12 Eylül ve 27 Nisan suç mu, değil mi?

Haberin Devamı

Dün 12 Eylül’ün yıldönümünde, darbe birçok ilde halkın protesto gösterileriyle lanetlendi, “sorumlularının rütbelerinin sökülmesi, maaşlarının kesilmesi, yargılanmaları” istendi ama referandum öncesinde bu söylemi gururla tekrarlayıp duranlardan tek bir açıklama veya o “darbeler mahkum edilecek” sözünü duymadık. “Kenan Evren ile Yaşar Büyükanıt’ın yaptıkları suç muydu, değil miydi” şimdi artık daha da büyük bir halk çoğunluğu bu sorunun yargı tarafından cevaplanmasını bekliyor. Hem hükümetin israrla vermiş olduğu sözlerin tutulması açısından.. Hem de “şu kişi sana telefon etmiş (karşıdakinin ne cevap verdiği belli değil, birinin araması yetiyor), sen bu kişiyi tanıyormuşsun, şu sitede yazarak veya bu romanı yazarak seçim öncesi toplumu yönlendirmeyi hedeflemişsin, öyleyse darbe yapmak isteyen örgüte yardım etmişsin” benzeri suçlamalarla 15-20 yıla kadar (bazıları daha fazla) hapsi istenen insanların durumuyla bir karşılaştırma yapabilmek için..

TATİLE ÇIKIYOR AMA..

Örneğin yıllardır rahatça tatile çıkıp Marmaris’ten Bodrum’a kadar gezerek keyf çatabilen kesin darbeci Evren’e neden “evinde özel soruşturma” yapılıyor? Neden açık ve net bir darbenin mahkum edilmesi bu kadar uzun zaman alıyor ve o arada kendisine (aynı şekilde muhtıracıya) ev hapsi verilmiyor? Darbenin, muhtıranın mazereti olur mu? Öte yanda “kesin bir suçu görülmeyen gazeteciye, milletvekiline iddialarla yıllar boyu cezaevinde duruşma bekletmek”, ölüm döşeğindeki eşinden-anasından bile ayırmak kabul edilebilir mi?

İnsanların ve ailelerinin hayatından ayları-yılları alabilmek bu kadar kolay olmamalı.. Dün de yazdığım gibi “adalette denge bulunması” bir ülkenin, eğer bir “hukuk devleti” ise o devletin vatandaşlarının bir numaralı hakkıdır. Yargının manşetteki soruyu cevaplaması; aynı şekilde “tarihin de ne yazacağını bilmesi” açısından bir görevdir.

Düşünün; TARİH bile hâlâ öğrenemedi!

*****


Polemik ‘satranç’ gibidir!

Köşe yazarları veya diğer meslek sahipleri arasındaki polemikler “satranç” gibidir veya “doğruyla yanlışın ayrılacağı bir münazara” gibidir hiç şüphesiz.. Bir nevi “zeka oyunu”.. İki tarafta da gerekli dikkat/zeka varsa ve kaliteli götürmeye özen gösterilirse tadına doyum olmaz. Kaliteyi şaşırdın mı veya polemiği “karşındakine hakaret” zannettin mi o dakika keyfi kaçar, muhatabın da polemiği bırakıp “hak ettiğin cevabı vermeye” yönelir.

Ben de yukardaki nedenlerle ancak “aynı kaliteyi koruyacağını düşündüğüm, aklına zekasına güvendiğim” insanlarla polemiğe girerim, böyle yapmadığınızda “yıllarca siyaset yazmış bir yazar bile” kaçmak için birdenbire belden aşağı vurmaya, konuyla alakası olmayan yerlere sapmaya başlayabiliyor. Bu özelliklere sahip olmadığı halde “bir şekilde saygısızlık” yapanlara zorunlu olarak verilen cevaplar ise polemik sayılmaz.

BU YAZIDA ESPRİLER İYİ..

Başa dönelim; polemik satranç gibidir, “bir taş oynatacaksan karşındakinin buna karşılık hangi taşı oynatabileceğini” de hesaplaman gerekir. Bir süredir “sanatçı ve sanat olayı yıpratma” konulu bir tartışma sürdürdüğümüz arkadaşımız; “Cümlenin sonundaki ‘gülen surat’ düşmüş ama ben onun yine de yazdığımın espri olduğunu anlayacak kadar espri anlayışına sahip olduğunu düşünmüştüm” dememe pek içerlemiş belli.. Herşeye, herkesten daha fazla sahip olması gerektiği için (espri anlayışı dahil) yine kaleme sarılarak “Gülücük işareti” başlıklı bir yazı yazmış.

