Bu kez de Batı’yı örnek alsanız?

Haberin Devamı

Bizim siyasetçiler çoğu kez Batı ülkelerini örnek gösterirler ki örneğin referandumda “arada hiçbir benzerlik olmamasına, O ülkelerde ciddi kararların parlamento nitelikli çoğunluğu ile alınmasına, mahkemelerin hele de yüksek mahkeme üyelerinin tek bir parti tarafından seçilmesine asla izin verilmemesine, milletvekillerini de liderler seçmediği için özgür olmalarına” rağmen Fransa’yı, AB’yi örnek gösterdiler. Başkanlık sistemi tartışmalarında yine hiçbir benzerlik olmamasına rağmen ABD örnek gösteriliyor.

SÖZLE ŞİDDETİN ALASI!

Aslında eğer dürüstçe yapılsa elbette “gerçek demokrasileri, gerçek hukuk devletlerini” örnek almak iyidir ama dediğim gibi dürüst olmak şartıyla, gerçek dışı benzetmeler yapmamak şartıyla. Şimdi bizde seçim öncesi olup bitenlere bakalım; liderler birbirlerine ağzına geleni söylüyor, her tür hakaret gırla gidiyor, şiddetle başa çıkılamayan ülkede sözel şiddetin alası seçim konuşmalarında ortaya çıkıyor.

Batı ülkelerinde de liderler rakipleriyle mücadele ederler ama hakaretle değil, ellerinde somut, haklı olaylar varsa onları dile getirerek.. Batıda “seçim sürecini ‘şiddet süreci’ne çevirme”yi hiçbir ülkede göremezsiniz. Haydi buna da mecburiyetten, çözüm bulamadığımız için katlanıyoruz ama sonuçta “kanlı bıçaklı düşmanlar” değiller ya, zaten medeni, aydın, hele de ‘toplum önderi’ pozisyonundaki insanlar düşman bile olsalar gerektiğinde el sıkışmayı bilirler.

HANİ ‘BAŞKAN OLSA’ ÇIKACAKTI?

Şimdi dünkü tabloya bakalım ve olaylar konuşsun.. Ana Muhalefet Partisi Lideri Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul’da dolaşırken kendisine bozkurt işareti yapan MHP’lilere el sallamış, sonra da AKP Bayrampaşa İlçe Başkanlığı’nıziyaret ederek içerdekilerle tek tek el sıkışmış, onlar da alkışla karşılık vermişler.

Yani seçim süreci de olsa “bir dostluk mesajı” veriyor, rekabetin düşmanlık olmadığını gösteriyor. Başbakan Erdoğan ise Kılıçdaroğlu’nun “birlikte TV’ye çıkma” teklifine “Haddine mi ya, sen daha çıraksın, amatör ligde oynayanla, süper ligde oynayan bir araya gelir mi” diyor. Oysa o da ikinci büyük partinin genel başkanı ve durup dururken bu hakarete hiç gerek yok.

Ayrıca.. Kılıçdaroğlu henüz Baykal genel başkan iken de Erdoğan’a “birlikte TV’de tartışmayı” teklif etmişti, o zaman “eşit mevkide değiliz, genel başkan ol da gel” cevabını almıştı. Şimdi genel başkan oldu ve seçime giren iki büyük parti olarak halkın karşısında tartışmak, soruları cevaplamak millet adına son derece önemlidir, hatta bu milletin hakkıdır.

ABD’DE NASIL TARTIŞIYORLAR?

Başbakan “ABD’dekine benzer bir başkanlık sistemi”ni çok istiyor (orada iki meclis, eyalet sistemi, tam bağımsız ve güçlü yargı gibi büyük farklar olmasına rağmen) ve seçimi kazandığı takdirde büyük ihtimalle “ülkenin en deneyimli hukukçuları ve herkes karşı çıksa da” hiç kulak asmadan bunu gerçekleştirecek. O zaman ABD’de başkan adaylarının kim olurlarsa olsunlar-seçimden önce mutlaka TV’lerde birlikte soruları cevapladığını da hatırlaması ve milletin seçimde görerek, bilerek, gerçekler ortaya dökülerek oy vermesine imkan sağlaması gerekir.

