Suçu yoksa iftira at!

Haberin Devamı

Basına ve yargıya yapılan anti demokratik siyasi baskılar eşzamanlı olarak yürütülüyor. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun başına Adalet Bakanı ile Müsteşarı oturtularak, istenmeyen bir karar çıkacaksa ikisinin de toplantılara katılmamasıyla kurul engellenerek, telefonları dinlendiği gibi bazılarının peşine özel dinleme araçları takılarak, internette okudukları gazeteler bile izlenerek (ve çizgisi beğenilmeyenler her türlü cezaya çarptırılarak) hakim ve savcılara yapılan baskılar yetmezmiş gibi şimdi bir de namuslarıyla uğraşılmaya başlanmış.

Bir cemaatle ilgili soruşturma yürüten Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’e yapılanların bir kısmını duymuştum ama detaylarını İstanbul Barosu eski Başkanı Turgut Kazan’dan duyunca “Artık bu kadarına pes” dedim.

Hani geldiğimiz noktada, her gün ayrı bir şokla sarsıldığımız günlerde “pes” diyecek hayret duygularımızı da yitirdik ama buna rağmen dedim.

Düşünün şimdi Başsavcı cemaat soruşturması yürütürken “bir grup sağduyulu vatandaş” adı altında birileri mektupla onun hakkında “Rus kadınlarla bir araçta buluştu” benzeri abuk bir şikâyet ortaya atıyor.

Malum, normal olarak hukukta, yasalara göre şikâyetçisinin kimliği belirli değilse hiçbir ihbar işleme konulmaz, sadece adını gizleyen şikâyetçi somut bir belge ortaya koymuşsa o incelenir. Burada ise ne belge var, ne şikâyetçi ama Adalet Bakanlığı hemen incelemeye almış, sonunda “işlem yapılmaya gerek olmadığı” kararı çıkmış, yani şikayetin palavra olduğu anlaşılmış. Ama o arada “sadece savcıya gönderilebilecek” olan bu karalayıcı palavra bazı gazetelere (herr zaman ama herr zaman olduğu gibi) servis edilmiş.

Böylece aynen suçlu mu, suçsuz mu olduğu kesinleşmemiş, davasına bile bakılmamış onlarca insana “bu bazı yandaş gazeteler” tarafından darbeci etiketi yapıştırılması, manşetlerden suçlanmaları gibi Erzincan Başsavcısı da ortada bir olay yokken bir şekilde olumsuz etiketlenmiş oluyor.

İşlemi yapan Adalet Bakanlığı olduğuna göre acaba bu haberler de bakanlık tarafından mı gönderiliyor gazetelere? Peki bir Adalet Bakanlığı kendi başsavcısına bunu yapabilir mi? Mümkün müdür?

Çağdaş, demokratik, hukuka saygılı bir ülkede asla mümkün değildir ama “bakın ülkeyi muasır medeniyetler seviyesine çıkardık” diye böbürlenen hükümetlere sahip olmasına rağmen çağdaşlıktan halâ nasibini alamamış ülkelerde mümkün oluyor işte.

Bu olay son derece ürkütücü bir duruma işaret ediyor; acaba Adalet Bakanlığı’nın veya hükümetin istemediği soruşturmalar (örneğin bazı cemaatlerle ilgili, malum oy deposu gibiler) yapan savcılar, başsavcılar daha önce benzerleri de görüldüğü gibi mutlaka, elde bir suç yoksa imzasız mektuplarla yıpratılarak cezalandırılacak ve sindirilecekler mi?

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısını kendilerinin dinlettiğini açıklayan Adalet Bakanlığı acaba o işi de “bir iyilik (!) düşünmek üzere” mi yaptı?

Adalet Bakanlığı’na da güvenilemeyecekse neye güveneceğiz bu ülkede, anlatsınlar bize!


***



Ölüme gönderilen Kürt kadın!

İran hapishanesinden insan hakları kuruluşlarına gönderilen bir mektup bana da gönderilmiş. “27 yaşında siyasi tutuklu bir Kürt kadını olduğunu, hakkında verilen ‘ölüm cezası’nın İran Yüksek Mahkemesi tarafından onaylandığını” bildiren Zeyneb Celalyan” sürekli işkence altında olduğunu, mahkemesinin sadece birkaç dakika sürdüğünü, ailesiyle son kez görüşme, vedalaşma isteğinin bile hakim tarafından “kapa çeneni” denerek reddedildiğini yazıyor.

Mahkemede kendisine “sen Allah’ın düşmanısın, çok yakında tüm Allah düşmanları gibi idam edileceksin” denmiş. Düşünün, daha 27 yaşında, hayatının baharında...

Ve yine düşünün, bir insan hele de İran gibi şeriat kurallarıyla yönetilen, gece gündüz dinden söz edilen bir ülkede nasıl “Allah’ın düşmanı” olabilir? Bu suçlamayı hak etmek için ne yapmış olabilir?

İran’da çarşafının kolu 5 cm kısa olan kadınlara bile devrim muhafızları tarafından “din düşmanı” muamelesi yapılıp kırbaçlandığına göre “Ahmedinecad yönetimine karşı” olması da örneğin, onu Allah düşmanı yapmaya yetebilir.

Madem ki Türk hükümeti İran’la çok iyi ilişkiler içinde, bu genç Kürt kadını ölümden kurtarmak için ellerinden geleni yapmaları gerekir.

Herşeyden önce “insanlığa saygı” bunu gerektirir. İşte bir ülke ve toplum tek bir diktatörün eline geçince Müslümanlık gibi en gelişmiş, en bağışlayıcı bir din bile ölüm fermanı haline getirilebiliyor. Haksızlığa direnecek bir yargınız bile kalmayabiliyor.

Türkiye’nin rejimini beğenmeyenler çok iyi düşünmeli. Başbakan Erdoğan’a ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na (hatta yasağı kalkar kalkmaz ilk iş olarak İran’a giden Erbakan bile deneyebilir) Zeyneb Celalyan için insanlık adına girişimde bulunmalarını hatırlatmak istiyorum. Hem de geç kalmadan.

DİĞER YENİ YAZILAR