Diyor ki; “Telefon mesajları filan neyse de herhangi bir gazetede köşe yazan bir yazar (pardon yine bir “vaaay” çekeceğim), yazdığı cümlenin sonuna ‘gülen surat’ iliştirme gereği duyuyorsa.. Bilin ki o yazar ifadesinin gücüne, ironisinin sağlamlığına, esprisinin yerindeliğine güvenemiyordur. Böyle bir yazarın biraz daha fırın dolaşması (ara veriyorum burada da kahkaha tuttu, bak bu espriyi beğendim) ve biraz daha ekmek yemesi şarttır”.. Böyle yazmış ama parantez içindekiler bana ait.

YA KARŞISINDAKİNE GÜVENMİYORSA?

Şimdi satranca devam, sıra bende.. Ya bu “herhangi bir gazetede yazan yazar” kendi ifade gücüne, ironi, espri vs yerindeliğine güveniyor ama “karşısındakinin espri anlayışı”na tam güvenemiyorsa?

Garantiye almak, hatta o yazıda yaptığı gibi kırıcı olmamak için “gülen surat” koyuyorsa? Nitekim haksız da değilmiş (senin bu tepkiyi vereceğin ihtimalini düşük tutmasına rağmen), yazı sisteme geçerken “gülen surat silinince” ne olduğunu gördük. “Uykusu kaçsın diye” gibi basit bir espriye karşılık; “ O kadar da abartmayalım. Daha senin ‘uyku kaçıracak yazar olmak için’ bir fırın ekmek..” diye başladın. Hâlâ da fırın olayına devam ediyorsun.

Ama yazılarındaki espri durumu giderek gelişiyor, bence “ekmek yerine pasta” bile yenebilir, yerken Marie Antoinette’i anmayı da unutma!

*****


‘Hayvan Hakları Günü’ yaklaşıyor ama..

4 Ekim “Dünya Hayvan Hakları Günü” ve ben de Türkiye Veteriner Hekimler Derneği tarafından o hafta içinde yapılacak bir panelde konuşmak üzere davet edilmiş bulunuyorum. Aynı tarihte çok önceden verilmiş başka bir sözüm olmasına rağmen bu panele katılmayı ve o konuşmayı yapmayı çok istiyorum.

Bunun bir nedeni artık veteriner doktorların değerini, “konuşup derdini anlatamayan ve çoğu ‘insanların acımasızlığı-dikkatsizliği-umursamazlığı sonunda’ zarar görmüş, acı çeken, yardıma muhtaç hayvanların hayatını kurtararak” ne kadar önemli bir iş yaptıklarını son bir yıl içinde yaşadıklarımdan sonra çok daha iyi anlamış olmam.. Gerçekten “kendisi de anne olan bazı kadınların bile yeni doğurmuş hayvanlara olan nefreti, şiddeti” inanılmaz.

Diğer nedeni ise; yapacağım konuşma ile onları toplu şekilde harekete geçirip “Türkiye çapında bir koruma-kısırlaştırma kampanyası”na katılmaya ikna etmeye çalışacak olmam..

BELEDİYELER, ÇEVRE BAKANLIĞI VE VETERİNERLER..

Aynı şekilde bazı İstanbul Rotary Klüpleri “sokak hayvanlarını kurtarma” konusunda bir çalışma başlatmak istediklerini bildirerek onlar için bir konuşma yapmamı istediler, Türkiye’deki ilgisizliğe bakınca “başlatılacak her çalışmanın, her emeğin önemi” açıkça ortadadır. Keşke herkes bir damlacık emek ayırabilse..

Sokaklarda kontrolsüz şekilde çoğalan ve isteseler “bu kontrole yardımcı olabilecek” insanların çoğundan en ufak bir ilgi görmeyen, tam aksine “şiddet”le karşılaşıp haksız şekilde incinen hayvanların kurtarılması için bir umut bu gelişmeler, biliyorum. Ama her şeyden önce belediyelerin bu kampanyayı benimsemesi ve çözüm başlatması gerekiyor. Sonra Çevre Bakanlığı’nın “belediyelerin hayvanların korunması ve bakımını sağlamak için istediği araziler”in tahsisini vermekte yardımcı olması gerekiyor.

Ve bir de “belediyelerin veterinerlerle anlaşarak sokak hayvanlarının kısırlaştırılmasını ortaklaşa sağlamaları” gerekiyor. İyi yürekli, sahipsiz hayvanları korumaya uğraşan hayvan sever gönüllü sayısı az değil. Böyle toplu bir iyi niyet ve hareket ortaya çıktığında ve “hayvan sevmezler”in bencil tepkileri önlendiğinde hep beraber binlerce hayvanı sokaklarda perişan ölmekten, sakat kalıp sürünmekten kurtarabiliriz.

Biliyorum, kadınlara, çocuklara, birbirine zarar vermekten çekinmeyenlerin de çok olduğu bir toplumda bu konu “umursamazlık duygusu” yaratıyor ama buna izin vermeyin, inanın bana sokak hayvanlarının çektiklerini ve çaresizliğini görseniz siz de bu harekete gönüllü katılırsınız. En iyisi ben size anlatmaya devam edeyim. Yarına..

DİĞER YENİ YAZILAR