Türkiye’de süren en önemli tartışma!

Haberin Devamı

Şu an için görünürdeki en önemli tartışma “4+4+4” formülüyle 4’er yıllık “kesintili” bölümlere ayrılmak istenen eğitim zorunlu eğitim konusudur, daha ötesi yok.. Anayasa değişikliği kadar hayati , “her ailenin, yetişecek her gencin” geleceğini ilgilendiren bir konuda ne vatandaşın, ne sivil toplum kuruluşlarının, ne Meclis’teki muhalefet partilerinin görüşü alınmadan yapılmış bir yasa teklifi var ortada.. 8 yıllık kesintisiz eğitimi ortadan kaldıracak, çocukları ilk 4 yıldan sonra “mesleki eğitim” adı altında okuldan koparacak, ayrıca “eğitime başlama yaşını 6’dan 5’e çekecek” bir yasa isteniyor.

Haydi bu yasa düşünülürken ve teklif damdan düşer gibi verilmeden önce “eğitimciler dahil” kimsenin görüşü alınmadı, zaten aslında böylesine önemli bir konuda uzun uzadıya tartışılarak, uzlaşılarak “teklif” yerine bir “tasarı” hazırlanmalıydı, bu yapılmadı ama teklif de mi hiç konuşulmayacak yani? Bundan sonra Türkiye’de en önemli yasalar bu yöntemle mi yapılacak, bu mudur anlatılmak ve kabul ettirilmek istenen?

PARTİ OLMASI GEREKMEZ!

TÜSİAD görüş bildirdiği için günlerdir tabir yerindeyse “zılgıt” yiyor.. Son olarak AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik aldı sazı eline ve “Geçmişte elinde silah olanlar hükümetlere baskı yapmaya kalkıyordu, bugün cebinde para olanlar yapıyor. TÜSİAD’a şunu söylüyoruz; sivil toplum örgütüysen onun gibi davran, siyasi partiysen partinin adını koy çık karşımıza.. Ayrıca, TÜSİAD 28 Şubat sürecinde ne yaptı” dedi (konuşması da “TÜSİAD’a meydan okudu” başlıklarıyla verildi).. Başbakan ’ın söylediklerini çok hatırlatıyor ama biz bu “partiysen adını koy, çık karşımıza” sözlerini şüphesiz daha önce duyduk, yine bir eleştiri sırasında başkalarına, belki yine TÜSİAD’a söylendi aynısı..

Bu durumda Ömer Çelik ’in şu soruyu cevaplaması gerekir; TÜSİAD bu tepkiyi, meydan okumaları hak edecek ne yaptı? “Sivil toplum örgütü” olduğunu söylediğinde nasıl hareket etmesi isteniyor? Bir sivil toplum örgütü “ülkenin geleceği konusunda atılan en önemli adımlar”da konuşmayacak, toplum adına öncülük edip katkıda bulunmayacaksa adı neden “sivil toplum kuruluşu” olsun? Demokratik ve çoğulcu yönetimlerde bir kuruluş görüş açıkladığında hükümetlerin ona “partiysen çık karşımıza” demesinin dünya üzerinde bir başka örneği, tek bir kez bile görülmüş müdür? 28 Şubat açıklamasını kaç kez tekrarlamalılar?

KIRPIK EĞİTİM VE ÇELİŞKİLER!

Tekrarlayayım, TÜSİAD “kesintisiz” eğitimi “kesintili”ye, hem de kırpık kırpık bir kesintiye dönüştürecek yasayı eleştiride yalnız değildi, onlarca sivil toplum kuruluşu aynı anda basın bildirileriyle, eğitimciler açılamalarıyla tepkilerini gösterdiler, Batı ülkelerinde “kesintisiz eğitim”in nasıl olduğu örnekleri de ortaya kondu..Yani, her konuda olduğu gibi bu konudaki eleştirileri bile getirip “ideoloji”ye filan bağlamak, işin kolayına, popülizme kaçmaktan başka bir şey değildir.

Dün “Özel Okullar Birliği Başkanı Cem Gülan”ın “Bu teklifin geri çekilmesi gerekir. Yasa çıkarsa okulların kapasitesinin çok üstünde öğrenci okula başlayacağı gibi, başlama yaşının 1 yıl öne çekilmesinin altından ne özel okullar, ne devlet kalkabilir, facia olur” dediği açıklaması nı da duyduk. Sadece bu açıklama bile “eğitimcilerin görüşü alınmadan böylesine önemli bir adımın atılamayacağını” göstermiyor mu? “Zenginler hükümetlere baskı yapıyor” derken, “hükümetlerin tek başına millete baskı yapması, tek başıma canımın istediğini yaparım demesi” çelişkinin ta kendisi değil midir?

