aileleri için olmadığı gibi “tutuklu”lar ve aileleri için de değil, dışarıda ve sorunsuz olanlara geliyor.. Özel yetkili mahkemelerin tutukladığı insanlar ve dahi (milli irade nin oylarıyla) milletvekili seçilmiş olanlar MİT mensupları gibi “özel kanun” çıkarılacak kadar şanslı değiller, o milletvekillerinin çıkarılması için de iktidar partisi milletvekilleri nedense MİT’çilere olduğu şekilde olumlu yaklaşım göstermediler. Geriye fazla seçenek kalmıyor, Bülent Arınç ve Cemil Çiçek’in eğer tepkilerinde samimi iseler- verdikleri ÖYM tepkisini artık “Adalet Bakanı” ile de konuşmaları çok iyi olacak..Bunu yapmak için de birkaç ay daha beklememeleri gerekiyor, zaman Silivri’nin susuz ve daracık hücrelerinde “özgür insanlarınki kadar” çabuk ve kolay geçmiyordur zira!

SAYGI DUYUYORUM

Bu arada, gerek Soner Yalçın’ın kitabını ve içerde yazılmış diğer kitapları okurken, gerek sivil-asker diğer tutukluların sessiz sabrını izlerken ve gerekse gittiğim “gazeteci duruşmaları”nda gösterdikleri metanete ve onurlu duruşlarına büyük saygı duyduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Karşılaştıkları dev haksızlığı bu şekilde, adeta “vatan görevi” sayarak karşılayabilmeleri inanılmaz bir başarı.. Helal olsun!

DİĞER YENİ YAZILAR