“Tutuklanacak” ların garip tutumu!

Haberin Devamı

Merhum yazar Aziz Nesin’in oğlu gazeteci yazar Ahmet Nesin 12 Eylül için “İhtilal değildir, darbe değildir, meşru müdafaadır” diyen Nazlı Ilıcak’ın 10 Ekim 1980’deki yazılarından bazı ifadeleri yazmış. (12 Eylül darbe değilse 27 Mayıs da değil herhalde. Orada da bazı şartlar oluşmuştu, bir açıklasalar da öğrensek.)

Ilıcak’ın “İdamlar bu meşru müdafaanın bir neticesidir (...) 1972’de Deniz Gezmiş’e, Yusuf Aslan’a, Hüseyin İnan’a Meclis’te oylarıyla sahip çıkanların Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesini ‘devlet terörü’ olarak vasıflandıranların artık sesi soluğu kesilmiştir” diye yazarak idamları onayladığını ve alkışladığını yazmış.

Darbecilerin idam kararlarını bile onaylayan birinin meslektaşları için, üstelik henüz kanıtlanmamış, adı üstünde iddialar için: “onlar darbe iddialarına inanmıyorlar; öyleyse darbe işbirlikçisi diyebiliriz” şeklinde inciler dizmesi ancak Türkiye’de görülebilecek bir trajikomedidir.

Bu tabloya biraz daha geniş açıdan baktığınızda olayın vahameti de artıyor.

Sözüm ona “Balyoz Darbe Planı’nda böyle yazılmış” diyerek ortaya atılan gazeteci listelerinde “tutuklanacaklar” grubundaki gazeteciler bu listeyle ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundular biliyorsunuz. Aynı gün yaptıkları basın toplantısında 137 gazetecinin “yararlanılacaklar” diye sınıflandırılmasını da kınadılar. Ama gelin görün ki bu kınamadan sonra yazdıkları yazılar ve TV’lerde yaptıkları konuşmalar adeta bir komediyi andırdı.

Hem grubun orta yerine oturarak kınayacaksın, hem de ertesi gün ekranda geri zekalının birinin yaptığı listeyi gerçek kabul edip, elinde TEK BİR KANIT yokken meslektaşlarına “işbirlikçi” diyeceksin.

DEMOKRASİ, İNSAN HAKKI VS. VS...

Hem tutuklanacaklar listesinde olup kınayacaksın, hem de Ahmet Altan’ın 3 Şubat yazısında olduğu gibi “kullanışlı medya” diyeceksin. “Onlar her zaman kendilerini kullandırdılar” diyeceksin, “alçak”tan “tıynetsiz güruh”a kadar en iğrenç hakaretleri sıralayacaksın.

137 gazeteci Ahmet Altan’ı bu nedenle dava etse, mahkeme “Neye dayanarak bunları yazabildiniz” diye sorsa kim için hangi delili gösterecek çok merak ediyorum.

Cengiz Çandar da “Biliyorum, aralarından en az 100 tanesi işbirlikçidir” demiş. Ona da “say bakalım şu isimleri ve kanıtla” deseler ne cevap verecek? Gazeteciye, üstelik “demokrat”, “insan haklarına saygılı”, “hukuka saygılı” olduğunu iddia edenlere bu yakışır mı? Yoksa çok mu çirkin kalır?

Türkiye’nin geldiği noktaya bakınca insanın içi acıyor. Giderek de dibe doğru daha hızlı yol alıyormuşuz gibi geliyor maalesef.

Baksanıza darbe iddiaları medyayı bile bugüne kadar görülmemiş şekilde nasıl da düşman kutuplara ayırdı.

*****


Biraz da bu kadın haklarına baksanız!

Kadınlara, küçücük çocuklara tecavüzün, kadın cinayetlerinin, kadına karşı her türlü şiddetin arkası kesilmiyor.

“Erkeklerle konuştu” diye canlı canlı toprağa gömülen Adıyamanlı zavallı Medinecik (ki “şiddet görüyorum” diye polisten yardım istemiş ama umursamamışlar) ve üvey kardeşinin tecavüzüne uğradığı için başkasıyla evlendirilen ama bakire çıkmayınca adamdan sürekli dayak yiyen, evine döndüğünde komşuları tarafından “dul kadın” diye hakkında dedikodular üretilen Diyarbakırlı Gülserencik sözüm ona “töre” diye vahşi aileleri tarafından öldürüldüler.

Toprağa gömecek kadar... Babası boğarken çırpınmasın diye ayakları kardeşine tutturacak kadar vahşi, cani, asıl kendisi hayata lâyık olmayan yaratıklar tarafından...

Bu insanlık dışı olaylar tüm medeni ülkelerin basınında Türkiye için utanç verici yazılar yazılmasına neden oluyor. Ve bu cinayetleri işleyenler (aynen çocuk ve kadın tecavüzleri de) toplumdan tümüyle, ömür boyu tecrit edilmeleri gerekirken cezaları “ağırlaştırılmış müebbet hapis”ten 20 yıla, oradan 6 yıla indiriliyor. Sanki töre cinayeti deyince bu dehşet verici suç hafifliyormuş gibi olay “Tipik bir töre cinayeti” diye nitelendiriliyor. Kardeşine (söylediği de belli değil, çoğu tahrik indiriminden yararlanmak için uyduruluyor) “başıma erkek mi kesildin” demiş olması haksız tahrik sayılıyor.

Asla ama asla yapılmaması gereken indirimlerle suçlular kurtarılıyor ve her nedense kadına karşı suçlarda sık sık görüldüğü gibi Yargıtay oy çokluğuyla kararı onaylıyor.

(Gülseren cinayetinde Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı Mehmet Yalçın şerh koydurmuş, kendisini kutlarım.)

Bu durumda elbette kadın tecavüzü, cinayeti, töre cinayeti, kadına karşı her tür şiddet de azalmıyor, hızla artıyor.

Peki kadının türbanı söz konusu olduğunda ortalığı toz duman eden, Meclis’te savaş çıkaranları “kadınlara göz yaşı döktürüyorsunuz izansızlar” manşetleri atan gazetecileri ve dahi Meclis’in sessiz ve de suskun, heykel kadın milletvekillerini neden hiç duymuyoruz?

Pankart açan, ekmek çalan yıllarca hapis yatıyor da en vahşi cinayetleri işleyenler neden teşvik ediliyor?

Yok mu itiraz edecek, ortalığı birbirine katacak bir lider, bir milletvekili, bir sivil toplum örgütü?

Ve bir kadın milletvekili?..

Bülent Arınç’ın kadın milletvekillerine “yaratık” demesi, saldırması da onları rahatsız etmiyor. Kendileri için “vitrin” benzetmesi yapanlar bile bu kadar cansız vitrin olacaklarını düşünmemişti herhalde!

DİĞER YENİ YAZILAR