Mesela “seçkin” veya “zengin” bu ülkenin vatandaşı sayılmaz mı, onlar “doğru”ları açıkladığında kulak verilmeyecek mi, milli irade dediğiniz şey sadece yoksullar veya orta sınıf mıdır? Hükümet üyelerinin çoğu da “zenginler” sınıfında değil mi artık?

ANAYASA İÇİN GÖRÜŞ İSTEMEK..

Bir büyük çelişki de “yeni anayasa” hazırlığı sürecinde var. Anayasalar vatandaşların hayatının her alanını, demokratik, sosyal ve hukuki hakların sınırlarını belirleyen yasalardır ve bu süreçte başta ülke ekonomisine büyük katkı sağlayan TÜSİAD olmak üzere “sivil toplum kuruluşlarından görüş, katılım” istendi. Bütün demokratik ülkelerde de bu yapılmaktadır, aksi düşünülemez.

O zaman, “anayasa için görüş isteniyor da, anayasa kadar önemli bir yasa için neden bu tepki gösteriliyor” sorusu ve çelişkisi çıkıyor ortaya.. Bundan daha akıl dışı bir çelişkiyi yaratmak da anlamsızdır değil mi?

HER KÖŞEDEN ‘BASKI’ TEPKİLERİ!

Yazıya “Türkiye’deki en önemli tartışma” diye başlayarak “eğitim” konusuna geçmiştim ama şu anda Türkiye’de aynı derecede önemli bir başka tartışma sürüyor; “siyasi baskıların artık gizlenemeyecek kadar artması”na dair tartışma. Medyanın ilk günden bu yana “iktidara yakın” duran, sanki basının görevi iktidarların her eylemini pohpohlamak mış gibi bunu yapan ve yaptığını da “size her zaman destek verdik” diye açıkça söyleyen kesimi de artık “siyasi baskılar”ı, aba altından sopa göstermeleri, “her eleştirenin bir şekilde zarara uğratılması”nı açıkça söylüyor.

Medyanın her kesiminden yükselen tepkilerin yanında sanatçılar da giderek artan bir şekilde baskıyı dile getirmeye başladı.. Özgür medyası ve özgür sanatçıları olmayan bir ülke “özgür ve demokratik” olduğunu hiç iddia edemez. İş adamından sivil toplum kuruluşuna kadar herkes baskı hissediyorsa yine edemez.. Bu tepkilere kulak verme zamanı çoktan gelmiş de geçiyor demektir.

Bu arada, yıllardır bu gidişe çanak tuttuktan sonra medyanın geldiği hale bakıp bakıp “medya da toparlanmalı, iktidar baskısına girdi” diyenlerin güldürdüğünü de söylemeden geçemeyeceğim.

*****


Pozantı Cezaevi’nde olanlar!

Tecavüz olaylarıyla gündeme gelen Pozantı Çocuk Cezaevi’nin kapatılıp çocukların Ankara’ya nakledilmesine karar verilmiş. Ve bu olayın arkasından yeni açılacak çocuk cezaevlerindeki “mükemmel şartlar”dan söz ediliyor.

Yine bir “ortaçağ” olayı söz konusu olan.. Pozantı’da çocuk hükümlülere sadece koğuş arkadaşları tarafından değil, görevliler tarafından da tecavüz edildiğini, şikayetlere rağmen buna göz yumulduğunu, hatta “bunlar terörist” denerek teşvik edildiğini oradan çıkan çocuklar açıkladılar.. Tecavüze uğrayan bir çocuk açıkça anlattı da..Bu durumda Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in “Şartların iyi olmadığını gizlemedik” demesi yeterli olabilir mi? Çocuk mahkumları taşıyıp, cezaevini kapatmak yeterli olabilir mi?

Bu çocukların şikayetleri zamanında neden değerlendirilmedi, çocuk cezaevleri neden yeterince denetlenmedi, suçlular neden en ağır şekilde cezalandırılıp geriye kalanların güvenliği sağlanmadı? Bütün bu dehşet haberlerini duymaktan herkesin psikolojisi bozuldu, bakanlıkların görevi nedir Allah aşkına?

DİĞER YENİ YAZILAR