Yani bu durumda, böylesine önemli ve cevaplanacak çok sorunun olduğu bir seçim öncesinde “birlikte TV’ye çıkmak” tercih değil, zorunluluktur. Kendine güvenen liderlerin bu hakkı topluma vermesi gerekir. Kısacası, “çırak-usta” kavgasına yer yok bu konuda!

***


Demirel “90” bile olsa!

Beğenirsiniz, beğenmezsiniz o size ait bir mesele ama Süleyman Demirel bu ülkede yıllarca başbakanlık yapmış, çok başarılı bir “cumhurbaşkanlığı” dönemi de geçirmiş, saygın ve engin deneyimi olan bir siyasetçidir. Bu nedenle hiç kimse kendine yapılmasından hoşlanmayacağı (ve dahi çok sert cevaplar vereceği) hakaretamiz ifadeleri onun için kullanamaz, kullanmamalıdır.

Yani hakarete başlamışken sıraya herkesi dahil etme durumu olmamalıdır. Başbakan konuşmasında “Haberal’ın adaylığını desteklediği için” ona olan kızgınlığını yaşından çıkarmış. Önce Mehmet Haberal gibi dünya çapında başarısıyla ün kazanmış bir cerrahı “çete sanığı” yapıyor, sonra da Demirel’e “80 yaşında bir zat var, ayakta zor duruyor, anlamışsınızdır” diyor.

ECEVİT KAÇ YAŞINDAYDI?

Her şeyden önce yıllardır yüzlerce kişinin tutuklu olarak cezaevinde tutulduğu, gazeteciden bilim adamına birçok saygın isme suçunu bilmeden mahkum hayatı yaşatılan, bu haksızlığın AB ve ABD raporlarında yer aldığı ama şu ana kadar “tek bir mahkumiyet kararının verilemediği” bir davada insanlar “çete suçlusu” olarak adlandırılamazlar. (Katillerin, tecavüzcülerin, gerçek çete suçlularının serbest bırakıldığı, Deniz Feneri gibi suçun sabit olduğu davalara bakılmayan ülkede hiç adlandırılamaz.)

Öte yanda daha düne kadar “Ecevit’in sağlıklı olduğu ama hasta gösterilmeye çalışıldığı” söylenerek de Prof Dr. Haberal suçlanmıyor muydu? Ecevit o günlerde Demirel’den yaşlı değil miydi? Üstelik o yaşta başbakanlık yapmıyor muydu? Bu soruların hepsinin cevabı “Evet”.. O halde, bu haksızlık değil mi? Yine evet.

Demirel gibi siyasetçiler her ülkede “yaşadıkları sürece, 90 yaşında bile olsalar o deneyimi kullanma hakkına” sahiptirler, bir kişi hakkında görüş bildirmek için de o kişinin mutlaka kendi partilerinden olması gerekmez. Zaten bugün şartlara göre “ülke meselesi” parti meselesinin önüne geçmiştir ve birçok kişi buna göre oy kullanacaktır, durum budur.

***


Annem!

Dün anacığım yanımda olmadan, onu öpüp koklamadan geçirdiğim üçüncü Anneler Günü’ydü. Çok sevdiği bahar çiçeklerinden; mor ve sarı frezyalardan bir küçük buketle kabrini ziyarete gittim. Duamı ettim sonra sanki kulağına söylüyormuşum gibi onu “onsuz geçen her günde, her saatte andığımı, sesini duymadan ve bana huzur veren yüzünü görmeden hayatın eskisi gibi olmadığını” fısıldadım.

Anne kimseye benzemiyor, insan kaybedince bunu daha iyi anlıyor. Analarınızın kıymetini her gün bilin, sadece onun hayatta olması bile başlı başına “hayatı kolaylaştıran” bir şans, unutmayın. Yaşlandığında ona bakmaktan ise sakın gocunmayın.

DİĞER YENİ YAZILAR