Silah, kan, para üçgeni!

Umut Vakfı 23 Nisan nedeniyle "Türkiye'de şiddetin önlenmesi, bireysel silahsızlanmanın sağlanması ve özellikle çocuklarla gençleri korumak açısından günün her saatinde ekranlarda görülen şiddet filmlerinin TV'lerden kaldırılması" için bir açıklama yayınladı

Haberin Devamı

Umut Vakfı 23 Nisan nedeniyle "Türkiye'de şiddetin önlenmesi, bireysel silahsızlanmanın sağlanması ve özellikle çocuklarla gençleri korumak açısından günün her saatinde ekranlarda görülen şiddet filmlerinin TV'lerden kaldırılması" için bir açıklama yayınladı.

Oğlunu bir arkadaşının silahlı saldırısı sonucu kaybeden Nazire Dedeman'ın kurduğu Umut Vakfı yıllardır bu amaçlar uğruna düzenli bir çalışma yapıyor. Seminerler, gösteriler düzenliyor, yurt dışından uzmanlar getirtiyor, bildiriler yayınlıyor. Sizce Umut Vakfı ne zamana kadar akıntıya karşı kürek çekmeli ve ne zamana kadar yanlız bırakılmalı? Dünkü gazetelerden sadece 3 haber;

- "Kopyada yakalanan liseli öğrenci kendisine arkadaşlarının önünde hakaret eden öğretmenini sırtından bıçakladı."

- "Antalya'da 5. sınıf öğrencisi Gülçin 50 milyar fidye için kaçırıldı."

- "Beyoğlu'nda bir barda öldürülen Barış Dönmez'i, İbrahim Biberoğlu'nun şampanya bardağını kırıp boğazını keserek öldürdüğü anlaşıldı. Barış'ı tanıyanlar ve garsonlar Biberoğlu'nun olaydan önce silah çektiğini de açıkladılar."

Hani biz "töre cinayeti" adı altında kadınlara karşı namus bahanesiyle yürütülen şiddeti önlemeye çalışıyoruz ama memlekette şiddetin her türlüsü kol geziyor.

Birinci olayda liseli öğrenci suçlu. Derhal okuldan alınarak cezalandırılması ve tedavi edilmesi gerekiyor. Madem ki yaş sınırının altındadır, o yaşa göre caydırıcı önlemler alınmalı. Öğretmen de hatalı çünkü hiçbir öğrenciye (hele lise çağındakilere) hakaret etme hakları yok ama okullarımızda bu olaylar çok yaygın ve önlenmiyor.

Bar olayında ise gençlerin ne kadar rahat silah taşıdıklarını ve kullandıklarını, o da olmazsa başka yollarla şiddete başvurduklarını görüyoruz. Bireysel silahlanmayı yasaklamayan, taşıyana ağır, caydırıcı yaptırımlar getiremeyen devlet suçlu. Sınırsız içki servisi yaptığı halde güvenliği sağlayamayan bar yönetimi suçlu.

Bence en çok da Umut Vakfı'nın belirttiği gibi, ağır şekilde şiddet içeren filmleri, her kanal ve her saatte gösteren kontrolsüz, sorumsuz TV yayıncılığı suçlu. Senelerdir yazıp duruyoruz, yok mudur bu TV dizilerini, filmlerini denetleyecek; "silah, kan, para" üçgenini malzeme olarak kullananları yasaklayacak, en azından sınırlayacak bir güç Türkiye'de?

İçişleri Bakanlığı, Emniyet bu barları sıkı şekilde denetleyerek "olay çıkanları kapatacağını ve bir daha açılmasına izin vermeyeceğini" neden açıklamıyor? Gençlerimizin ölmesi, şiddetin, uyuşturucunun, alkolün pençesine düşmesi, kaçırılması neden onları rahatsız etmiyor? Neden cinayet cezaları "ömür boyu hapis" olmuyor? Ve neden biz hep susuyoruz? Sabrınız hiç tükenmez mi sizin?

Eşitlik!
"Onlarda niye öyle, bizde niye böyle" diye sora sora tırlatacağız galiba bu gidişle. Ama Avrupa ve ABD'deki "suç önleme" yöntemlerine baktıkça aksini yapmak da mümkün değil. Basketbolcu Kobe Bryant'ın tecavüz davasında hakim tecavüze uğrayan kadının daha önce iki kez intihara kalkıştığını gösteren tıbbi ve psikolojik kayıtlarının savunmada kullanılmasını yasaklamış. Oysa Bryant'ın en güçlü kozu bu raporlarmış.

Ne demek bu? Yani kadın psikolojik olarak hasta da olsa madem ki tecavüze uğramış, tecavüzcü cezasını aynen çekecek. Ayrıca ünlü veya ünsüz herkese kanun aynı şekilde uygulanacak. Nitekim Bill Clinton, başkanlığı döneminde dünyanın gözü önünde ifade vermemiş miydi? İşte kanun o zaman kanun... Adalet o zaman adalet... Ve güvenlik o zaman sağlanabiliyor. New York gibi dev bir kenti bile huzura kavuşturdular uygulamalarıyla nasıl onları örnek göstermeyelim ki?

DİĞER YENİ YAZILAR